İbn-i Sina, Avrupalıların Latinize deyimiyle ise Avicenna… Üzerine günlerce, saatlerce konuşulsa da söyleyeceklerimizin asla bitmeyeceği, yaşamı ve bilim alanında yaptıkları ile tüm dünyayı adeta simya etkisinde bırakan, Türk ve İslam tarihimizde en derin ve anlamlı izleri oluşturanların en başında gelen bir isim.
İnanmanın ve azmin zaferinin açmış olduğu yolda, yolculuk yapmış Müslüman Türk adamlarının başında gelen önemli isimler arasından bir isim daha var bu kez arşivimizde.
İbn-i Sina ve bilim
Asıl adı, Ebu’l- Ali el – Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina, 980 yılında, bugünkü Özbekistan sınırları içerisinde olan Buhara kenti yakınlarındaki Afşana köyünde dünyaya gelmiştir. 10 yaşına kadar öncelikle, Samanoğulları Sarayı’nda katiplik yapan babası Abdullah bin Sina’dan, sonrasında ise o dönemin ünlü bilginleri olan Natili ve Zahit İsmail’den Matematik, Geometri, Fizik, Doğa Bilimleri, Edebiyat, Felsefe ve Mantık alanlarında dersler almıştır. Bu yaşta Kuran-ı Kerim’i ezbere okuyabilen İbn-i Sina, tıp konusuyla ilgili o dönemin tüm kitaplarını okumuş ve öyle ki o dönemin tıp konusundaki tüm üstadları kendisinden tıp bilimini öğrenmeye başlamışlardır. Birçok alanda öne çıkmasına rağmen bizler O’nu daha çok Tıp ve Felsefe alanlarında tanırız.
İbn-i Sina’nın “Ebu’l Haris” adında tek bir erkek kardeşi vardır. 1629 yılında Kadı Seyyid Ziyaeddin Yahya’nın kaleme aldığı “Gencine-i Hikmet” adlı eserde yer alan öykülerden rivayet edildiği üzere bir gün İbn-i Sina ve kardeşi Buhara’da iyi bir eğitim görmüşler ve bilgilerini arttırmak üzere dünyayı dolaşmaya çıkmışlardır. Magrip ülkesinde yılda sadece bir kez açılan ve içinde birçok gizli bilgiler içeren bir mağaraya girmiş ve orada tam bir yıl bu mağarada bulunan tüm kitapları okuyup ‘ Simya İlmi’ni öğrenen kardeşler dışarı çıktıklarında halk tarafından cadı zannedilerek yakalanmışlardır. Sultan tarafından cezalandırılacaklarını anlayınca İbn-i Sina orada bulunan bir havuza atlamış ve simya ilmi sayesinde Mısır’a varmıştır. Kardeşi Ebu’l Haris ise yine simya ilmi sayesinde elindeki bağlı ip ile Bağdat’a varmış orada zengin bir Müslüman olarak yaşamına devam etmiştir.”
Yaşadığı yüzyıl Türkistan’ın çalkantılı bir dönemidir. O doğduğunda Abbasi halifeliğine bağlı Samanoğulları yönetimi çökmek üzeredir. Abbasi halifelerinin otoriteleri zayıflamış her tarafta hanedana rakip aileler türemiştir. Büveyhiler, Ziyariler, Deylemiler, Memuniler… İki büyük güç olan Karahanlılar ve Gazneliler’in bölgeye hakim olma çabaları da sürmektedir. İşte bu kargaşa döneminde İbn-i Sina’nın yaşamı, şehirden şehre göç etmekle geçmiştir. Bazen bir sultan sarayının en seçkin konuğu, bazen şehirden gizlice çıkan bir yolcu, bazen de herhangi bir zindanda bir mahkum…
16 yaşından sonra tam bir buçuk yılını araştırmaya ayıran İbn-i Sina, Mantık ve tüm felsefi ilimler üzerine yeniden okumalar ve incelemeler yapmıştır. Uyku ile hiç arası olamayan İbn-i Sina bu süre zarfında neredeyse tek bir gece uyumamıştır. Hatta gündüz uyanıkken çözemediği soruları gece rüyasında çözerek uyandığı dahi rivayet edilmektedir. Yine aynı yaşta Buhara Sultanı’nın hiçbir hekimin çare bulamadığı hastalığına çare bulması ve Sultanı iyileştirmesi üzerine İbn- Sina’ya bu sayede sarayın kütüphanesinin bütün kapıları sonuna kadar açılmıştır. Daha sonra bir yangında yanıp kül olacak kitapları ise adeta yutarcasına okumuş ve metafizik yaşantısına da bu zamanda başlamıştır. Saray eğlencelerinde de bulunmayı seven İbn-i Sina, aynı zamanda rubailer okuyan bir şair ve son derece iyi çaldığı enstrümanı olan udu ile de yetenekli bir müzisyendir.
Sarayda geçirdiği günler zarfında kütüphaneden öğrendiği tüm ilimleri içinde topladığı kitabı olan El Hikmet’ül Aruziye’yi 21 yaşında yazmıştır. 22 yaşında ise babasının ölümü üzerine İbn-i Sina, Buhara’dan ayrılarak Cürcan’a kadar yolculuk yapmış ve sadık öğrencisi Cüzcani ile de burada tanışmıştır. Bu olaydan sonra bir yaprak gibi oradan oraya savrulan İbn-i Sina, yaşamını şu iki dize ile özetlemiştir :
“Yüceldim, sığacağım bir şehir kalmadı
Arttı kıymetim, alacak hiç müşteri bulunmadı”…
Büveyhiler döneminde saraydan ayrılan ve çok sıkıntılar yaşayan İbn-i Sina, sultanın hastalığının tekrar nüksetmesi üzerine saraya çağrılarak ikinci kez vezirlik makamına getirilir. Burada gündüzleri saray işleri ile meşgul olurken geceleri de öğrencilerine dersler vermektedir. Bu arada ünlü Kitabü’ş Şifa adlı eserine fizik ilmi ile başlamış, El Kanun-i Fit Tıp adlı tıp kitabının da birinci cildini yazmıştır. Fakat Büveyhi’lerin (Büveyhoğulları) gölgesinde yaşamaktan hiç memnun olmayan İbn-i Sina’nın isteği, Kakuiler hükümdarı Sultan Alaüddevle Bozkurt Bey’in (Dulkadiroğolları Sultanı ve Yavuz Sultan Selim’in öz dedesidir) yanına gitmektir. Sultan Alaüddevle ile gizlice mektuplaştığını öğrenen Büveyh Sultanı İbn-i Sina’yı “Ferdecan” denilen bir köyün kalesinde zindana attırır. Dört aylık süren zindan yaşamında İbn-i Sina El Hidayat kitabını, İleride Robinson Cruise adlı esere esin kaynağı olacak olan Hayy bin Yakzan ve Kulunç adlı kitaplarını burada yazmıştır.
Daha sonra arkadaşlarının yardımı ile derviş kılığında buradan kaçmayı başarmış ve İsfahan’a geçerek burada Sultan Alaüddevle’nin himayesinde korumaya alınmıştır. İnsanlık tarihi açısından en büyük felsefi eser ve ansiklopedi olarak bilinen Kitabü’ş-Şifa eserini ise burada tamamlamıştır. Sultan Gazneli Mesut’un İsfahan’ı ele geçirmesi ile güzel günler son bulmuş, İbn-i Sina’nın evi ve kütüphanesi askerler tarafından yağmalanmıştır. Aristo’nun tüm eserlerinin açıklamasını yaptığı yirmi ciltlik El İnsaf‘ adlı eser de bu yağmalama sırasında yok olmuştur.
Hamedan’da başladığı İsfahan’da tamamladığı o güne dek tüm tıp ilmi hakkında yazılmış bilgilerin sentezlendiği El Kanun-i fit Tıp adlı eseri ise yüzyıllar boyunca tüm insanlığa hizmet ederek her dilde yazılacak bütün eserlere kaynaklık etmiş, altı yüzyıl boyunca Avrupa’da tüm tıp fakültelerinde “Tıp İncili” olarak okutulmuştur.
Felsefe ve İbn-i Sina
Aristo‘nun teorik bilgilerinden yola çıkan fakat onun teorik anlamdaki bilimsel çalışmalarına işlevsellik kazandıracak derecede deneyselliği ile öne geçmiş diyebileceğimiz en önemli Türk İslam bilim adamıdır İbn-i Sina…
Rivayet edilir ki; İbn-i Sina, Aristo üzerine incelemeler yapıp düşündüğü zamanlarda, Aristo felsefesinde okuduğu bir olayı çözemez ve bunun üzerine sürekli düşünmekte olduğu bir gün Buhara sokaklarında dolaşmaktadır. Bir kitap satıcısının kendisine Farabi’nin kitabını göstererek birçok olayı bu kitap ile çözebileceğini söylemesi üzerine İbn-i Sina, bir kitap satıcısının bildiği ve kendisinin bilemediği bu durum karşısında hayıflanmıştır. Hemen Farabi‘nin bu kitabını okuyan İbn-i Sina, anlayamadığı olayı çözer ve o kadar sevinir ki secdeye kapanır. Farabi henüz yaşadığı halde O’nun adına fakirlere sadaka dağıtır. İbn-i Sina’nın felsefeye olan en büyük katkısı ise Farabi ile Gazali arasında köprü oluşturmasıdır.
Türk İslam dünyasında İbn-i Sina
İslam kaynakları O’ndan “Eş Şeyh’ül Reis” olarak söz etmişlerdir. 13. yüzyıl düşünürlerinden Roger Baker’a göre O, felsefenin sultanı ve lideridir. Bir jeologdur aynı zamanda fizikçidir, kimyacıdır, ruhların hekimi ve müzikolog, bir gök bilimci, metafizikçi, şair ve devlet adamıdır. Aristo, Yunan ilim dünyası için ne ise İbn-i Sina da İslam dünyası için O’dur. Zekası ve etkileyiciliğiyle düşmanları tarafından bir sihirbaz olarak görülürken dostları O’nda ilahi özellikler görmüşlerdir.
Tıp alanında bağışıklık sistemi dediğimiz sistemi bulmuş ve bu alanda çalışmalar yapmıştır. Bunun yanı sıra anatomik çalışmalar yapmış, halk sağlığı, çevre sağlığı, göz, diş, kalp, kan ve damar hastalıkları, cerrahi, yanık tedavisi, spor, çocuk sağlığı, patoloji, eczacılık, koruyucu hekimlik, teşhis ve tedavi yöntemleri gibi alanlarda Tıp bilimine görüş ve uygulamalarıyla eşsiz ve evrensel katkılarda bulunmuştur. Bu sebeple de kendisine Avrupalılar Tıbbın Kralı anlamına gelen Avicenna lakabını takmışlardır.
57 yıl gibi kısa süren hayatında rahat ettiyse bu da tıp bilimi sayesinde olmuştur. Çünkü tarihte saray hanedanları daha çok sağlıklarını korumak için tıbba ve yazgılarını öğrenmek için de astrolojiye ilgi duymuşlar dolayısıyla bu ilimlerle uğraşanlara da yakınlık göstermiş, imkanlar sunmuşlardır.
“Çözemediğim tek düğüm ecel düğümü” diyen İbn-i Sina, Kakui Sultanı’nın Nedimi olması sebebiyle sultanın tüm seferlerinde onunla birlikte olmuş ve bir sefer sırasında Kolit hastalığına yakalanmıştır. Daha önce bu hastalığa yakalanan birçok kişiyi tedavi eden İbn-i Sina, kendine uyguladığı tedavide kullandığı ilaçlarda dozu ayarlayamayınca bağırsaklarında yaralar oluşmuştur. Son yıllarını ise bu hastalığın etkisiyle şiddetli baş ağrıları ve sara nöbetleri ile geçirmiş, Hemedan’da yaşama gözlerini yummuştur. 1037 yılında vefat eden İbn-i Sina arkasında 220 adet kadar eser bırakmıştır. O’nun zamanına kadar ”kan” ruhun yeri olarak bilinirken O, ilk defa kanın gıda taşıyan bir sıvı olduğunu keşfetmiştir. İdrardaki şekeri, sudaki mikrobu ve birçok hastalıktan korunmanın ve tedavi yöntemini, yüzlerce ilacı insanlığa kazandıran en değerli bilim adamı yine O’dur.
Binlerce hastaya şifa dağıtan İbn-i Sina aynı özeni kendisine göstermemiş
“Beden bir ruha muhtaçtır. Ruh varlığını sürdürmek için ne mekana ne de zamana muhtaçtır. Kara toprağın dibinden Zühal yıldızının doruğuna kadar kainatın dipten doruğa bütün müşküllerini hallettim, her hilenin her düzenin bağından sıyrıldım. Her düğüm çözüldü ama ecel düğümü, işte o öylece kaldı” demiştir. Ayrıca O, bilimi bu dünyada gördüğü kadar ölümden sonraki yaşamda da mutluluk için gerekli görmüştür.
İbn-i Sina’ya göre bilim:
“İnsanın kendini mükemmelleştirmesi ve Allah’ı bulması için gereklidir ve ölümden sonra ancak “akli ve ilmi lezzetleri” tatmak söz konudur. ”Bu lezzetleri ancak bilimle uğraşmış ve ahlaki bir hayat sürmüş kimseler tadacaktır.” Şeklindeki ilişki kurmuş olduğu ”akli tasavvuf” denilen sistemin unsurlarından biri olmuştur.
Sinema yaşamında ise 2013 yılında nefessiz izlediğim, Alman yönetmen, Philipp Stölzl tarafından kurgulanan ve beyaz perdeye aktarılan Der Medicus (Hekim: İbn-i Sina) adlı filmi de sizlere önermeden geçemeyeceğim.
Bunun yanı sıra 2014 yılında Türkiye’de ile ilk kez, İbn-i Sina’nın “El Kanun-i fit Tıp” adlı eseri, günümüz Türkçesi ile yayınlanmıştır. Tüm yaşamını bilime ve bilimin öğrenilmesine adayan bir ölümsüzü kaleme almaktan son derece mutluluk duyduğumu belirtmekle birlikte, bir başka yazıda bir başka ölümsüz yolcuda buluşmak dileğiyle deyip sözümü yine İbn-i Sina’nın bilim ile ilgili bir sözü ile bitirmek istiyorum:
“Nefsini bilimlerle süslemeye çalış. Bilimden başka her şeyi bırak. Bilimde her şey vardır. İnsanın ruhu kandil ve bilim onun aydınlığıdır. İlahi hikmet de kandildeki yağ gibidir. Bu yanar ve ışık saçarsa sana diri denilir yanmaz ve karanlık kalırsa sen ölü sayılırsın.”
Daima bilim ile mutluluk ile kalınız…
Kaynaklar:
- Wikipedia
- Dua Edin.com/Mehmet Naci Bolay, İbn-i Sina (Ankara 1998), s.80-81.
- İbn-i Sina Belgeseli-Asya’nın Kandilleri-Erk Tv
- Aklımıza Düşünce- Bir İbn-i Sina Masalı
- hikayeler.net-Felsefenin Dehası İbn-i Sina
- Türk Halk Hikayelerinde İbn-i Sina-Ahmet Ateş
- Derszamani.net-Ebu Ali Sina Hikayeleri
- dergiler.ankara.edu.tr- İbn-i Sina’nın Türk ve Dünya Tarihindeki Yeri/ Prof.Dr. Yahya Akyüz
Şems’ten Doğan Güneş: Mevlana