Mağdur edebiyatı hem kadınlar için hem de onların yetiştireceği kişiler için güzel sonuçlar doğurmayacaktır. Her taşın altından başkasına bir suç bulmanın, başına gelen her belaya sebep olarak başkasını göstermenin, var olan bir suç için sadece karşı tarafı suçlamanın kimseye faydası yok. Sorunu çözmeye de zerre faydası yok.
Hani bazı konular vardır… Dudakların arasından mırıldanır, bir cümle edildikten sonra sanki içeriye bir yabancı dahil olmuş gibi hemen sus pus olunur gibi bir cümleden sonra konuşma biter. Tartışılmaz, sohbetin içine sokulmaz, sigaranın, çayın, kahvaltının, kahvenin muhabbet konusu edilmez ya, işte mevzu bahis olan kadın konusu da maalesef ülkemizde konuşulması yasaklı olan bir konu gibi söz edilmesi, münakaşa edilmesi zor, gelecek tepkilerden dolayı konuşmaktan korkulur bir konu halindedir.
Bu cümleyi okuduktan sonra “kardeşim ne alakası var, sen hangi davanın yaygarasını yapıyorsun?” diyen bazıları çıkabilir. Yalnız sokakta, kahvede ya da evinde bu konuyu ele alıp dilediğince eleştirmek gayet kolay ama yazarların, çizerlerin, aydınların, düşünürlerin ve benzeri kitlelere dahil olanların kadınlar hakkında söyledikleri en ufak tenkit bile hemen karşıt tepkiler alıp kişi ve düşüncelerinin ayaklar altına alınmasına kadar gidebiliyor. Bahsettiğim mevzunun örnekleri oldukça fazla. Uzatmaya gerek yok bu satırları okuduktan sonra saçmalamış, abartmış, boş boş yazmış işte diyenler çıkıyorsa eğer bu sözler yukarıda belirttiğim iddiamı ispatlar nitelikte oluyor.
Sorunun sebebi insan
Ülke gündemini ele aldığımızda bazı kemikleşmiş meselelerimizin arasında kadın meselesi şu veya bu şekilde sürekli olarak gündemimizde kalmayı başarmış bir sorun ve sıkıntı halindedir. Durum böyle devam ettiği sürece de gündemde kalacağı kesin gibi. Ama gözlerimizi biraz ülkemizden kaldırıp dünyaya çevirdiğimizde, Avrupa’yı, Amerika’yı, Asya’yı, Afrika’yı yakın mercek altına aldığımızda kadına yönelik maddi ve manevi şiddetin sadece bizim ülkemize has olmadığını göreceğiz. Sıkıntı coğrafyada, sınırlarda, havada veya kimliklerde değil. Sorunun sebebi maalesef insanlarda.
Tek suçlu erkek mi?
Bu zamana kadar kadınlar genellikle yaşadıkları sorunlar için erkeği müsebbip göstermiş; bu sebebin doğuşu, büyüyüşü ve oluşması sürecinde oynadıkları aktif rolü eleştirme kısmına geldiklerinde ise tabiri caizse dillerini bibere değdirmekten uzak durmuşlardır. Şimdi eğriye eğri doğruya doğru deyip cümlemizi bu minval üzerine kuracak olursak, maalesef kadın da kusursuz bir varlık değil. Gönül isterdi ki olsun ama hiçbir varlığın olmadığı gibi kadın da kusursuz değil. Bu kusurların bazıları inanın “o kadar kusur kadı kızında da olur” cinsinden de değil. Eski, yani bundan iki kuşak öncesi nasıl yetişti, nasıl yaşadı, nasıl düşündü tam olarak bilmek pek mümkün değil ama tahmin edilebilir bir şey olduğunu gerek okuduğumuz kitaplardan gerek izlediğimiz belgesellerden gerekse bize anlatan büyüklerden bilmek mümkün. Benim değinmek istediğim ve eleştirmek istediğim konu; kadının manevi yönünü yani ruhsal, düşünsel ve fikirsel yönünü ele alıp usulünce eleştiri tahtasının üstüne yatırmak.
Cumhuriyet dönemi kadınlarından günümüze
Türk kadınında özellikle Cumhuriyet döneminden sonra gelişen ve geliştikçe hem kendini hem de çevresini yıpratan konuların başında geliyor mağdur rolünü oynamak. Ne kadar inkar edersek edelim bu gerçek, muhatabı olduğu kesimin yüzüne her daim vurmakta. Göz ardı edilen durum ise Cumhuriyet dönemi kadınları hayat sahnesine mağdurluk rolüyle çıkmıyor aksine kendilerine mağdurluk vasfını kesinlikle yakıştırmıyorlardı.
O dönemde toplumun atak kadın kesimi, istediklerini elde etmek için mağduriyet ile kadınlık olgularını yan yana getirerek elde edebilecekleri bazı toleransları bir kenara itip kadınlık, azim, kararlılık ve çabalama olgularını sırtlarına yükleyip istediklerini elde etme yolunda bilinçli olarak ilerliyorlardı. Günümüzde ise tüm kadınlar olmamakla birlikte, özellikle pozitif ayrımcılık laflarının sakız gibi ağızdan ağza dolaştığı bu günlerde kadınlar başlarına gelen gelmeyen her türlü durum ve olay karşısında mağdur gözükmeyi ve mağdur rolünü oynamayı maalesef yaşam şekli haline getirmiş bulunmakta.
İçinde var olan gerçek ve asil gücü kullanıp onunla gerçek anlamda zafer ya da mağlubiyet kazanmak yerine işin kolayına ve klişe olanına kaçmakta. Hadi buna da parantez açalım ve şunu ekleyelim; bazı kadınlar ise bunu bilinçli bir oyun halinden daha çok beynine eklediği düşüncelerin yönlendirmesi sonucu yapıyor. Bu düşünceler nedir diye sorarsanız; kadın şöyledir, kadın budur, kadın şunu yapabilir, bunu yapamaz gibi sınırlamalar veya bir kalıba koyma çalışmalarıdır. Yani bazı kadınlarda mağdur rolü oynamak bir nevi öğrenilmiş çaresizlik gibi bir haldedir. Oysaki var olmak, toplum içindeki kendini belirlemek, kendine uygun gördüğü yerde olmak, öğretilenler veya söylenenler doğrultusunda değil; öğrenilen, benimsenen, deneyerek yani çabalama sonucu elde edilen bilgi, beceri ve kazanımlarla olur. Yani kadın hak ettiği değeri görmek, istediği yerde olmak istiyorsa bunu tırnaklarını kazıyarak elde etmeli ve yakalarına yapışan bazı yaftalardan kurtulmak istiyorsa bu başarıları elde ederken zayıflık ya da zaaf olarak nitelendirilen her şeyden uzak durmalıdır.
Gelgelelim daha özele inelim. Kadınların beklentileri ve beklentilerini karşılayacak olan kişileri belirlerkenki ortaya koydukları kıstaslar da kadınların yaşayış biçimlerini belirlemekte. Bu cümlenin altını birçok şeyle doldurabiliriz. Örneğin erkekten sevgi beklemek, değer görmeyi beklemek, aramasını beklemek, daha fazla ilgi göstermesini beklemek, kibar olmasını beklemek, beklemek, beklemek… İşte asıl sıkıntı bu beklentilerde. Beklemek ummak demektir, ummak demek acizlik demektir. Mağdur edebiyatına başlanılan nokta ise işte bu acizlik noktasıdır. Başka bir yerden ele alalım. Kadınların bir kısmında var olan ve devam eden üstünlük arayışı… Bunu bu zamana kadar erkekler yaptı. Günümüzde ise kadınlar yapıyor.
Her üstünlük arayışı, bir eziklikten kaynaklanır
Birçok konuda erkeklerden daha üstün olduklarını ve daha başarılı olabileceklerini söylüyorlar. Bu cümlenin de altını dolduralım, kadınlar erkeklerden daha iyi ülke yönetebileceklerini, daha iyi çalışabileceklerini daha fazla üretebilen ve daha kaliteli ürünler ortaya koyabilen varlıklar olduklarını iddia etmektedirler. Bu noktada bilmemiz gereken ise her üstünlük arayışının aslında bir eziklikten kaynaklanmakta olduğudur. Oysaki kabul edilmiş ve devamlı savunuculuğu yapılan bir eziklik ise yine acizlikten kaynaklanmakta. Yani aslında kadınların oynadıkları veya oynamak zorunda oldukları, oynamayı yaşam şekli haline getirmiş oldukları mağdur rolünün, mağdur edebiyatının kökeninde benimsenmiş, kabul edilmiş bir acizlik yatmakta. Ve kadının yakasına yapışan bu mağduriyet yaftasından kurtulması için yapması gereken ilk şey içinde bir yerlerde hapsettiği acizliğin aslında olmadığını ve olmayacağını kabullenmesinden ve ona göre hareket etmesinden geçiyor.
Gerçek şu ki kadın aciz değil. İnsanlık bakımından hemcinsi olan erkekten zerre farkı yok. Sadece yapması gereken şey birilerinden bir şeyler beklemeyi bırakması. Bir şeyin olmasını istiyorsan, gerçekten hak ettiğine inanıyorsan onun için kadın olarak tüm gücünle savaşmalı ve elde etmelisin. Senin sevilmek için, değer görmen için, üstün olduğunu kanıtlaman için başkalarından bir şeyler beklemene, başkalarının sana onay vermesine gerek yok. Toplumun eleğinden geçmene, toplumun sınırlarında kalmana gerek yok. Sadece kendin olman ve kendin olarak ortaya bir şeyler koyman yeterli.
Kadının mağdur rolü gelecek nesilleri de olumsuz etkiliyor
Farkında olmasak da kadınların sergilediği mağdur rolü ilerleyen nesilleri de bir şekilde olumlu ya da olumsuz olarak etkilemekte. Hakikatte mağdur olmayan ama mağdur rolünü oynamayı seven ve bu tutum kolayına gelen bir annenin yetiştirdiği kız ya da erkek çocuğunun ilerleyen süreçte nasıl bireyler olarak hayatlarına devam edeceklerini düşündünüz mü hiç? Eminim bazıları düşünmenin ötesinde bizzat bu kişilere rastlamıştır. Zihinde oluşan bazı öğrenilmiş tutum ve davranışlarda aynı fiziksel özellikler gibi bir nevi genetik yollarla sonraki nesle aktarılmakta. Hatta bu konuda araştırma yapan bazı psiko-analizciler de var. Ezildiğini ve ezildiği için bazı şeylerden mahrum olduğunu düşünen bir kadının kızı veya oğlunun ilerleyen dönemde mağduru oynayan ya da bu yolla istediklerini elde etmeye çalışan bireyler olabileceğinin farkında mıyız? Sanmıyorum. İlişkilerinde aşırı hassas ya da bencil davranan kişilerin ebeveynlerinin arasında mağdur rolü oynamayı seven insanlar olabileceğini düşündünüz mü? Sanmıyorum.
İnanın bana maksat kadını suçlamak değil. Aksine kadının yerinin ve varlığının hem kendisi hem de kendinden sonra gelecek olan neslin üzerindeki önemi ve değeri. Genç kuşakların en birinci eğitmenleri kadınlar yani annelerimiz. Bu sebepten ötürü bir karakter zayıflığı olan mağdur edebiyatı hem kadınlar için hem de onların yetiştireceği kişiler için güzel sonuçlar doğurmayacaktır. Her taşın altından başkasına bir suç bulmanın, başına gelen her belaya sebep olarak başkasını göstermenin, var olan bir suç için sadece karşı tarafı suçlamanın kimseye faydası yok. Sorunu çözmeye de zerre faydası yok. Şunu da belirtmek isterim, eleştirmek istediğim konu gerçek mağdur kadınlarımız değil, kadın mağdurların başına gelen sorunların sebeplerinin aslında kendileri olduğu gibi asılsız ve saçma bir suçlama değil. Suç kadar suçluda bellidir. Bundan dolayı gerçek anlamda mağduriyet oluşturan olayları, bu mağduriyetin içinde geçen kadınları eleştirmek asla ve asla niyetim değil. Değinmek istediğim asıl konu mağduru oynamak ve oynadığı mağduriyet rolünden kendine pay çıkarmaya çalışmak. Ama şunu belirtmekte fayda var. Suç ve kötü olaylarda maalesef cinsiyet diye bir şey yok. Ve dünya cinsiyet ayrımcılığının olumlu yönde yapılabileceği bir yer değil. Bu sebeple kadınlar kadın olarak ve bir birey olarak var olmaları için bir kadın olarak kadınca mücadele etmelidir.
İlgili yazılar
Kadınlar olarak şikayet etmekten başka ne yapıyoruz?
Erkeği güçlü görmek isteyen; toplum değil kadın
Genç kız ve talibi: Kadın önce kendine değer vermeyi bilmeli!