Küçük dünyama geliverdi küçük elli, küçük bedenli yumuşacık bebek. Ben öylesine şaşkın, ilk gördüğümde ne yapacağımı bilemeyen, kalakalmış halde. Tabii sebep oldukça açık; kocaman olmuş insanları evinde ağırlamayı pek iyi bilen ben, bu minicik gözleri nasıl mutlu edeceğime dair en ufacık fikre sahip değilim…
Korkmak nedir bilmezdim ben. Kaybedecek neyim vardı ki korkacaktım zaten! Bir ölüm vardı insanların deli gibi korktuğu, o da oldum olası ürkütmezdi beni. Nasıl olsa vakti geldi mi, buralardan daha iyi olduğuna hep yürekten inandığım tek yere, alır götürürdü yormadan herkesi.
Oğlum doğdu sonra. Benim her şeye vazgeçilebilir baktığım küçük dünyama geliverdi küçük elli, küçük bedenli yumuşacık bebek. Ben öylesine şaşkın, ilk gördüğümde ne yapacağımı bilemeyen, kalakalmış halde. Tabii sebep oldukça açık; kocaman olmuş insanları evinde ağırlamayı pekiyi bilen ben, bu minicik gözleri nasıl mutlu edeceğime dair en ufacık fikre sahip değilim ve bildiğim kadarının da ne kadarı bu küçük bebekte tutacak, ondan hiç emin değilim! Bir şaşkın anneyim, miniğe bakmaya çalışan.
Oysaki evimde en kolay mutlu edilebilen varlığın o minik olduğunu anlayıvermem, hiç de uzun sürmedi. Bu miniğin istediği tek bir şey vardı; o da bir dolu sevgi ve şefkatti ki o da kavanoz kavanoz saklı duruyordu kalp gözlerimde. Biri gelse de kullansa derken, yanıma doğmak onun yaptığı belki de en doğru seçimdi. Tenimi saf aşkla okşandığı ilk an hiç bilmediğim bir gerçeği de gösterdi bana üstelik: Hiç görmediğim kadar yüklü bir sevgiyi bana vermek üzere gelmişti ve sevgi üstüne yaşanacak ne varsa, tamamen karşılıklı olacaktı.
Şimdi yıllardan 2010. Bu minik bebek yanıma geleli 4,5 yıl olmuş. Yanına yattığım her gece, incecik bedenine zıt, epeyce büyük elleri sürekli yüzümü okşuyor, dahası gözleri bana doyasıya aşkla bakıyor. Sıkıca sarıyorum onu sonra ve her anne gibi, uçması gerekecek o günün geç gelmesi için, Tanrı’dan biraz daha iltimas isteyerek. Sanki ertesi gün hiç görmeyecekmişim gibi kokusunu çekiyorum içime. Ama efkârla değil, doyasıya mutlulukla. Sanki geçmiş hiç olmamış, gelecek ise olmayacak gibi içime, hücrelerime çekiyorum her zerresini. Gıdısındaki süt kokusuna karışmış terini, ellerini, saçını kokluyor kokluyorum.
-Seni seviyorum oğlum, diye fısıldayıveriyorum kulağına ki uyusa da beyninde yazılı kalsın diye.
Ama gelelim değişime…
Hani korkusuzdum? Artık korkmuyordum hani, ölümle bile gelecek ayrılıktan? Aksine tamamen korkak oldum ben!
Nelerden korkmuyorum ki şimdi? Sevginin bitmesinden korkar oldum; yaşamın bitmesinden korkar, ayrı kalmaktan korkar, onun geleceğinden korkar, kendi ayakları üzerinde duramamasından korkar, kötü insanlardan korkar, fazla iyi ve saf kalmasından korkar, aşkı yaşayamamasından korkar, yetememekten korkar, aldatılmasından korkar, korkak olmasından korkar, fazla korkusuz olmasından korkar, korkar, korkar, korkar oldum işte! Anladım ki her şeyden korkar olmak, korkusuz insanlar için an meselesiymiş… Korkusuzum diyene Tanrı belki de böyle akıllı uslu ceza verirmiş… Hamken pişirirmiş.
Hani bendim?
Hani bendim, aşk yaşanmadan, acısı bir kere çekilmeden öğrenilmez diyen… Bendim yaşamın deneyimlerini tatmadan, neyin acı neyin tatlı olduğunu anlayamayacağımızı savunan! Ben ki her bahar aşık her mevsim uçmaya hazır bir özgür kız… Okumadan bilinmeyeceğini, yaşamadan da öğrenilemeyeceğini savunan bir dünya aşığı… Hayat aşığı. Aşkın ve bilginin aşığı. Yaşamayı herkesin çok ciddiye alması için çetin çarpışmalar verip her daim yara bere içinde kalan kadın. Neyin bizim için doğru olduğunu anlayabilmemiz için önce neyin yanlış olduğunu bulmamız gerektiğini inatla savunan. Düzene isyankâr, toplumun dayatmasına isyankâr, saf görünen içi örümcek bağlamış kalplere isyankâr. Gönülden yapılan her şeyin sonucunun da çok değerli ve farklı olacağına inanacak kadar kendinden emin bakan. Sevişmenin de, çalışmanın da, bilgeliğin de, insanlığın da, gezmenin ve her şeyi anlamanın da sadece aşkla olabileceğine inanan. İnanan inanan inanan… Her güzel şeye, güzel söze, güler yüze inanan ya da inanmak için yanıp tutuşan. Bıkmadan. Sıkılmadan. Bendim ve hala da benim! Peki, anne olunca ne oldu bana minikçiğim?
O zaman anneliğe inat; haykırıyorum gelecek kuşağın mutlu ve özgüvenli küçük adamlarına:
İyisi mi siz, hayatınızı aşkla, inançla, güzel ahlakla korkmadan yaşayın ve herkese ve her şeye rağmen öyle bir yaşayın ki, dağıtın tüm sebepsiz çöken korkularımızı ve gelecek kaygılarımızı, kocaman yürekli miniklerim! Bakmayın biz annelerin bu boş korkularına! Yaşanmamış ne varsa; sizlerle, ait olduğu özgürlüğüne kavuşsun ve yüreğimize konsun. Söz mü?
İlgili yazılar
Doğmamış Çocuğunuzu “Otizm”e Karşı Koruyun!
Çocuklarınızı RS Virüsü’ne Karşı Koruyun!
Çocuk Ailesinin Değil Toplumun Sorumluluğudur