Bilgiye ulaşmanın yeni metodu: Hissederek öğrenmek

Bilgiye ulaşma yöntemleri genel olarak “görsel” ya da “işitsel” yollarla olmaktadır. Şu anda genellikle “görsel” ve “işitsel” olarak ulaştığımız bilgilerin ışığında yaşıyoruz. Ya hissederek Öğrenmek?

Bilgiye ulaşmanın yeni metodu: Hissederek öğrenmek

Görsel ve işitsel bilgi

Bilgi olarak adlandırdığımız, bilincimize getirilen anlamlı verilere ulaşmanın çeşitli yolları vardır. İnsanoğlunun bilgiye ulaşma yöntemleri genel olarak “görsel” ya da “işitsel” yollarla olmaktadır. Şu anda genellikle “görsel” ve “işitsel” olarak ulaştığımız bilgilerin ışığında yaşıyoruz.

Doğduğumuz andan itibaren dünya ve evrenle ilgili bilgiler bilinçlerimize akmaya başlar. Başlangıçta bebekken dokunarak aldığımız bilgiler zamanla sesleri yorumlamaya, görünen maddeler ve olaylar arasında ilişki kurmaya yerini bırakır. Anne ve babamızdan aldığımız yeni bilgilerle bilincimiz gelişir. Bilgi, okul hayatıyla birlikte daha formal (resmi) bir şekilde verilmeye başlanır. Öğretmenimizi derste dinler (görsel-işitsel), sonra evde ders kitabımızı okuruz (görsel).


Beyne bu şekilde ulaşan bilgiyi alır ve yorumlarız. Klasik dünyamızda bugüne kadar bilgiye ulaşma yöntemleri hep bu şekilde olmuştur. Görsel ve işitsel duyularımızın dışında koklayarak, dokunarak ya da tadarak da bilgiye ulaşabiliyoruz. Mesela bir elmanın tadına ancak tadarak varabiliriz. Ya da bir gülün kokusunu sayfalarca da anlatsak okuyucuda bıraktığı his gerçek kokusunun yerini tutmayacaktır. Koklayarak ya da dokunarak elde edilen bilgiler görsel ve işitsel bilgiler gibi bilgisayarlarda muhafaza edilemezler. Ancak dimağımızda saklıdır o elmanın tadı, gülün kokusu…

Kör olmaktan neden korkarız?

İçinde bulunduğumuz sistem genel olarak bilgiyi görsel ve işitsel yollarla öğretmeye alıştırmıştır bize. Tüm eğitim sistemi de buna göre ayarlanmıştır. Adına toplu olarak medya dediğimiz iletişim araçları, şu anda okuduğunuz yazı, hepsi alışageldiği üzere görsel ya da işitsel yollardan bizlere sunuluyor.

bilgiye ulasmak hissederek ögrenmek

Madde dünyasının bilgilerini bu şekilde elde ediyoruz. Matematiği, fiziği, tıbbı, edebiyatı hep bu şekliyle öğrendik. Bunların yanı sıra bilinçli olmadan dokunarak ya da koklayarak da bilgiye ulaştığımız zamanlar çok oldu. Sistemin içinde bedenlerimiz büyürken farkında olmadan bilgiye ulaşma yollarımızı da kısıtlamış olduk. İşte o yüzden içinde yaşadığımız madde dünyasında kör kalmaktan bu kadar çok korkuyoruz. Çünkü bütün beynimiz gözümüzle yaşamaya o kadar alıştı ki eğer gözlerimizi kaybedersek gerçekten ne yapacağımızı bilemeyiz.

Bugüne kadar aldığımız tüm bilgiler bir anda işe yaramaz hale gelecek ve bir bebekten farksız olacağız. Ya doğuştan kör olanlar? Onlar bilgiyi farklı bir pencereden alırlar. Bugün biz ne kadar varsak bu dünyada onlarda o kadar varlar. Kalabalığın içinde bir körün korkusuzca yürüyüşünü gördünüz mü hiç? Yoğun trafikte bir arabanın altında kalmadan nasıl karşıdan karşıya geçebiliyor? Ve nasıl yıllardır bunu tekrar ettiği halde hala hayatta? Biz göz göre göre kaza yaparken ona nasıl bir şey olmuyor? Çünkü o bilgiyi farklı kanallardan aldı. Bu noktada aslında hepimizin ruhlarında var olan ama içinde bulunduğumuz dünya tarafından devamlı bastırılan bir bilgiye ulaşma çeşidinden bahsedeceğim…

Hissederek öğrenmek…

Bütün bilgilerin okuyarak öğrenilemeyeceği aşikâr. Bazen de gezerek öğreniriz. “Çok gezen mi daha çok bilir yoksa çok okuyan mı?” diye bir söz vardır. Ben bu söze bir madde daha eklemek istiyorum: “Yoksa çok hisseden mi daha çok şey bilir?” Hissederek öğrenmek de bir öğrenme metodudur. Biz modern insanların uygulamayı unuttuğu bir metot…

Üstelik hissedişle gelen bilgi evrensel bilgidir. Evrenin hangi katmanından geldiğini bilmediğimiz hisler, duygular, içgüdülerimiz hayatlarımızdaki en köklü hareketleri yapabilecek güçtedir. Hayatımızda anlam veremediğimiz, içimizde hissettiğimiz sıkıntıların gerçek cevabı işte bu bilgilerde saklıdır. Bu bilgileri matematikle ya da coğrafyayla öğrenemeyiz. Bu bilgilere ulaşmanın tek yolu hissetmektir.


Kendimizi tamamlamak için bu bilgilere muhtacız. Her ne kadar hissederek öğrenmenin bilgiye ulaşmanın yeni yöntemi olduğunu söylesek de insanlığın varlığından beri bu yöntem mevcuttu aslında. Fakat eskiden insanların sadece çok küçük bir kısmı evrensel bilgiye ulaşabiliyordu. Zen rahipleri, evliyalar, kutsal kişiler vs. Fakat ben şimdi diyorum ki hepimiz bu bilgiye ulaşabiliriz. En azından ulaşabileceğimizi bilmeliyiz. Sizden ateşin üzerinde yürümenizi istemiyorum. Sadece kendimizle ilgili olan sırları, hayatın anlamıyla ilgili soruların cevaplarını ancak hissederek bulabiliriz diyorum.

Sizleri iç dünyamıza yolculuğa çağırıyorum. Oradan gelen bilgiler en net ve doğru bilgilerdir… Osho’nun çok sevdiğim bir sözü var: “İnsanlar tüm yaşamları boyunca hayatın anlamını arayıp dururlar. Halbuki hayatın bulunabilecek bir anlamı yoktur. Hayatın sonsuz sayıda anlamı vardır. Her birey kendi hayatını kendisi anlamlandırır.”

Hissetme kabiliyeti nasıl artırılabilir?

Hissetme kabiliyetimizi artırmak için meditasyon yapabiliriz. Benim bildiğim en iyi hissediş yoludur meditasyon. Meditasyon bu satırlara sığmayacak kadar geniş bir konu olduğu için çok detaya inmeyeceğim. Artık insanlık hissediş çağına ulaşmak için yeterli aşamaya geldi.

Bundan yüz yıl önce Anadolu’nun bir köyünde her şeyden bihaber yaşayan bir  köylüye meditasyondan bahsetmek saçma olabilirdi belki. Ama artık günümüzde nasıl meditasyon yapılacağını öğrenmek internette sadece bir tık ötemizde. Bizler henüz farkına varamasak da şu anda o köylüden daha farklı bir boyutta yaşıyoruz.

Bu boyut farkındalık boyutudur. Daha doğrusu farkındalığın dördüncü boyutu diyebileceğimiz hissediş boyutudur. İçimizdeki varoluş sancıları farkındalık boyutuna geçişimizin belirtileridir aslında. Bu aşamada tüm metotları bir kenara bırakıp hissederek öğrenme metodunu daha etkin kullanabiliriz.

Hayatın anlamını pozitif bilimle çözemeyeceğimiz aşikar.

Çünkü “anlamak” olayı zaten başlı başına soyut bir durum. Hissederek öğrenmeyi bir metot olarak uygularsak zamanla telepati yeteneklerimizin de arttığını göreceğiz.  Bu sadece birkaç kişinin yapabileceği özel bir durum değildir! Hepimizin içinde var olan hissederek öğrenme yeteneğidir…

Görsel ve işitsel yollardan öğrenmeye alıştığımız için telepati kurmak bize doğaüstüymüş gibi geliyor. Hâlbuki bu bizim en doğal ve saf halimizdir. Gelecekte çocuklarımız telepati yoluyla iletişim kuracaklar.


Onlarla etkin iletişim kurabilmek ve yeni dünyaya adapte olabilmek istiyorsak, hissederek öğrenmeyi bir metot olarak kabul etmeli ve bilinçli olarak nefes egzersizleri, meditasyon gibi tekniklerle bunu şimdiden yapmaya başlamalıyız. Hem böylelikle evreni daha iyi idrak edebilir ve içimizdeki sevginin gücünü ortaya çıkartarak içinde yaşadığımız ortamı sevgiye yönlendiren daha etkin bireyler olabiliriz…

Genetik bilgi: Hücre ve genlerin yaşamsal gizemleri


Cem Özüak
1978, İstanbul doğumlu. 1998'de Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf bölümünden, 2002'de Anadolu Üniversitesi İktisat bölümünden mezun oldu. 2011'de Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler Anabilim Dalı Kişilerarası İletişim bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Uzun yıllar bankacı olarak çalıştı. Kişilerarası İletişim Uzmanı, Mentör, Yaşam ve Yönetici Koçu, Stratejik Pazarlama ve Yönetim Danışmanı olarak çalışmalarına devam ediyor. Kişi ve kurumlara iletişim eğitimleri veriyor.