Akademisyenlere açılan soruşturmalar ve süre giden cadı avı… Hükümetin imzacı akademisyenlere yönelik tavrı; “Ya benimsin ya kara toprağın.” Üniversite çalışanlarına üç yol bırakılmış durumda: Hükümet politikalarını elleri patlayana kadar alkışlamak, susmak, bedel ödemek. Ne çok özgürlüğümüz var değil mi?
Üniversite yönetimleri açılan soruşturmalar ve cadı avı
Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’nin açıklandığı Ocak ayından bu yana üniversitelerde cadı avı sürmekte. Akademisyenlerin Türkiye’nin doğusunda devam eden savaşa ilişkin görüşlerini açıklamasının iktidarı çileden çıkarttığını söylemeyeceğim. Çünkü bildirinin kamuoyu ile paylaşıldığı tarihten bugüne, iktidar cephesinin konuya ilişkin tavrına baktığımızda bir “çileden çıkma” bir “çılgına dönme” halinden çok, planlı, sistematik bir “bezdirme” ve “gözdağı verme” hali belirgin. Rejim, imzacı akademisyenleri soruşturma derdinde değil; aksine mesaj toplumun geri kalanına, özellikle de bu konuda hassas, duyarlı kesimlere; “Sesinizi çıkarmayın!”
Rejimin (ve onun üniversitelerdeki uzantıları olan üniversite yönetimlerinin) imzacılara yönelik tavırlarına baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Cezalandırılmak istenen bir suç yok, bedeli ödettirilmek istenen şey, akademisyenlerin süre giden savaşa karşı tavırları, tutumları. Bu yolla tüm üniversite camiasına gösterilmek istenen ise “taraf olmayanın bertaraf” olacağı; resmi ideolojiyle hemhal olmayanın akıbeti.
Hadi bu akademik açıklamaları bir kenara bırakalım; Hükümetin imzacı akademisyenlere yönelik tavrı; “ya benimsin ya kara toprağın.” Üniversite çalışanlarına üç yol bırakılmış durumda: Hükümet politikalarını elleri patlayana kadar alkışlamak, susmak, bedel ödemek. Ne çok özgürlüğümüz var değil mi? Soruşturmalar bu üç özgürlüğümüzün altını çizmek için açılıyor. Susmayanın başına neler gelebileceğini iyice görebilelim; kendi geleceğimiz için endişelenelim; konuşanı görüp de sıtmaya razı olalım diye.
Günümüz rejimi üniversite yönetimleri ve akademisyenlere uygulanan baskılar
Rejimin (ve onun üniversitelerdeki uzantıları olan üniversite yönetimlerinin) imzacılara yönelik tavırlarını da temelde üç başlık altına toplayabiliriz. Özel üniversitelerde çalışan öğretim elemanlarına yönelik olarak sözleşme feshi tehdidi. Kamu üniversitelerinde çalışan sözleşmeli öğretim elemanlarına yönelik olarak sözleşme yenilememe ve üçüncü olarak da her ikisini de kapsayacak şekilde soruşturmalar. Bu öğretim elemanları ile ilgili adli yargılama aşaması ise henüz beklemede.
Özel üniversitelerde sözleşmesi feshedilerek görevine son verilen akademisyenler de kamu üniversitelerinde sözleşmeleri uzatılmayan akademisyenlerin çok ama çok büyük çoğunluğu da imzaladıkları bildirilerle alakasız, hatta idari teknik sebepler ileri sürülerek görevlerinden uzaklaştırıldılar. Hiçbir iş güvencesi olmayan özel üniversite çalışanlarının hukuki hakları nedir bilmiyorum, ancak kamu üniversitelerinde kadro karşılığı sözleşmeli personel olarak çalışan (araştırma görevlisi, doktor, yardımcı doçent vb kadrolarda istihdam edilmiş) öğretim elemanlarının görevlerine dönecekleri konusunda, bu konuda bilgi sahibi hiç kimsenin şüphesi yok.
Peki, idari dava konularında uzman birçok hukukçunun, gerek soruşturma açılan hocalara bu yolla bir ceza verilemeyeceğini belirtmesine gerekse de sözleşmesi uzatılmayanların görevlerine bir şekilde dönebileceklerini belirtmesine karşın, üniversite yönetimleri ne yapmaya çalışıyor.
Şöyle sorayım: Soruşturma, uzaklaştırma vb.den bir şey çıkmayacağını, bu şekilde imzacı hocaları cezalandırmanın pek kolay olmadığını üniversitelerin hukuk birimleri, bu konudaki danışmanlar bilmiyor da bir tek imzacı hocalara yakın hukukçular mı biliyor? İşte tam da olan biteni aramamız gereken nokta burası gibi. Amaç, işlenen bir suça ilişkin bir yaptırımın uygulanması değil; amaç hocaların resmi ideolojiyle çelişen tavırlarına ilişkin burun sürtme, canından bezdirme operasyonu, daha da temelde imzacı olmayanlara yönelik bir gözdağı operasyonu.
Rejimin bildiğini kuldan saklamayalım! Rejim, başı sıkıştıkça “ekmeğin fiyatını bilmemekle”, “yalılarda viski içmekle” suçladığı entelektüellerin iktisadi açıdan dayanma güçlerini de iyi biliyor. Evleri aranan, odalarının kapıları boyanan, soruşturmalarla tedirgin edilen, görevden uzaklaştırmalarla üç kuruş maaşlarından da olan akademisyenler, ibret-i alem olsun, metni imzalamayan akademisyenlere ders olsun kabilinden süründürülüyorlar.
Prof. Dr. Aysel Dereli’nin savcılık savunması
Prof. Dr. Aysel Dereli’den bahsetmeyi unuttum değil mi?
Hocanın konu ile ilgili olarak savcılık ifadesi şu şekilde:
“Bay Devlet Başkanı!
Bay Hükümet Başkanı!
Büyük Millet Meclisi’nin yeni üyeleri
Bir varmış, bir yokmuş, zamanın birinde bir ülke varmış…
Hukukun içindeki mantığın dışına çıkıldığı bir yer ve dönem başka nasıl anlatılır. Fakat bugün bize masal gibi gelse de gelecekteki insanlara büsbütün masal gibi görünecek olsa da bu çağda, bugün burada yaşananlar masal değil. Bir masal akıl dışılığında olup biten her şey gerçek. Bir Ortaçağ zorbalığında yaşanan her şey gerçek… Bugün sizler kendi kesip biçtiğiniz yasalara göre suçlu kılıyorsunuz. Olmayan bir yasaya dayanarak hem suç, hem ceza biçiyorsunuz.
Yalan bir yasanın yalan Başkanı, Başbakanı, Meclis Üyeleri! Hepiniz aşağı, hepiniz aşağı!
Bu ülkenin bütün insanları!
Ortada… Ziyana uğramış tek kişi kalmayana dek sizleri, hep birlikte bu yalan yönetimin bütün buyruklarına ‘Hayır’ demeye çağırıyorum. Tarih önünde gerçekten suçlu olmak istemiyorsak sırtımıza zorla binmiş olanların kendi kendilerine yaptıkları bütün uygulamalara ‘Hayır!’ diyelim. Üstlerine oturdukları omuzlarımızı altlarından çekelim.
‘Hayır!’ diyelim.”
***
Aysel Dereli hocanın savunmasını okudunuz. Ne yalan söyleyeyim. Hoca pek bir sert konuşmuş. Vallahi ben cesaret edemezdim böyle bir şeye. Bırakın böyle bir savunma yapmayı, Aysel Hoca’nın söylediklerine katıldığımı bile söylemeye cesaret edemem. Neme lazım! Kadın neler söylüyor baksanıza?
İlgili yazılar
Barış için Akademisyenler Bildirisi: Siz hangi suça ortaksınız?
Üniversite kampüslerinde terör yapılanması ve şiddet
Bir fasit daire: Değişmeyen Cadı Avı