Türkiye’ye sığınan Suriyeliler göçmen mi yoksa mülteci mi?

Her gün mülteci ve sığınmacıların her anına şahit oluyoruz. Dünyamızda süre gelen siyasi, bölgesel, ekonomik dengesizlikler ve sonucunda çıkan savaş; insani göç dalgalarını da beraberinde getirdi. Sonucu; Savaş bölgesinden ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanlar, daha iyi bir yaşam koşullarına ulaşabilmek adına başka ülkelere akın ediyorlar.

Mülteci ve sığınmacı nedir? Kimdir?

Günümüze üst perdeden giren “mülteci” ve “sığınmacı” kelimeleri BM literatüründe; “Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yaralanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya dönmek istemeyen…” şeklinde tanımlanmıştır.

“Burada dikkat edilmesi gereken husus, binlerce insanı yurtlarından iltica etmek zorunda bırakan asıl sebebin, siyasi veya ekonomik nedenler değil, ağır insan hakları ihlalleri ve hayatta kalma arzuları olduğudur.”


Esasında sosyal çevremizde hepsine göçmen denilmektedir. Fakat göçmen ile sığınmacı arasındaki en önemli fark, “Sığınmacıların ülkelerini terk ederkenki düşünceleri iş bulma veya daha rahat bir iş yerinde çalışma isteği değildir. Tek amaç nefes alabilmektir.”  Bu temel sayılabilecek fark, sığınmacıları diğer göçmen gruplardan ayırarak ayrı bir politika geliştirme yoluna itmelidir.

Çevremizdeki ülkelerde meydana gelen iç savaş ve kargaşa, her geçen gün mülteci ve sığınmacı sayısının artmasına, maalesef bir o kadarının da göç sırasında trajik bir şekilde can vermesine sebep oluyor.

Şu an için ülkemizde 2 milyonu aşkın mülteci bulunuyor. Bu sayı Avrupa birliği ülkelerinin hepsine sığınan mülteci sayısından daha fazla! Her ne kadar AB ülkeleri sığınmacıları ülkelerine sokmasa da sığınmacıların ilk talep yerleri gelişmiş ülkeler. Yani AB ülkeleri…

Birçoğu da bu hayal uğruna insan tacirlerinin ve fırsatçıların ellerine düşerek can veriyor.

Ülkemizin çeşitli bölgelerine kurulmuş konteynır kentler, toplama merkezleri ve 23 faklı ile dağıtılan sığınmacılar bulunuyor. Ve bizler gün içerisinde mülteci ve sığınmacıların her anına şahit oluyoruz.

Sığınmacılar açısından bakarsak Türkiye, sığınmacı kabul eden bir ülkeden çok sığınma talebinde bulunan insanların geçiş olarak kullandığı bir ülke statüsünde. Yani mecburiyettenmiş gibi!

Başka bir ifadeyle; Türkiye, doğudan gelen sığınmacıların üçüncü bir ülkeye yerleşene kadar ikamet ettiği ” bekleme odası” bu bekleme bazı durumlarda yıllarca sürebilir. (O.KUTLU -2003)

Peki, Türkiye topraklarını açtığı sığınmacılara yönelik neler yapıyor?

Ülkemizde yasal mevzuat dayanakları var mı? Sığınmacılar çalışma izni olmadan ülkemizde çalışabilirler mi? Sağlık harcamaları kim tarafından karşılanmakta? Devlet tarafından yapılan yardımlar nelerdir?


Ülkemizde yasal dayanağının 1994 yıllarına dayandığı sığınmacı ve mülteci hakları konusu zaman içerisinde meselenin sıcaklığına göre değişikliklere uğramıştır.

Devlet politikası olarak ülkemize sığınan mülteciler çalışma izinlerini aldıktan sonra rahatlıkla çalışabiliyor, hatta birçoğu da ucuz işçi kapsamında değerlendirilip kaçak yöntemler ile çalıştırılıyor. Bu durum AB ülkeleri için de geçerli. Sığınma talebi kabul edilmeyen veya süresi dolan kişi kaçak yöntemler ile ülkede kalarak çalışıyor, çalıştırılıyor. Türkiye de kaldıkları sürece sığınmacıların sağlık harcamalarının tamamı devlet tarafından karşılanıyor. Ayrıca gündelik gereksinimleri ile ilgilide maddi yardım yapılıyor. Birçok sivil toplum kuruluşu vasıtasıyla sosyal projeler hazırlanıp adaptasyonları hızlandırılıyor. Ama yine de şehirlerimizdeki görsel ve sosyolojik resimde bir değişiklik olduğu söylenemez.

Başlarda sığınma baskısının AB ülkelerince hissedilmemesi, sürecin sahipleri olarak gözüken Türkiye, Lübnan ve Ürdün ülkelerince ciddi manada sosyo-ekonomik problemler doğurdu. Ta ki mülteciler AB ülkeleri sınırlarına dayanana kadar! Buraya kadar “sığınmacı” olarak tabir edilen insanlar, AB ülkelerince “Mülteci krizi” olarak dünya gündemine düşürüldü.

Bu şekilde Türkiye’nin bölgedeki önemi bir kez daha anlaşıldı. Bu durum bazı AB ülkelerini sözüm ona politika geliştirmeye yönlendirmiş; Türkiye’nin sorumluluklarını yerine getirmediği, Türkiye’nin sığınmacıların Avrupa’ya geçişine izin vermemesi gerektiği,  mültecilerin Türkiye’de kalmaları gerekliliği, gerekirse maddi yardımınmda yapılacağı şeklinde bencil fikirlerin doğmasına sebep oldu. Kısacası Türkiye, ülkeler arasında pazarlık konusu yapılmaması gereken sosyal  bir sürece dahil edilmeye çalışıldı. Halihazırda ikna çabaları devam ediyor.

“Kaldı ki Türkiye’nin, AB’nin vereceği 3 milyar Euro için, kendisine sığınan insanları maddi pazarlık masasına yatırmayacak kadar asil bir ülke olduğunu düşünüyorum.”

Yüksek işsizlik oranlarının olduğu ülkemizde sığınmacılara yönelik yapılan çalışma hayatı düzenlemelerinin, toplumumuz nezdinde tepkiyle karşılandığını söylemek yanlış olmaz herhalde! Bunca işsizin olduğu bir ülkede yabancı birinin kendi çalışabileceği bir işyerinde daha da ucuza çalıştırılması enformel emek hırsızlığı olarak değerlendirilebiliyor.

Sorunu kökünden çözecek yöntem; Sığınmacıların yasal düzenlemelerindeki eksikliklerin giderilerek, ülkemiz vatandaşlarıyla birlikte çalışma hayatına uyuma yönlendirilmesi olabilir…

Yapılan çalışmalar AB ülkelerinde de durumun pek farklı olmadığını gösteriyor. İşsizlik oranları düşük olan birçok ülkede de, sığınmacıların kaçak yöntemlerle çalıştırıldığı, iş hayatında ucuz iş gücü olarak görüldüğü şeklinde. Bu durum AB ülkelerini çeşitli önlemler almaya itti, sonucunda sınırlamalar getirildi, hatta bazı ülkeler sınırlarını kapatma yöntemine başvurdular.

Dünya ve nazarında Türkiye bölgesel olarak çok zorlu bir kavşaktan geçiyor. Süreç dikkatlice izlenmeli, atılacak adımlar günü kurtarmak amaçlı olmayıp gelecek hedefli olmalıdır.


Mülteci ve sığınmacı konularında bölgede boy gösteren Türkiye, yolu ve izi önceden belirlenen bir ülke değil, bölgede atılacak adımları ve izlenecek yolları belirleyen bir ülke konumunda olmalıdır.

30 Fotoğraf ve 30 Madde ile Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi


 

Engin Konyalıgil
Engin Konyalıgil, 1983 Samsun doğumlu. Gıda mühendisliği mezunu. Halen bir devlet üniversitesinde doktora çalışmalarını devam ettirmektedir. Ayrıca 2008 yılında atandığı memuriyet hayatına fakülteyi okurken de devam ettiren Konyalıgil, bir bakanlıkta A sınıfı İş Güvenliği Uzmanı olarak Yüksek Mühendis statüsünde çalışmaktadır. Yayınlanmış birçok bilimsel makalesi bulunmaktadır. İki ayrı internet gazetesinde de köşe yazarlığı yapmaktadır.