Bir zamanlar sadece başları kapalı olduğu için toplumda çeşitli haksızlıklara maruz kalan kadınlar, bugün istedikleri “özgürlüğe” kavuşmuş durumda. Ama bir zamanlar türbanın serbest kalması için kullandıkları özgürlük söylemlerini artık unutmuş görünüyorlar. Zaten bu mağduriyeti kullanarak iktidar olanların amacı da “gerçek özgürlük” değildi…
“80 yıl biz ezildik, şimdi sıra sizde”
Yakın bir zamana kadar dindar kesim, bazı çevrelerce banal bulunur; hatta başı örtülü kadınların sadece gündeliğe giden temizlikçiler olduğu düşünülürdü. Haliyle başı kapalı bir genç kızın üniversite okuması da o zamanlar oldukça yadırganırdı. Başörtülü kadınlar seçilme hakkından yararlanamadıkları gibi, çalışma alanında da haksızlığa uğruyordu. Ordu evlerindeki düğüne davetli olarak giden kapalı kadınlar kapıdan çevrilirdi.
1923’teki ilk Cumhuriyet Anayasası, resmi olarak bir başörtüsü yasağı getirmiyordu, ancak resmi kurumlarda başörtüsü ile çalışan da yoktu. Başörtüsünün tartışılmaya başlanması, 1960’lı yılların ilk yarısında başörtülü üniversite öğrencilerinin sayısının artmasıyla başladı. 1979 yılında irtica tehlikesi nedeniyle üniversitelerde saç kapatmak yasaklandı. 1984’te bu yasak kaldırıldı, 1987’de tekrar getirildi. Sayısının ne kadar olduğunu bilemiyoruz ama birçok genç kız, bu yasak sebebiyle yüksek öğrenimini bırakmak zorunda kaldı.
Laikliği korumak adına yapılan 28 Şubat 1997 müdahalesi, 8 yıllık zorunlu ilköğretim sistemine geçilmesini sağladı. Bu bağlamda İmam Hatip Liselerinin orta bölümleri kapatıldı ve İmam Hatip mezunlarının üniversitelerin her bölümüne girmesini zorlaştıran katsayı uygulaması getirildi. Tüm bunlar dindar kesimin kendilerini “Cumhuriyet ve laiklik mağdurları” olarak görmesini pekiştirdi.
Bu mağdur kişiler zamanla meclise girdiler ve iktidara geçtiler. Zamanında dini inançları banal bulan malum aydınlar artık iktidardaki dindarları koşulsuz onaylıyorlar. Bugün Türkiye’de ilkokul öğrencileri, öğretmeler, milletvekilleri hatta hakimler bile türban takabiliyor. 13 yıl önce sadece 77 bin öğrenci İmam Hatip’te okurken, bu sayı bugün 1 milyon geçti.
Başörtüsü ve türban farklılığı
AKP’liler her ne kadar ısrarla “türban” yerine “başörtüsü” kelimesini kullansa da bu iki kelime oldukça farklı anlamlar içeriyor: Anadolu köylerindeki kadınların başlarını tozdan korumak ya da güzelliğini fazla açığa vurmamak için saçını kapadığı işlemeli örtü, günümüzde yaygın olarak kullanılan türbandan oldukça farklıdır. Başörtülü kadınların saçının bir kısmının görünmesinde ya da gerekli durumda örtüsünü açmasında pek bir sakınca yoktur.
1960’lı yıllardan itibaren kullanılmaya başlanan, 1980’lerden sonra ise yaygınlaşan, genellikle renkli, ipek ve geleneksel başörtüsünden farklı olarak kendine özgü bağlama şekli olan örtüye “türban” deniyor. Bu bağlanma şeklinin geleneksel başörtüsünden ayrılan en önemli özelliği, saçın tek bir telinin bile gözükmemesine dikkat edilmesidir. Türban politik ve ideolojik bir sembol olarak görülüyor.
Siyasi araç haline dönüşmüş bir dinin birçok farklı şekilde algılanması şaşırtıcı olmasa gerek: Kadının kapanmasını emreden Nur Suresinin 31. ayeti beş farklı şekilde yorumlanabiliyor. Saçın bir telinin bile görünmesini günah sayanların yanında, 1990 yılında bombalı bir saldırıyla öldürülen Bahriye Üçok gibi Kuran’da saçı kapamanın şart olmadığını söyleyenler de az değil. Bu arada birinci yorumu yapanların aynı politik görüşü destekliyor olması da manidar…
Değişen özgürlük söylemi
Türbanın üniversitelerde yasak olduğu zamanlarda, bu yasağa karşı türbanlı öğrencilerle birlikte dindar kesimden olmadıkları halde, tüm özgürlükleri savundukları için, diğer kız ve erkek öğrenciler de başlarını kapatarak türban yasağını protesto etmişlerdi. Ne var ki daha sonraları başka özgürlükler söz konusu olduğunda, Anti-kapitalist Müslümanlar hariç, dindar kesimi meydanlarda pek göremedik. Bugünün AKP’lilerinin eskiden türban yasağı için söyledikleri özgürlük söylemlerinin aynısı, bugün başka konular için de söyleniyor, ama bu talepler iktidarın kulağına pek hoş gelmiyor.
“…Türkiye daha özgür olmalıdır. Bireylerin tercihleri mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bir insan hangi kılık kıyafetin içinde kendisini rahat hissediyorsa, özgür hissediyorsa bırakın o rahatlık içerisinde olsun. Devletlerin, yönetimlerin görevi bu değil mi? Vatandaşları rahat ve huzur içinde yaşatmak değil mi?” — TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin (AKP) / Ekim 2010
Politikada mağdur edebiyatı
1999 yılında milletvekili seçilen Merve Kavakçı, vekil yeminini etmeye gelen ilk türbanlı kadın oldu. O zamanlar bu durum Anayasa’ya aykırı olduğu için dönemin Başbakanı Ecevit, Meclis’in Anayasa’ya karşı gelme yeri olmadığını söyleyerek, Kavakçı’yı salondan çıkarttırdı. Kavakçı’nın vekilliği daha sonradan ABD vatandaşlığını Türk makamlarına bildirmediği gerekçesiyle düşürüldü. Türban mağduriyetini daha da güçlendiren bu olay, mağduriyet edebiyatı yapmayı seven politkacıların bugün bile hararetle kullandığı bir mazerettir.
“Ecevit, milli iradeyle TBMM’ye girmiş olan başörtülü bir hanıma, bütün erkekleri tahrik ederek, ‘bu kadının haddini bildirin’ demişti. Kürsünün önüne erkekler dizilmişti. Sanki Çanakkale geçilmez demek için. Halbuki o kadın milletvekili Çanakkale şehitlerini temsil ediyordu… Bugün kadınlarımız onurla TBMM’ye giriyorsa, bu AKP’nin kadınlara duyduğu saygının eseridir… Eski Türkiye’nin bütün kalıntılarını ayaklar altına aldık… Her birinizin özgürlüğü, bizim özgürlüğümüzdür. Bu salondaki başörtülü ve başı açıklar adına diyoruz ki, bir daha bu topraklarda, ne mecliste ne sokakta kimse kadınlık onurunu çiğneyemeyecektir. Herkes özgürce istediği gibi giyinecek, istediği şekilde düşünecek, istediği şekilde oyunu verip meclise girecek.” — Ahmet Davutoğlu / Mart 2015
Genel olarak yakın Türkiye tarihine baktığımızda her kesimden insanın bir şekilde mağdur olduğunu görürüz: Öldürülenler, sakat kalanlar, işini ya da ailesini kaybedenler… Ne var ki bunlar arasında en az eziyet çekmiş olan şüphesiz dindar kesimdir. Türban taktığı için nefret söylemine maruz kalıp öldürülmüş bir genç kızımız yoktur mesela. Çünkü bu topraklarda İslam en çok saygı duyulan kavramdır. Bu yüzden de bugünün siyaset arenasında “başörtülü bacılarımız” ile başlayan cümlelere oldukça sık rastlarız.
Bu arada AKP iktidara gelinceye kadar, türban konusu ülkemizde bu kadar büyük bir sorun yaratmıyor, medyanın gündemini bu kadar çok meşgul etmiyordu. Uzun zaman önce birçok alanda türban takılması sorun olmamasına ve mağduriyetin pratik olarak bitmiş olmasına rağmen, anayasal kanunun çıkartılması uzatılarak türbanın medya ve politika malzemesi olması uzatıldı.
Türban arttı, tesettür azaldı
En başlarda türban takma özgürlüğü ile kadınların ne demek istediği pek anlaşılmamıştı. Türban yasağının kalkması ve giderek daha çok kadının başını örtmesiyle ortaya çıkan manzara, bu söylemin ne anlama geldiğini net bir şekilde anlatıyor: Başını kapatmadığında, ait olduğu ataerkil kültür tarafından özgürlükleri kısıtlanan kadın, başını kapatınca daha özgür giyinmeye, daha cesur olmaya ve birçok alanda kendini ve güzelliğini da fazla göstermeye başladı. Kendilerine örnek olarak Başbakan, Cumhurbaşkanı ve birçok vekil eşlerini örnek alan bu genç kız ve kadınlarımız, şimdi eskiye göre gerçekten de daha özgür yaşıyorlar.
Mağduriyetiniz bittiyse…
Türkiye’de artık türban yasağı yok ama “türban sorunu” hala var. Türbana ve İslam’a dair asıl önemli sorular henüz cevaplanmadı, çünkü:
Türban takarak İslami değerlere olan bağlılığını ifade eden hakimin tarafsızlığına, öğretmenin sorgulama yeteneğine, doktorun işini tam yapacağına ve milletvekilinin sadece dindar kesimin değil, “millet”in vekili olduğuna inanabilir miyiz mesela? Türbanın cinsiyetçi bir sembol ve bir baskı aracı olarak kullanılmadığını söyleyebilir miyiz? Kadının giyiniş tarzı tecavüz sebebi olabilir mi? Kuran kurslarındaki çocuk tacizlerini nasıl açıklarız?
Kadınlar gerçekten kapanmak istiyor mu, yoksa aile ve çevre baskısı mı var? Türban ile başını kapatmak, bir kadını gerçekten özgürleştirir mi? 18 yaşın altındaki bir bireyin tüm dinleri tanımadan kendi ailesinin dini pratiğini yerine getirmesi doğru mudur?
Türban mağduriyetiniz bittiyse, türbanın samimiyetini konuşabilir miyiz artık?