Türkiye’de kadın olmak

Türkiye’de kadın olmak zordur. 6 yaşındaki kızla evlenilebilir diyen bir din adamının olduğu bir ülkede kadın olmak… Bir babanın 14 yaşındaki oğlunun ilk deneyimini yaşaması için bir kadınla para karşılığında anlaştığı bir Türkiye’de kadın olmak…

türkiyede kadın olmak

Türkiye’de kadın olmak

Kadın, kadın olmak…


Ne kadar zor bir meziyettir herhalde, öyle değil mi? Dünyada olduğu kadar Türk toplumunda da bir o kadar zor ve meşakkatli bir cinsiyet…

O kadar zordur kadın olmak…

Evet, dünyada zordur ama Türkiye’de bir başka zorluğu vardır kadın olmanın…

Kadın, Türk toplumunun tarihsel birikimi içerisinde o kadar zor, sancılı dönemler geçirmiş ki Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de takdirlerine mazhar olmuştur…

Mustafa Kemal der ki:

“Dünyada hiçbir milletin kadını, ‘Ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar gayret gösterdim’ diyemez.”

Mustafa Kemal, dünyadaki birçok demokratik ülkeden çok daha önce kadına, seçme seçilme hakkını vererek toplum içinde çeşitli roller biçmiştir.

Kadın, 1930 yılında belediye seçimlerine katılma hakkı; 1934 yılında da tam anlamıyla siyasal haklara kavuşmuştur…

Tarihte özellikle Köy Enstitüleri ile birlikte kadın, biraz daha güçlenip kimlik kazanmış, toplumdaki yeri bir nebze olsa etkisini artırmıştır; ancak sosyal yaşam içerisinde bu etkinliğin artığından bahsetmek oldukça zordur!..

Biliyoruz ki yüzyıllardır ataerkil bir toplum olan Türk Milleti‘nin tarihte bir üçlemesi vardır: At, avrat, silah.

Savaşçı bir toplum düzenindeyken kadının da erkeğin yanında önemli görevler üstlendiğini söylemek zor olmasa gerek! Kılıç kuşanması, ata binmesi gibi… Yani eski Türk toplumlarında kadının tek görevi “çocuk doğurmak” değildi. Bunu da görev olarak tanımlamak ne kadar doğru bu da tartışılır. Sanki bir mecburiyet hissi doğuruyor; doğurmayı gerçekleştirmezse görevini (!) yapmamış oluyor!..

Kadın olmak için kriter, doğurganlığı mıdır?

Doğurmazsa, kadın değeriyle bakılmayacak mı? Kadın olmak için kriter, doğurganlığı mıdır? Onun, dünyaya bir çocuk getirmesi midir?

Toplumumuzda maalesef bu durum kadın olmak için bir ön şart, bir zorunluluk olarak algılanıyor. Yeşilçam filmlerine de konu olmuştur bu durum… Erkek, sevdiği kızla evlenir, mutlu olur… Zaman geçer, erkeğin ailesi tarafından baskı oluşur ve artık söylenilmeye başlanır: “Neden çocuk olmuyor?”

İşte burada fırtına kopar. 9 ay 15 gün geçmişse yahut güzün evlenip yaza çıktığınızda çocuk olmamışsa ya da çocuk olmuyorsa sonuç belli ve kesindir: “Döl tutmuyordur ve kadın kabahatlidir!” O kadar inançlı olan, Allah’a inanan birey, durumun Allah’tan geldiğini de yok sayarak suçlu olarak kadını görür ve onu sorumlu tutar. Tam bir zıtlıklar bütünüdür.

Çocuk olmuyorsa ne yapılmalıdır o zaman? Tabi ki kadının yenisi (!) gereklidir!

Erkeğin suçu (!) yoktur! Erkek tam anlamıyla kusursuz, hatasızdır! Çünkü erkek, “erk”tir!

Yani kudret, iktidar, güçtür! Kadın ise “ikinci sınıf”tır; toplumda söz hakkı olmayan, sözü önemsenmeyen bir varlıktır!..

Uçkur meselesi

Bugün toplumun geniş kesimine baktığınızda kimi yerlerde erkek “İslam, 4 kadına imkan veriyor, İslam’da bu var!” diyerek yapmış olduğu dini nikahlı evlilikleri masumlaştırabiliyor. İslam’ın, savaş durumlarında eşini kaybeden kadınlara bir zeval gelmemesi, onların korunup kollanması açısından bu evliliklere izin verdiğini düşünmeden erkek; beynini, sadece uçkuruyla bir görerek düşünebiliyor! Tabi bu da toplum içerisinde erkeğin (ona göre) “İslam’ın ‘kuma’ya izin verdiği” düşüncesini hakim kılabiliyor.

Bu arada dinde var olan savaş durumunda “korumak, kollamak” adına birden fazla kadınla evlenip cinsel münasebete girmek gerekli midir? Yani evlenmeden kadın korunup kollanamaz mı? Bu da ayrı bir konudur!..

Aslına bakılırsa erkeğin dünyevi zevkleri, toplumun taşlarını da yerinden oynatmaktadır.


Toplum çeşitli katmanlarında eğer çocuk olmuyorsa kabahat (!) kadına isnat edilir; ancak, erkek tekrar evlenebilir, çünkü erkeğin bir sorunu yoktur.

Eğer kadın, doğurup da erkek olmuyorsa erkek yine evlenebilir; boşanmasına gerek yoktur, kuma getirebilir; tam tersi olduğunda kadın, ötelenir, itelenir!.. Kadının kuma getirmesi durumunda ne olabileceğini hiç yazmıyorum!.. Halbuki dünyada çok kocalılık da bulunmaktadır. Bu evliliklere de “polyandry” deniliyor. Evlilik, en az iki, en çok 7 kocadan oluşmakta… Tabi bu grupların nedeni, nüfus oranını artırmak ve tarlada çalışacak insan gerekliliği… Türkiye’deki erkeklerin de nedeni belli! Uçkur meselesi

Eşlerden, kadın hayatını kaybetse erkek evlenebilir, toplum tarafından ayıplanmaz; kadının böyle bir durumunda ise kadın, şaşırmıştır.

Kadın boşanıp birkaç defa evlendiğinde “evlenmiş ve çocuklu” olur; erkek boşanıp tekrar evlenmeye kalktığında ise “o erkektir” olur.

Erkek aldatırsa onun yeri kürkçü dükkanı, kadın aldatırsa yeri önce Teşvikiye Camii sonra Zincirlikuyu olur!

Eve geç geldiğinde saatleri sayamayan Mehmet, “iş toplantısındaydım” ya da “Ahmet ile bir tek attık, fazla uzatma!” olur; Ayşe “15 dakika yan komşudan geç gelir” yanağı pişirilir, tabiri caizse “Ayşe kadın fasulye” olur.

Erkek, kız arkadaşı ile el ele gezerse annesi tarafından “aslan” olmak ile mükafatlandırılır; kız, erkek arkadaşı ile dolaştığında (kibarca) “saçı uzun aklı kısa” olur.

Genç kızın eve giriş saati akşam ezanıdır; erkeğin ise akşam ezanında nerede, ne yaptığı belli değildir.

Annesi, erkeğe; “Sen erkeksin, erkek yemek yapar mı; bulaşık, çamaşır yıkar mı?” der. Tuhaflığa bakın ki kızı evlendiğinde “Hayat müşterek değil mi? Bırak da biraz kocan yapsın!” olur.

Erkek ile kadın arasındaki ilişkiyi bölgeselleştirmemek, yöreselleştirmemek gerekir. Erkek, yine erkek; kadın, yine kadındır. Batı veya Doğu olarak ayırmamak gerekir; olay aynıdır sadece kavramlar farklıdır!..

Batı’da Selma komşusuyla kaçıp kocası tarafından öldürüldüğünde adı “aşk cinayeti” olur; Doğu’da, Rojin bunu yapıp öldürüldüğünde ise adı “töre cinayeti” olur.

Bu anlamda kadını, meta olarak görmekten çıkarmak toplumun temel hedefi olmalı ve bu durum toplumun tüm katmanlarına yayılmalıdır!..

Şimdi Türkiye’deki bir olaya gidelim…

Bir baba, 14 yaşındaki oğlunun ilk deneyimini yaşaması için bir bayanla anlaşmıştı!.. Haberi detaylandırmaya gerek yok!..

Başka bir olay…

Eğer Türkiye’de bir adam, konuyu hangi inanca dayandırırsa dayandırsın “6 yaşındaki bir kızla evlenilebilir!” diyorsa o adamın “şey”i ile beyni yer değiştirmiştir!..

İşte, ne zaman ki tüm toplum; çocuk, dünyaya geldiğinde sadece vücudundan 2 cm dışa doğru sarkan fazlalıktan (!) dolayı sevinç naralarından vazgeçip, yetiştirirken çocuğuna kız-erkek diye ayırt etmeden yaklaşırsa büyüdüğünde de biraz önce yukarıda ifade ettiğim durumlarda da kız ve erkeğin yaptıklarına da aynı tepkileri verecektir!..

Kısacası hayatta; fidanın tohumunu eken, ona su verip yeşerten, büyüten bir kadın; ama onun meyvesini de yiyemeyen yine başka bir kadın!

Sorgulanması gereken muhakkak ki erkeklerdir; ama erkeğin şekillenmesine yardımcı olan kadına da, kendisine sorması gereken soruların olduğunu da hatırlatmak yanlış olmasa gerek!..

İlgili yazılar

Cinsiyetçi şakalaşmalar kadına şiddeti körüklüyor


Cinsiyet Metaforu ve Kadın Üzerine


Erdal Kişioğlu
Kişioğlu, zıt düşüncelere sahip kişilerle tartışmayı seven ve her olaya bilimsel olarak yaklaşıp, olaylara septik yaklaşmaktan kaçınmayan biridir. Olayları derinlemesine incelemeyi ve yanlışın ortaya çıkarılıp doğruya nasıl ulaşılacağı konusunda fikir üretilip bunun üzerinden felsefe yapılmasını arzulayan biridir. Etik, ahlaki ve hukuki sınırları aşmadan herkesin, her ortamda eleştirilmesi taraftarıdır. Dogmatik düşüncelerden uzak; sormayı, sorgulamayı kendisine görev edinmiş ve bunun çabası içerisindedir… Her türlü bilgi alışverişine açık; farklı görüşlerin çarpıştıkça büyüyebileceğine ve kolektif düşünsel ürünlerin ikamesinin de olabileceğine inanmakta; halk için, halk yararına olan her şeyin de yanındadır…