Mevlana’nın hakikat yolunda kabak metaforu

Mevlana Celaleddin Rumi’nin Aşktan habersiz insan aklını betimlerken başvurduğu en temel benzetme, “çamura saplanıp kalmış eşek” metaforudur. Akıl, aşkı izah etme hususunda, “çamura batmış eşek” gibi debelenir durur; debelendikçe de daha bir çamurun içine batar.

mevlana çamura saplanıp kalmış eşek

İnsanın bilme yetisi

Immanuel Kant bilimi, saf ama bilgimizi genişleten yargılardan oluşan çeşitli bilgi alanları; bilim olarak metafizik ise doğaya ve ahlaklılığa ilişkin, bu nitelikte bilgilerden oluşan bir sistem olarak tanımlar. “İnsanın bilme yetisi neleri bilebilir?” sorusunun yanıtını, Mevlana’da “İnsanın kendi varlığında hakka ulaşma yöntemi” olarak buluruz. Bilme yetisinin sınırları ise Tebrizli Şems’ten öğrendiği “Hakikat İlminin” sonsuzluğu kadardır. Hakikati öğrenen kişinin amacı ve değerleri sanıldığından farklıdır.

Amaç iyi ahlaklı bir kişi olmak değildir. Herkesin itibarını kazanmak değildir. Yalnız ve yalnız hakka giden yolda mesafe almaktır. Hakikat – Tevhit İlmini bilmeyenler asla Mevlana’yı anlayıp analiz edemezler. Mevlana da önceleri Şemsin davranışlarına anlam veremez ve sonunda “Aklımı bıraktım rahat ettim” der. Mevlana, “Hakikatte yol almanın” tek yolunun yargılamamak, eleştirmemek iyi/kötü kavramlarını bir tarafa itip, mürşide teslim olmak olduğunu misyonunun temeli haline getirir.


Mevlana “Fihi Mafih” adlı yapıtında: “Veliler ve nebiler kendilerini “Hak” yolundan alıkoymazlar. Hak yolunda nefislerini öldürmeli; arzu ve şehvetlerini terk etmelidirler. Bu büyük bir savaştır. Vasıl olup emniyet makamına yerleşince eğri ve doğru onlara keşfolunur. Doğruyu eğri ile bilirler ve görürler” (Çev: M. Ülker 1954 s.196) Bir gerçeği karşıdakine anlatmak en iyi nasıl mümkün oluyorsa o yol seçilmelidir.

Mevlana da cinsellik içeren bir hikâyeyi bir büyük amacı daha açık olarak anlatabileceğine karar kılmış olmalı ki kullanmakta sakınca görmemiştir. Cinsellik içeren hikayelerin günah olduğuna dair bir hüküm yoktur. Bu ancak eğri ile doğruyu bulma yöntemidir. Bu hikayeler, simgelerle bazı gerçekleri Hakikat – Tevhit İlmi mensuplarına anlatırlar. Bilmeyenler ise anlayamazlar.

Fiziksel dünyanın ötesinde metafizik bir alemi ve insanın zahirinden çok iç dünyasını, kendine temel konu edinen “Tasavvuf” düşüncesi ve edebiyatı alanında da soyut anlamları ifade etmek için metaforik anlatım biçimine sıkça başvurulduğu görülmektedir. Bu bağlamda tasavvuf düşüncesinde metaforlar, genellikle “nefs/nefsani hasletlerden kendini kurtaramamış kimse/gönlünü ve zihnini dünyalıklarla, boş ve faydasız söz ve duygularla dolduran kişi ve ilmiyle amel etmeyen “alim” gibi anlamları ifade etmek üzere kullanılmıştır.

Mesnevi’den “Kabak / Eşek” hikayesi ile metafor örneği verecek olursak; okunduğunda görüleceği gibi bir uç noktaya varıldığı anlaşılacaktır. Bu uç nokta, mürşidsiz yola çıkmanın nasıl hüsrana dönüştüğünü göstermektedir.

Kabak / Eşek Hikayesi

Bir halayık şehvetinin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı. O eşek kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti. (1335)

halayık mesnevi mevlana

O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı damarları da. (1340) Onda hiçbir illet görünmedi kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Halayığın efendisi “Kadın” bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı. (1345) Eşek erkekler dişilerine nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış işini becermekteydi. (1350) Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi.

Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı. Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak, dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu. Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü. Elinde süpürge kapıyı açınca kadın; ‘dudak altından seni usta seni dedi’. (1355) Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? İşi yarıda kalmış öfkeli aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede. Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Kadın anlamamış görünüp, dedi ki:


“Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle. Şunu söyle; ‘böyle yap şöyle et’.”

(1380) Kadın kapıyı kapadı, sevine sevine eşeği kendisine çekti cezasını da tattı ya! Eşeği çeke çeke ahırın ortasına getirdi. O erkek eşeğin altına yattı. O kadın da muradına ermek üzere halayığın yattığını gördüğü sekiye yatmıştı. (1385) Eşek ayağını kaldırıp aletini daldırdı. Eşeğin aletinden kadının içine bir ateştir düştü. Alışmış eşek kadına abandı, aletini ta hayalarına kadar sokar sokmaz kadın da geberdi. Eşeğin aletinin hızından ciğeri parçalandı damarları koptu, birbirinden ayrıldı. Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana. Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı öldü. Kötü bir ölüm kadının canını aldı. (Mesnevi-Cilt 5 1335-1420. Beyitler s.112-118)

Mevlana Celaleddin Rumi’nin Aşktan habersiz insan aklını betimlerken başvurduğu en temel benzetme, “çamura saplanıp kalmış eşek” metaforudur. Akıl, aşkı izah etme hususunda, “çamura batmış eşek” gibi debelenir durur; debelendikçe de daha bir çamurun içine batar. Aşkın ve aşıklığın nasıl bir şey olduğunu, en iyi yine aşık olan biri açıklayabilir. Aşk yarasını da yine aşık olan biri iyileştirebilir. Mevlana’nın yetersiz gördüğü akıl, külli akıl değil, cüzi akıldır.

Külli akıl; Allah’ın kudretinden ilk önce ortaya çıkan akıldır. Fiziksel dünyanın ötesini, metafizik alemi de kavrayabilen akıldır. Cüzi akıl ise dünya işlerini ve tabiat alemine ait meseleleri idrak eden, ancak tabiat ötesini kavrayamayan akıldır. Çeşitli düşünce kurallarına ve kalıplarına, kıyas ve mantık esaslarına gereksinim duyan bu akıl ile metafizik konular gereği gibi bilinip kavranamaz. Gerçekte tek bir hakikatten ibaret olan akla, her iki yönelişi açısından, bu iki ayrı ad verilmiştir.

Ön plandaki metaforik anlatıma göre, hikayenin baş kahramanı olan eşek, nefsi simgelemektedir. Gerçekte bunu, Mevlana şöyle açıklamaktadır:

“Bil ki bu hayvan nefs, bir eşektir. Onun altına düşmekse, ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir. Eğer şehvet hırsıyla can verirsen, bil ki sen de o kadından daha alçaksın! / Tanrı, nefsimize eşek suretini vermiştir; çünkü suretler huylara uygundur. Kıyamet gününde sırların açığa çıkması, işte budur. Tanrı hakkı için, eşeğe benzeyen nefsten kaç!”

Hikayedeki halayığın sahibesi konumundaki kadın ise şehvet, hırs, sabırsızlık gibi yerilen nefsani özelliklere kapılmış, üstelik, bu gibi kötü huylardan kurtulmak için kendine bir yol gösterici arayıp bulmamış mürşitsiz kişiyi simgelemektedir: “Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı, eşeği bile Yusuf gibi dünyalar güzeli bir sevgili gösterir. Hırs, çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde de şehvetten beteri yoktur. Bir eşeği bile Mısır’ın Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra, o çıfıt, bir Yusuf’u acaba nasıl gösterir?”

Kadının mürşidsiz işe kalkışmasını da şu beyitleriyle yermektedir: “Ustasız iş yapmak istedin, bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın. Benden eksik bir bilgi çaldın; çaldın ama tuzağın nasıl bir şey olduğunu sormayı ihmal ettin. Yalnızca görünüşe kapıldın. Halbuki içyüzü senden gizliydi. Usta olmadan dükkan açtın. Fakat a haris! Neden kabağı görmedin? Yoksa eşeğin aşkına o kadar mı dalmıştın ki, gözüne kabak görünmedi?!” (Cilt 5/117)

Bu anlatıdan da anlaşılacağı üzere, hikayenin üçüncü kahramanı halayık da işin ustası olan mürşidi sembolize etmektedir. O, nefs eşeğiyle nasıl ilişkiye girileceğini, onunla iyi geçinmenin ve hatta onun faydalı yönlerinden yararlanmanın, bu sayede de ondan zarar görmek yerine zevk almanın sırlarını iyi bilen, ehil kişidir. İşte, tasavvuf yolunda da yalan yanlış, eksik bilgisiyle ve “ben artık oldum” vehmiyle mürşidsiz yola koyulanın başına gelecek kaçınılmaz son, hikayedeki “kabağı görmeden eşekle ilişkiye giren kadın” gibi olacaktır. Hikayedeki kabak ise, nefs terbiyesini temsil etmektedir. İnsan ile nefsi arasında “mesafe” işlevi gören kabak (nefs eğitimi) sayesinde kişi, nefsinin zararlarından korunabilmekte ve onun faydalı yönlerinden istifade edebilmektedir.

Mevlana Celaleddin Rumi’de ‘Hakikat’

Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola düzüldün mü o gidişin tarikattır, maksadına ulaştın mı o da hakikat. Bunun için “Hakikatler meydana çıksaydı şeriatlar, yollar batıl olurdu” denmiştir. Nitekim bakır, altın olur yahut da aslında altındır; artık onun için kimya bilgisine ne hacet var, kendisini kimyaya sürüştürmeye ne ihtiyaç var? Kimya bilgisi şeriattır, kimyaya sürtünmek de tarikat.

Nitekim “Ulaşılacak şeye ulaştıktan sonra delil aramak da kötüdür, ulaşmadan delil bırakmak da kötü” demişlerdir. Hasılı şeriat hocadan yahut kitaptan kimya bilgisini öğrenmeye benzer. Tarikat, kimya eczasını kullanmak, bakırı kimyaya sürtmek, onunla karmaktır. Hakikat ise bakırın altın olmasıdır. Kimya bilenler, biz bu bilgiye sahibiz diye sevinirler. Hakikati bulanlar biz altın olduk, bilgiden de kurtulduk, işlemeden de biz Tanrı hürleriyiz diye sevinirler. (Mesnevi, 5/1) tanımını bulur.

Hakikat” İlmini öğrenen ve o günden itibaren de davranışları “Hakikat İlmine” göre olan insan yeni başarılar, “yeni değerler” ortaya koyan insandır. Yaratıcı insan bu yeni başarılarıyla, bir yandan ‘geçmişi kurtarır’; ama diğer yandan da geleceğe, insanın geleceğine yön verir: onun asıl işlevi budur.


Bu konuda Nietzsche şunları söyler: “Ödevim, insanlığın en yüksek anlamda kendine döneceği, geriye bakacağı, ileriye bakacağı, rastlantının, rahiplerin boyunduruğundan kurtulup, niçin, neden sorularını ilk kez toptan ortaya koyacağı o anı, o büyük öğleyi hazırlamak olan ödevim, şu kanının zorunlu sonucudur: İnsanlık doğru yolu bulmamıştır kendi başına; yönetilişi hiç de tanrısal değildir; tersine, o yadsıyan, bozucu içgüdüler, onu baştan çıkarmış, hem de en kutsal değerleri arasında hüküm sürmüştür. Ahlaki değerlerin kaynağı sorusu bu yüzden benim için en başta gelen sorulardan biridir; insanlığın geleceği bunun cevabına bağlıdır çünkü.”

Hz. Ali’nin hayatı ve Hz. Muhammed için önemi