Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Yeni CHP’sinin yönelimi, öncekilerden epey farklıydı. Kürt yurttaşların kimlikleri önündeki engellerin kalkacağı vurgusu yapılıyor, askerin kurduğu CHP’nin silahlı kuvvetlerin siyasete karışmasına açıkça karşı olduğunu belirtiyordu. Başörtüsü gibi temel siyasi tartışmalara el atıyor, parti kadrolarını kadınlara, gençlere ve farklı politik eğilimdeki kişilere açıyordu.
Yazı dizisinin ilk bölümü için tıklayın
Bir kaset, bir ‘Önder’, bir karar
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP liderliğine gelişini asıl tetikleyen olay, yerel seçimlerden bir yıl sonra Genel Başkan Deniz Baykal’ın yaşadığı “kaset skandalı” oldu. Gitmez denilen Baykal, siyasi şantaj kurbanı oluyor, liderlikten istifa ediyor, onunla başlayan kriz ortamı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önünün iyice açılmasına neden oluyordu.
Kamuoyu araştırmalarında halkın yüzde 63,4’ü Baykal’ın istifasını geri almaması görüşünde birleşiyordu. Kılıçdaroğlu, önceleri aday olmayacağını söylese de, yedi gün siyaset için çok uzun bir süreydi. Sonuçta Kılıçdaroğlu, Olağan Kurultay’da adaylığını koyarak Mayıs 2010’da epeyce yaralanmış CHP’nin 7. Genel Başkanı oldu.
Bu eski hesap uzmanının kaderini belirleyen ismin CHP içinde kökleşmiş ve bir o kadar köhneleşmiş bir politik mirasın temsilcisi sayılan Önder Sav olması daha ilk başta işini zorlaştıracaktı. Sav ile Kılıçdaroğlu’nun hayli kısa sürecek yoldaşlığı da böylece başlıyordu.
Hesap uzmanlığından ‘Üçüncü Yol’ hesabına
Türkiye siyasetinde başa güreşen birçok siyasi liderin aksine Kılıçdaroğlu diğer liderler gibi partisiyle bütünleşmiş, söz gelimi içinde bulunduğu siyasi partiyle yaşamı paralel gitmiş tipik politikacılardan değildi. Politbüro geçmişi yoktu. Övünebileceği bir gençlik kolları macerası, tutunabileceği güçlü bir siyasi üstat anısı dahi yoktu. Siyasetin değil bürokrasinin o sıkıcı ve halka uzak koridorlarının içinde geçen bir yaşam öyküsüydü onunki.
BAĞ-KUR ile başlayan, Sosyal Sigortalar Kurumu ile devam eden, Çalışma Bakanlığı’ndaki müsteşar yardımcılığıyla süregelen yaşamı 1994’te “Yılın Bürokratı” seçilmesine kadar uzanıyor, Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği Başkanlığı yapıyor, SSK Genel Müdürlüğü’nden milenyuma bir kala kendi isteğiyle ayrılıyordu.
2002’de başlayan politika macerasında ise sadece iki dönem zarfında Genel Başkanlık koltuğuna oturdu. Mayıs’taki Olağan Kurultay’dan yedi ay sonra düzenlenen Olağanüstü Kurultay’da ise CHP’nin yeni vizyonunu ortaya koydu. CHP; ortanın solu, sosyal demokrasi söylemlerinin ardından şimdi de bir başka siyasi vurguyla ortaya çıkıyor, “Üçüncü Yol”dan bahsediyordu. Bürokratlık dönemi boyunca sağ iktidarla çalışmak zorunda kalmış Kılıçdaroğlu için değişen dünya ve Türkiye ölçeğinde bu yola girilmesi en mantıklısıydı.
Sosyal liberalizmle beslenen, sağ ekonomi politikalarının mecburiyetine işaret eden ama bir yandan da sol sosyal adalet ekseninde kalmaya çalışan bu görüş, aslında dünyada o eski parlak günlerini geride bırakmıştı. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu, İngiliz sosyal demokratların parti programlarını incelediğini söylediğinde Tony Blair ile bütünleşip Gordon Brown’ın miras aldığı İngiliz İşçi Partisi’nin 13 yıllık “üçüncü yol” iktidarı sona ereli, yani Muhafazakarlar tarafından iktidardan indireli 7 ay olmuştu. Yine de bu durum CHP’nin katı laiklik anlayışı temelli politikalarının kökten değişimi demekti.
Sürekli rejim ve laiklik vurgusu yapan bir partinin; yerine sosyal devletten, sosyal adaletten, ekonomiden ve emekten bahseden bir anlayışın ortaya çıkması CHP için fazlasıyla gecikmiş olsa bile bir değişim işaretiydi. CHP, devlet partisi görünümünden kurtulup halka karışmayı yeniden düşünmeye başlamıştı. Tüm parti olmasa bile en azından içinden birileri…
Ulusalcıların tasfiyesi ve Yeni CHP
Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’si, Kürt sorununu konuşuyor (ama şahsen Kürt ya da Alevi sözcüklerini pek de ağzına almıyor), partinin Türk modernleşmesini yanlış yorumladığına dair eleştiri getiriyor, başörtüsü gibi temel siyasi tartışmalara el atıyordu. Baykal’dan bu yana yaşanan değişim inanılmaz, Avrupa normlarında bir sosyal demokrat parti için ise olağan, olması gerekendi. Ancak bu değişim ile birlikte Kılıçdaroğlu’na başkanlık yolu açan Önder Sav ve onun önderliğindeki politik aktörler karşısına dikildi.
Yeni CHP’den söz eden Kılıçdaroğlu daha genel başkanlığının altıncı ayında “kemik” CHP’yi iliklerine kadar hissetti. Parti içi tüzük krizi patlak verdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Baykal döneminde yapılan tüzük değişikliklerinin hayata geçirilmesini istiyordu. Bu ise partide güçlü genel sekreterlik dönemini sona erdiriyordu. Genel Sekreter Önder Sav ve ekibi haliyle Kılıçdaroğlu’na bayrak açtı. Yaşanan kriz 18 Aralık 2010’da 15. Olağanüstü Kurultay’ın kapılarını açtı. Önder Sav ile yol arkadaşlarını MKYK dışında bırakan Kılıçdaroğlu, Parti Meclisi listesine de almadı.
CHP’nin “ulusalcı” kanadı, Atatürk’ün partisindeki gidişattan hiç mi hiç memnun değildi. Sav’ın tasfiyesinin ardından Kılıçdaroğlu yeni yönetim kadrolarını açıklarken ilk kez “Yeni CHP” ifadesini kullanıyordu. Bu aslında Baykal ve Sav döneminin tarihe karıştığının imasıydı. Baykal hala vardı ama sadece sembolik bir figür olarak, o yeniye dair hamleleri uzaktan izleyen şüpheci bir çift göz olarak…
İşte o kuşkucu bakışların arasında Kılıçdaroğlu, Yeni CHP’den kastının geçmişi unutmak olmadığını, CHP’nin bu kadrolarla yeniden kurulmadığını, meselenin sadece yenilenmeden ibaret olduğunu söylüyordu. Aslında CHP’nin tarihine yaraşır (!) şekilde, ortaya yeni bir irade konulmak isteniyordu. Varlığı boyunca değişimler, dönüşümler yaşamış, kendini yenilemek istemiş ve bir yandan da değişime direnmiş hatta bir zamanlar adı statüko ile eşdeğer hale gelmiş CHP’nin yenileştirilmek istenmesi de aslında yeni bir şey değildi yani. Sadece Kılıçdaroğlu’nun Yeni CHP’sinin yönelimi, öncekilerden daha farklıydı.
Türkiye’nin ve Türk siyasi tarihinin günümüze kadar taşınan yumuşak karnına dokunmak isteyen Kılıçdaroğlu’nun Yeni CHP’si bunun yanında parti kadrolarını kadınlara, gençlere ve farklı politik eğilimdeki kişilere de açıyordu. Ve aslında bu söylemde de İngiltere örneğinden ve yine İşçi Partisi’nden ilham alıyordu. 1992-2000 yılları arasında İşçi Partililer’in kendilerinden bahsederken “New Labour” kavramını kullanması gibi bir açılımdı bu. Tony Blair söylemi önceki dönemlerde başarısız olmuş, İşçi Parti yönetimlerinin ve doğal mirasının gölgesinden sıyrılmak için tercih ediyor, seçmene “Ben Yeniyim” diyerek güven tazelemek istiyordu.
“New Labour, New Life for Britain” yani “Yeni İşçi Partisi, Britanya için Yeni Hayat” derken bu “yeni” mottosundan hareketle iktidara yürüyordu. Şüphesiz Kılıçdaroğlu ve beraberindeki yenilerin de aklındaki benzerdi. Yıllar yılı iktidar olamamış CHP, köhneleşmiş CHP, statükocu CHP, hizipçi parti ve lider algısını bu söylemle yıkmak istiyordu. Bunu yaparken de eskide kalanları, ısrar edenleri alenen olmasa da ayıklamayı düşünüyordu. O yüzdendir ki; “Yeniden kastımız yeni yönetim” dediğinde, sözleri parti içindeki baskın ulusalcı kanatı tatmin etmemişti.
Zaten söz konusu memnuniyetsizlik sonraki yıllarda da çeşitli söylemlerle kendini iyice gösterecekti. Dönemin CHP İzmir vekili Birgün Ayman Güler önce “Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit olamaz. Bundan sonra biz savunmadayız, bundan sonra meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız” söylemiyle (24 Ocak 2013) tepki çekti, ardından partisini 2014 yerel seçimlerinde Gülen cemaati ile işbirliği içinde olmakla suçladı.
Daha önce de vekil Canan Arıtman “Abdullah Gül’ün dayısı Ermeni” (Ekim 2013) diyerek benzer şekilde tepki çekmiş, Nur Serter 28 Şubat sürecinde kurduğu ikna odalarını yıllar sonra yeniden savunmuş, Kılıçdaroğlu’nun 2014’teki 18. Olağanüstü Kurultay’da rakibi olacak Yalova milletvekili Muharrem İnce ise “Atatürk olmasaydı, ismimiz Dimitri, Yorgo olurdu” (12 Kasım 2013) diyerek ülkenin azınlıklarını aşağılayıcı bir beyanda bulunmuştu. Şüphesiz bu söylemlerin hemen hiçbiri Kılıçdaroğlu’nun hayalindeki CHP ile örtüşmüyordu. Sonuçta siyaset biraz da Fransız devlet adamı Andre Malraux’un dediği gibi başkalarına sezdirmeden değişme, değiştirme sanatıydı.
İlk seçim
Türkiye siyasetinde partilerin seçim başarıları, hep liderlerin karizması üzerine kurulu oldu. Menderes’ten Demirel’e, Ecevit’ten Erbakan’a, Özal’dan, Erdoğan’a kadar iktidara uzanan tüm yollarda liderlerin kişilik özellikleri, halk üzerinde bıraktıkları algı, onlarla kurdukları bağ, mesajlarını ulaştırma konusundaki yetkinlikleri öne çıktı. Türkiye seçmeni için programdan, tüzükten, projeden ziyade “liderlik” belirleyici unsur oldu.
Sosyolojinin kurucularından Weber yıllar önce gücün karizma aracılığıyla otoriteye dönüşmesini “karizmatik otorite” olarak tanımlamıştı. Siyasi liderlik de işte bu karizmatik otoriteden besleniyordu. Statükoya meydan okuyan, kendi kitlelerini coşturan, kişilikleri ile insanları büyüleyen kişilerdi bahsettiği. Toplumun yarattığı kişiler…
Kuşkusuz CHP’nin Eski Genel Başkanı Deniz Baykal, böylesi bir özelliğe sahip olsaydı; bunca tecrübe, siyasi birikim ve politik çevreyle, CHP’nin başında kaldığı 15 yıl 8 aylık uzunca süre zarfında en azından bir kez iktidar yüzü görebilir, seçmen kendisine şans tanıyabilirdi. Partideki son seçiminde, 2007’de aldığı oy %20,9’du. Şimdi sıra Kılıçdaroğlu’ndaydı. 2011’de parti lideri sıfatıyla gireceği bu ilk seçim bir bakıma karizmasının sınanmasıydı. CHP’nin oylarını yüzde 20,9’dan yüzde 25,98’e çıkardı Kemal Kılıçdaroğlu. CHP, 12 Haziran’da oylarını yüzde 5 civarında artırmış olmasına rağmen, meclisteki ana muhalefet partisi rolü baki kaldı.
“Herkes için CHP”
Siyaset kelimesinin kökeni itibariyle seyislik, ceza, idam cezası anlamına geldiği topraklarda, Avrupa ölçeğinde olduğu gibi seçim bildirgelerinin çok da önemli olmadığı; bildirgelere, programlara yazılan parti hedeflerinin partiler tarafından bile hakça uygulanmadığı bilinen bir gerçekti. Ama ne olursa olsun CHP’nin seçimler öncesi hazırladığı bildirgelere bakıldığında Baykal’dan Kılıçdaroğlu’na uzanan süreçteki değişiklik esasen CHP’nin dönüşüm arzusunun da açık kanıtıydı.
Örneğin Deniz Baykal CHP’sinin 2007 seçimleri için hazırladığı beyannamede terörün kaynağının kurutulmasından, karakolların şeffaf olmasından, laik Cumhuriyetin korunmasından, dış politikanın onurunu yeniden kazanmasından bahsediliyordu. Kadın yönelik şiddetle mücadele (esasen erkek şiddeti ile mücadelede) bildiride “Kadınlara sahip çıkılacak” ifadesiyle yer bulmuş, Esnaf ve Kobi Bakanlığı’nın kurulması hedefi çok fazla ayrıntılandırılmamış, Güneydoğu’ya bölgesel kalkınma planı olarak sunulan senelerin GAP aldatmacası ise sosyal kalkınma projesi olarak yeniden servis edilmişti. Ayrıca birçok siyasi yorumcuya göre 2002 seçimlerindeki bildiriyle 2007 arasında çok fark yoktu.
Ancak Kılıçdaroğlu ile işler değişti. 2011’de “Herkes için CHP” sloganıyla yola çıkan seçim bildirgesi çok daha farklıydı. Özgür insan, özgürlükçü demokrasi için kalkınma, üreten çevre dostu ekonomi, eşitlik ve dayanışma, mutlu yurttaş, kamu hizmetleri, çağdaş yerleşimler, kalkınan bölgeler ve kentleşen Anadolu, barış temelli dış politika başlıkları aslında bildirgenin özeti gibiydi.
Özerk demokrasiden, koruculuğun kalkmasından bahsediyordu. Kürt yurttaşların kimlikleri önündeki engellerin kalkacağı vurgusu yapılıyor, askerin kurduğu CHP‘nin silahlı kuvvetlerin siyasete karışmasına açıkça karşı olduğunu belirtiyordu. Darbelere zemin hazırladığı gerekçesiyle yıllardır tartışılan TSK İç Hizmet Kanunu‘nun 35. Maddesinin değiştirileceğini vadediyordu. (YN: 2013’te TBMM’de değiştirildi) Aile Sigortası Kurumu kurulacağı, Güldünya Yasası çıkartılarak ise sadece töre değil, namus cinayetlerine de ağır cezalar geleceği bildirgenin göze çarpan maddelerindendi.
Kısacası Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi içinde devletten ziyade insana öncelik ve ağırlık veren bir bakış açısıyla partiyi seçmen nezdinde de yenilemeye çabalıyordu. Elbette bu başlı başına bir değişimdi. Değişimi olumlu bulanlar kadar kıyasıya eleştirenler de vardı. Eleştiriler Kemal Kılıçdaroğlu’nun Yeni CHP’sinin 2011’deki genel seçiminde oyunu artırdığı gerçeğini değiştirmediği gibi Ak Parti ile arasındaki yüzde 24’lük fark gerçeğini de yerinden oynatmadı.
Ne olursa olsun seçim sonuçlarıyla birlikte Kürt sorunu, başörtüsü, ekonomi meseleleri ile ilgili farklı görüşlere sahip isimlerin milletvekili seçilmesinin yolu açılmıştı. Kılıçdaroğlu, CHP için her defasında yenilik vurgusu yapsa da başkanlığı döneminde hem örgütlülük hem de fikir olarak ulusalcı – laik kanat, parti içindeki hakimiyetini korudu. Yerel seçimlere hazırlanmak için önünde tam bin 22 gün vardı.