Türkiye’nin birinci sorunu, ne para şişmesi enflasyon, ne Avrupa Birliği’ne bizi almamaları, ne o parti ne o fırka… Türkiye’nin birinci sorunu, hedefimizi şaşırmış olmamızdır! Türkiye’de vatan lafı unutulmaya çalışıldı ve hatta unutuldu. Böyle bin parçaya bölünmüş, özendirilmiş bir millet olmuşuz. Artık kimseye öz tarihi, Türk edebiyatı, Türk kültürü, şerefli Asya kökenimiz öğretilmiyor da onun için… Kimlik olmayınca, hedef nasıl olacak?
Türkçe olmadan Türk kültürü olmaz,
Türk Kültürü olmadan Türk Kimliği bulunmaz,
Kimliksizin öz güveni, özüne itibarı yoktur,
Özüne itibarı olmayanın haysiyeti olur mu?
Türk dediğin haysiyetsiz yaşayamaz.
Batılı, Türklerin kendilerine güvendikleri zaman pek çok işi başardıklarını görüyor. İçerden engellemelere rağmen halk, bu millet, bir sürü işin üstesinden geldi. Hatta başka ülkelere işçi olarak gitti, işveren oldu. Onun için bu içerideki ve dışarıdaki düşmanlar son derece endişe ediyorlar. Dolayısıyla bu düşmanlar, adım adım, bilhassa son elli yıldır hızlanarak “bu işi kökünden hallederiz” ile uğraşmışlardır.
Yıllarca Haçlı Seferleri yaptılar, bir türlü beceremediler; sonunda dediler ki; “Biz bu işi içten halledeceğiz”. Bunları içinden bozarsak, Türklük ve Müslümanlık şuuru bırakmazsak ve nihayet birbirine düşürürsek; dinini, dilini, tarih bilincini yok edersek, o zaman bu işi rahatça hallederiz. Türkiye’de işte bu plan yürümektedir.
Oktay Sinanoğlu, Türkiye’de şöyle bir gerçek olduğu öngörüsündedir; Tahsil ve iktisadi olarak alt tabaka olan gariban halk ya da köylüye indikçe onlar da daha bir derinlik, daha derin bir kültür vardır. Çünkü biz Asyalıyız. Ve bizim binlerce senelik bir kültürümüz var. Bu kültür hala bozulmamış halkta yaşıyor. Bu güzel tabakayı da bozmaya çalıştıkları için tehlikededir. Üst tabaka zaten çoklukla bozulmuştur. Amerika ya da Avrupa’da Türkiye’nin tam tersi bir durum mevcuttur. Oralarda üst tabaka bilgilidir, çalışkan ve yapıcıdır. Ama aşağıya indikçe barbar ve yabanidirler. Çünkü Batı kültürü birkaç yüz seneliktir. Devşirdikleri insan sayesinde, bu barbar kavimler elektronik cihazları yapmayı öğrenip ilerlemişlerdir. Batı bizden aldıkları ilimleri – devşirmeler sayesinde, bize karşı güç oluşturmak için kullanıp güçlendikçe bizi ortadan kaldırmanın yollarını aramaya başlamışlardır, ta 1700’lerin başlarında. Fiziki olarak Türklerle başa çıkmak mümkün değil, olsa olsa biz bunları başka türlü yıkabiliriz demişler. Araştırmışlar, bakmışlar ki Türk’ün kuvveti tasavvuftan, gelenek ve göreneklerinden, insanlık anlayışı gibi hasletlerden geliyor. Dolayısıyla biz bunları içinden bozarsak bu işle ancak böyle baş edebiliriz.
Ne kadar sürer demiş İngiliz; Biz belki torunumuz da sonucu göremeyecek, ama ondan sonrası için çalışıyoruz. İngiliz bu planla Hicaz’da Vahabilik gibi sahte bir mezhep kurdu. Şimdiki Suud Krallıkları da bunların torunlarıdır. Vahabiler, ilk iş olarak Hicaz’da bulunan 300 – 500 bin Türk’ü kestiler. İngiliz Hindistan’da da sahte Ahmedi mezhebini kurdu.
Nedir Hedef’ten kastımız; “Hedef Türkiye” ile Oktay Sinanoğlu kitabında neden bahsetmektedir?
Bir Musevi sözü; Ülküler bir yıldıza benzer, belki o yıldızı tutamazsın ama oraya doğru yürürsün.
İnsanoğlu ve insan topluluklarının bir özelliği vardır. Bir topluluğa topyekün gidecekleri bir hedef gösterildiği ve buna inandıkları zaman, o insan topluluğu ve toplumlar olağanüstü işler başarırlar. Tarihimiz de bunlarla doludur. Fakat bu insanların kendileri dışında bir ülküleri ve toplu olarak inandıkları hedefleri olmadığı zaman, aynı insan topluluğu tek tek her ferdi sadece kendi çıkarları peşinde koşan, darmadağın, birbiriyle uğraşan, başka hiçbir şeye merakı olmayan insan kalabalığından ibaret hale gelir. Oysa, insanın hedefleri kendisinin dışında ve üstünde, kendi kişisel çıkarları ve o çıkarlar peşinde koşmanın haricinde, toplumuna, milletine ve en önemlisi insanlığa yapabilecekleriyle ilgili olmalıdır.
Her ülkenin hedefleri vardır. Devletler de bu hedeflere doğru yürünmesinde öncülük ederler. Bu anlamda, Hedef Türkiye hem dışarıdan hedef, hem de Türkiye’nin hedefleri olarak çift manada kulllanılmıştır.
Peki, ABD’nin hedefleri var mıdır?
Amerika’dan bize ihraç edilen bütün devleti küçültme, özelleştirme, küreselleşme, serbest piyasa edebiyatına bakarak ABD’nin hedefleri olmadığını, devletin bu işlere karışmadığını söyleyebilir miyiz?
Bundan 40 yıl önce ilk bilgisayarlar koskoca oda büyüklüğünde, milyonlarca dolar maliyetinde devasa şeylerdi. Sonra bir baktık daktilo makinası kadar Apple bilgisayarlar… Ardından birkaç yıl sonra Pc’nin yayılması ile sonunda herkesin bir bilgisayarı oldu. Anadolu’yu dolaşırken görüyoruz, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, dağın en tepesinde bir kasabada bile internet kafeler var. Türkiye, dünyanın her yeri gibi gelişiyor.
Amerika’da bu gelişmelere yol açan J.F. Kennedy, milletine hedef gösterdi ve dedi ki; 10 yıl içinde ay’a gideceğiz. 1963 öncesi düşünün! O zamanlar herkes olur mu hiç dediyse de kaynaklar sağlandı, büyük çapta ve birçok sanayi, araştırmacı, üniversite yani herkes hedef için gerekli olan bir sürü bilim ve teknolojileri geliştirmek üzere yoğun bir çalışmanın içine girdiler. 10 sene olarak hedeflenen iş 7 senede bitti. Şimdi, füzeleri göndermek için biliyorsunuz bir güdüm sistem ve bunu yönetecek bilgisayarlar lazım. Şu iki oda dolusu bilgisayarı füzeye koyarsak yerinden kıpırdayamaz diye o sıralar geçirgeç yani transistor icat edilmişti ki onu da kullanarak çok küçük ama güçlü bilgisayarlar ortaya çıktı, bu uzay meselesi için. Bu gelişmeler sırasında Ay’la hiç alakası olmadığı halde bir sürü yan sanayi de doğmuş oldu. Dünyada şu anda iki büyük yeni teknoloji mevcut: biri moleküler biyoloji, diğeri bilgisayar – elektronik – iletişim teknolojisi. Bu bağlamda bizim ulusal hedeflerimiz olmalı çünkü savunmamız buna bağlıdır. Yeni savaşlar bilgisayarlarla oluyor. Üstelik, uzaktan kumandayla uçakları, taşıtların çiplerini etkilemek mümkün; bir ülkenin elektrik üretme merkezlerini, iletişim ağlarını felce uğratmak da kabil…
Her ülkenin milli değerleri olduğu gibi, her sahada milli hedefleri, siyaseti ve milli siyasetleri de vardır.
Hristiyan – Müslüman İlişkileri nereye gidiyor?
Avrupa’da Müslüman düşmanlığı tarihten beri çoktur, yaklaşık bin yıldır böyledir. İslam ülkelerine karşı bir “Hristiyan Cihadı” yani Haçlı Seferi açılmıştır. Bu son Haçlı Seferi de 100 senedir devam etmektedir. Bu olaylar son noktayı koymadır. İslam ülkeleri zaten perişan durumdadır. Ayrıca hepsinin başında dışardan ayarlı krallar vardır. Sahte neft yağı (petrol) bunalımı olduğu zaman Amerika “Bu petrol niye Arapların oluyormuş? Gidelim oraları fethelim” diyebiliyor, zaten denetimlerinde olan petrol bölgesine. Afganistan’daki savaşın sonucu Amerika’nın bu sefer de Orta Asya, Kafkasya petrol, doğalgaz, maden kaynaklarına ve o bölgeye yerleşmesi olacaktır. En başta da bu bölgelerin kapısı durumundaki ülkeler olan Türkiye, Pakistan ve Afganistan vardır. Bu konuda çok dikkatli olmamız gerekir.
Hedefler gerekli ve milli siyaset için olmazsa olmaz!
Küresel dünyada, ulusal hedeflerin olması daha da önem kazanmıştır. Küreselleşme yani evrenselleşme iyi bir şeydir, şöyle ki eşit haklara sahip, eşitler arasında olmak kaydıyla. Biri bir şeyi dayatıyor, diğeri de her şeye boyun eğmek zorunda kalıyor ve buna alışıyorsa o zaman bu küreselleşme değildir. Bunun adı; Sömürgeleşmek, müstemlekeciliktir. Sömürgede bir devletin kaynaklarını, tarım ürünlerini alıp götürür, kendilerine ait kılar ve insanlarını köle gibi kullanırlar.
Türkiye’de vatan lafı unutulmaya çalışıldı ve hatta unutuldu. Vatan topraklarının yabancılara gönüllü olarak teslim edilmesi yani beyinleri götürmek suretiyle ülkenin toprakları üçlü hükümet zamanında ve hızla istimlak edilmiştir.
Türkiye’nin birinci sorunu, ne para şişmesi enflasyon, ne Avrupa Birliği’ne bizi almamaları, ne o parti ne o fırka… Türkiye’nin birinci sorunu, hedefimizi şaşırmış olmamızdır!
Milletçe sormamız lazım, Atatürk’ten beri bu milletin hiçbir hedefi, gayesi var mı? Ne olmalı? Yoktur!
Birileri dayatıyor, illa küçük Amerika olacağız, illa Avrupalı olacağız! Nedeni yok, başka bir şey yok! Onun için de millet gittikçe dağılıyor ve birbiriyle uğraşmaya başlıyor. Ve en önemlisi, dışarıdan oynadıkları oyunlar çok kolaylaşıyor! Çünkü milli bir hedef yok. İnsanları birleştiren bir şey yok. Atatürk’ten beri yok!
Böyle bin parçaya bölünmüş, özendirilmiş bir millet olmuşuz. Artık kimseye öz tarihi, Türk edebiyatı, Türk kültürü, şerefli Asya kökenimiz öğretilmiyor da onun için… Kimlik olmayınca, hedef nasıl olacak?
Bakın! Birkaç gücün Türkiye üzerindeki hedeflerine!
Tarihçiler inceliyor, Batı’nın son 500 yıldaki sömürgelerini. Hepsinin ortak noktası ne biliyor musunuz? Dilini, dinini, gelenek göreneklerini yok etmek! Etniğini, tarih bilincini, kimliğini yok etmek! Köle ruhlu yapmak açıkçası. En korkunç sömürgeleşme biçimi; beyinlerin, gönüllerin sömürgeleşmesidir. Ondan sonra, sen bağımsız gibi olsan bile ilelebet köle olarak kalırsın. Onun için yaparlar bunu. Listede Türkiye yok, uyanmasın diye… Afrika bile uyandı! Söylemezler ama Türkiye’de 15 kalemin hepsi yapılmıştır. Hatta daha fazlası bile…
Bu büyük güçler, bizimki gibi gariban ülkelere musallat olmuşlar. Aslında bir şeyimiz gariban değil Allah’a şükür, ne tarihimiz gariban, ne dilimiz gariban, hatta ne iktisadi durumumuz gariban, ne coğrafyamız, ne insanımız gariban. Ancak kafalar garibanlaşmış, hatta perişan olmuş. Çünkü kafalar köleleştiriliyor, kafalar sömürgeleştiriliyor.
Türkiye desin ki: “Ben niye Avrupalı olacakmışım? Sizin tarihiniz katliamlarla doludur, 200 – 300 senelik bir tarihiniz var, o da öyle hunharlıklar, barbarlıklar, yamyamlıklardan geçer, bugün bile öylesiniz”. Birden elektronik aletler kullanmayı öğrenmiş, insanlıktan uzak barbarlar! Onları küçümsemiyoruz ama şu Batılı’ya iyi bakın, tanıyın. Ben niye onlar gibi olayım? Onlar benim tarihime, derin kültürüme ve insanlık anlayışıma özeniyor ve çeşitli oyun, senaryolarla Türk adını tarihten silmeye çalışıyorlar. Ortaçağ sonunda bu Avrupa’ya, bu kara cahil, yobaz, temizlikten haberi olmayan, vebadan kırılan perişan Avrupa’ya bilimleri öğreten Türklerdir. Matematiğin birçok dalını icat eden Türk matematikçileridir. Batı’ya cebiri de, kimyayı da, gökbilimini de, ruh bilimini de biz öğrettik. Kendimizi, tarihimizden, atalarımızdan aldığımız manevi güçle, ileriye bakarak toparladığımız zaman Batı’ya, dünyaya gene çok şey öğretiriz.
Bizim tarihimizden gelen bir de gönül tarafımız var, insanlık tarafımız var! Batı’ya kaç kere öğrettik, yine unuttular, yine öğretmek bize düşüyor.
Dünyada gelmiş geçmiş en büyük medeniyeti kurmuş kimlerdir biliyor musunuz? Çin sınırında, fiziken de katliamdan, soykırımdan geçirilmekte olan Uygur Türkleridir. Uygur Türkleri binlerce yıl evvel, o zamanın en yüksek teknolojisini, hayret ettirecek derecede tarım teknolojisini, sulama tesislerini, edebiyatı, felsefeyi ve bilimleri icat etmişlerdir. Bu gelişme zamanla ondan sonraki Türk devletlerine geçmiş, daha sonra da İslamiyet’in kabulü ile, derin ve köklü medeniyet olan Asya medeniyeti, İslam dünyasına getirilmiştir. Eğitimin gayesi, insanı kendisi ve toplumu, halkı ve milleti için değer yaratacak düzeye getirmektir. Fakat eğitimin ikinci gayesi ise bir milletin geçmişiyle geleceği arasında köprü kurmaktır. Yoksa geçmişine bir makas atıp ondan sonra toplumun köksüz, darmadağın bir kuru kalabalığa dönüşmesine göz yummak değildir.
Yabancı dil öncelikle dünya dili diye bize yutturulan İngilizce dilinin, şimdinin özel okullarında ya da kolejlerinde ana dil olarak okutulmasındaki amaç ve süreç de öncelikli hedeflere, planlara dahildir!
Çünkü, bir ülke eğitimiyle yok edilir. Bu yüzden Atatürk eğitimin üzerinde çok durmuştur. Devletleri, milletleri bir arada tutan dildir. Dilin yaşaması eğitime bağlıdır. Bir dil ne kadar sahada kullanılırsa o kadar dil olur. Her gün terör olayları anlatılıyor haberlerde. Ne kadar şehit oldu, şu oldu bu oldu. Bu yeni olan bir olay değildir ki! 70 senedir hedeflenendi! O zamandan beri niye kimsenin sesi çıkmadı…
Türkiye’de 53 seneden beri, dilini kaldırırsan (yok edersen), eğitim dilini yabancı dile sömürgecinin diline verirsen ne olur?
İşte bu yok etmeler, Atatürk’ün doğru örnek olsun diye kurduğu Türk Maarif Cemiyetini, sonradan İngilizlerin de çengel atmasıyla, koleje çevrilmesiyle olmuştur.
İsmet İnönü’nün kültür danışmanı der ki 1930’larda; “Avrupa’da ve Yunan Latin kökünün kültürü olmadan, bunlara sahip olmadan, hatta kendi kültürümüzü, müziğimizi dinlemememiz gerekir. Bunları Avrupa kültürünü sindirmeden adam olamayız”. Böyle bir yerden yola çıkmış olmamız, kafaların hangi dönemlerden ve içten sömürülmeye başlandığının apaçık örneğidir aslında.
Dünyada bugün ne yazık ki birçok anadil ölüyor, yalnız anadil mi o yurtların kimlikleri de yok oluyor aynı zamanda, tarihe gömülüyor bir bir… Oysa dünyada çeşitli kültürlerin, dillerin oluşu, tüm insanlığın zenginliğidir. Her kültürün, her dilin ve her değerin korunması lazım iken…
Oktay Sinanoğlu’nun şemsiye dili diye tabir ettiği ana dilini, yok etmek için yabancı dille eğitime geçersin. Yabancı dille eğitim ihaneti, kendi öz kaynaklarımızla kendimize yaptırılan İngiliz Hristiyan misyonerliği demektir. Yabancı dille eğitimde ne yabancı dil, ne de anlayarak ezberciliksiz bilim, fen öğrenilir. İşte Batılı için, İngiliz için güzel bir tekniktir bu! Bir ülkenin dilini, eğitimini yabancı dille eğitime dönüştürürsen, (burada dikkat edilmesi gereken unsur – yabancı dil eğitimi değil, yabancı dille verilen eğitim) bir nesil sonra iş bitiyor. Ondan sonra köle ruhlu, aşağılık kompleksi içinde kıvranan, ülkesi satılanlar topluluğu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, bu bir ulusa yapılabilecek en büyük hainliklik, en büyük alçaklık ve bir insanlık suçu olan “kültürel soykırım” sayılır. Her bağımsız, her şerefli ülkede yabancı dille eğitim o ülkenin anayasasına aykırıdır. Onun için aklı başında hiçbir ülke, hiçbir toplum ve şahıs bunu kabul etmez, etmemeli de.
Atatürk’ün ölümüyle birlikte yeni bir süreç başlamış, Amerika’ya mutlak bir teslimiyet olmuştur. O kadar gönüllü hale gelmiştir ki bu iş, zamanında söylediğimiz gibi, “sen eğitimini, dilini falan bunlara teslim edersen, ondan sonra da yetişecekler o kültüre özenecek, kimliklerini unutup, vatan topraklarını bile gözünü kırpmadan yabancılara vermek için can atacaklardır”. Ve oldu bu. Tapusu verildi. İki dünya harbiyle zaten Avrupa’yı bitirdiler. İkinci dünya harbiyle de tam bitirdiler. Bugün Avrupa sıfırdır. Avrupa’nın ne ordusu var dosdoğru, ne kaynakları var, zaten yoktu, sömürgelerden geçiniyordu, şimdi onlar da yok.
Eğitimle nasıl oynadılar, nereye hangi noktaya geldiler iyi bakın! Türk tarihini okutmayacaksın! Türk coğrafyasını okutmayacaksın! Dilini yok edeceksin! İşte milletler tarihten böyle silinmişlerdir. Topla, tüfekle, atom bombasıyla değil, içten içe, sinsice…
Son Olarak:
Türk vatanseverleri, yurtseverleri, Türk ve Atatürk milliyetçileri, ulusçuları: Türkiye’ye sahip çıkmak, Türkiye’ye, Türk kimliğine, kültürüne, Türklüğe sahip çıkmak demektir.
İnsanlarımızın bağımsızlık ruhunu benimsemesi lazım; özgüvenlerinin gelişmesi lazım. Deniyor ki, “Dünyada bağımsızlığın önemi geçmiş”. Öyle bir şey yok. Her ülke kendi bağımsızlığını, kültürünü daha fazla korumalı. Çünkü eğer her ülke kendi değerlerine sahip çıkarsa, ancak eşitler arasında bir kardeşlik ve küreselleşme olur.
Birbirimize düşmekten vazgeçeceğiz ve birilerinin İngiliz atıyla Üsküdar’a geçmesine izin vermeyeceğiz.
Tarih bir tahtererevalli gibidir. Beş yüz sene Batı tarafı yükselir, öbür tarafı aşağı iner; beş yüz sene de tersi olur. Şimdi sıra bizdedir. Batı, Amerika’sıyla Avrupa’sıyla içinden çürüyor. Onun için sıra bize geliyor, kimse merak etmesin!
Sn. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’na algılarımızı açtığı saptama ve tespitlerinden dolayı sonsuz şükran ve minnetle…
Oktay Sinanoğlu kimdir?
Dünyada yaptığı çalışmalarla bilim dünyasına ve Türkiye’ye çok önemli katkıları olan, eserleriyle ömrünü insanlığa adamış bir ülke sevdalısıdır: Oktay Sinanoğlu.
İkinci Dünya Savaşı nedeniyle babası başkonsolosluk yaptığı İtalya’dan Türkiye’ye geri döner. Oktay Sinanoğlu, o dönemde Atatürk’ün kurduğu Ted Yenişehir Özel okula burslu girerek, tahsilini birincilikle bitirir. Yine okulun verdiği bursla Kimya mühendisliği okumak üzere ABD’ye gönderilir. Oktay Sinanoğlu, okulun ABD’ye gönderme gayesinin devşirme olduğunun bilincindedir; ama onun oraya gitme amacı “Türkiye’de kalırsam Amerika’nın kölesi olurum, ama gidersem kendimi geliştirir, Amerika’nın efendisi olur, geri döner, mücadele ederim” olmuştur. Oktay Sinanoğlu, yalnız gençliğinde değil, ileriki hayatında da Türklüğü ve Türk dilini yüceltmek adına birçok çalışma yapmıştır. Kendisini her zaman Türk milletinin kültürüne, diline, tarihine ve değerlerine sımsıkı bağlı hissedip ona göre hareket etmiştir. Bu değerleri hem milletimize hem de dış dünyaya tanıtmak için yıllarca uğraş vermiş, ne yazık ki Oktay Sinanoğlu’nun değeri öldükten sonra ancak anlaşılmaya başlanmıştır.