Hani çocukluğumuzdan beri aklımıza sokulmuş bir kalıp vardır. Vatanımız cennet, dünyada benzeri yok, eşsiz güzellikte bir ülke. Gezip gördükçe doğasıyla, yeme içme kültürüyle çok özel olduğunu anlarız. Anlarız anlamasına lakin madem vatanımız cennet, niye ilk fırsatta yurt dışında tatil planları yaparız? Peki, hangimizin aklından bir an olsa bile yurt dışına yerleşme fikri geçmemiştir?
Yıllardır her fırsatta tatile çıkan, son yıllarda özellikle sırt çantalı seyyah moduyla gezen biri olarak çok karşılaştığım bir sorudur; ‘Neden tatillerde yurt dışını tercih ediyorsun?’ Çuvaldızı kendimize batırarak açıklamak isterim, belki çuvaldız batınca bir şeyler değişir diye umarak… Öyle ya eleştirmezsek iyileştiremeyiz, düzeltemeyiz değil mi? Umuyorum bir şeyler düzelir de kendi ülkemizde de rahatlıkla yollara düşebilme fırsatımız olur.
Ülkende güvende misin?
Öncelikle ülkemizin en gelişmiş şehri İstanbul’un en gelişmiş semtlerinden biri Beşiktaş’ta yaşayan genç bir kadın olarak Avrupa’da gezerken kendimi evimde olduğumdan daha güvende hissettiğim acı gerçeğini belirterek söze başlayayım. 2007 yılında evime yürürken bir tinerci tarafından bıçaklandım. Beşiktaş’ın en ışıklı sokaklarından birinde oldu olay. Biri bana çarptı, dönüp baktığımda sallanarak yürüyen bir tinerci olduğunu gördüm, sonradan polisten öğrendiğim kadarıyla ‘kurşun ve bıçak yarası hemen anlaşılmazmış evet öyle de oldu sonra fark ettim bacağımdaki derin yarayı. Falçata kesiği olduğu için oldukça derindi, Anlamlandıramıyordum çünkü beni yaralayan kişi benden para istememişti.
Birbirimizin yüzüne dahi bakmamıştık. Meğer kendilerini korumak için elinde bıçak yürürlermiş, bu bilgiyi de polisten öğrendim. Şikayetçi olmamam için beni üstü kapalı ikna eden polisten tinercilerle ilgili pek çok şey daha öğrendim. Olayın sonrası daha trajikti ama konuyu iyice dağıtmamak için uzun uzadıya anlatmayayım. O zamanlar konu konuşulurken ‘aman canım nolucak Amerika, Avrupa tekin mi?’ diyenler olmuştu. Bunu diyenler olayın tekinsiz bir semtte değil İstanbul’un metrekareye en fazla kira ödenen semtinde olduğunu ve sonrasında polisin tavrını görmezden gelişi ise ayrı bir trajik durum.
Evet, kendi ülkesinde, kendi evine giderken bıçaklanan hayatının bir sistem mağduru garibin bıçağının ucunda anlık bir şans olduğunu kavrayan ben nasıl oluyor da bilmediğim ülkelerde elimde harita, sırtımda çanta, kısıtlı para ile gezmeye gidecek cesareti buluyordum!..
İlk yalnız seyahatim bir arkadaş kazığı neticesinde olmuştu yani yalnız bir seyahat planlamamıştım. Hazırlıksızdım bu nedenle ürkmüştüm ancak insanların sevecen tavrı, güler yüzü -yılbaşıydı ve Paris’teydim herkes birbirine mutlu yıl dileklerini iletiyor göz göze geldiğinde selamlaşıyordu- keskin soğuğa rağmen fotoğraf çekme ricasında bulunduğumda güler yüzle fotoğraf çekiyor istisnasız, ‘bakın beğenmezseniz tekrar çekeyim’ cevabı alıyordum.
Sonraları çoğaldı seyahatlerim. Git gide güvenimi kazandım ve artık hostellerde diğer seyyahlarla aynı odayı paylaşacak kadar özgür bir gezgin oldum. Yalnız gezmeme rağmen seksist bir tavır, imalı bir bakış ile karşılaşmadım. İşte benim için en önemli yurt dışı tatili nedeni bu sanırım. Oysa Kıbrıs’a yalnız başına gittiğimde güneşlenirken yan şezlongda sohbet ettiğim kadın, yalnız olduğumu öğrenince imalı bir şekilde muhabbeti sonlandırmıştı. Pek tabii Türk bir tatilciydi. Bu tavrı görmüş ve ülkesinin sosyolojik düzeyini bilen, iyi bir gözlemci olan ben yalnız başına ülkemde bir tatil yapmaya henüz cesaret toplayamadım. Üstelik şimdiye kadar gittiğim ülkelerde ‘hayır’ demenin gerçekten ‘hayır’ olarak algılandığını gördüm; Ülkemizdeki gibi ‘aman naz yapıyor, dur ısrarcı olayım da benimle bir içki içsin, dans etsin’ şeklinde bir algı yok.
Biliyorum buraya kadar okuduklarınızda kızdınız bana ama bir düşünün bakalım yalnız ve genç bir kadın seyyah hakkında fikriniz ne olur, ya çevrenizdekilerin fikri? İstiklal Caddesi’nde yürürken yabancı ergen genç kız grupları gördüğümde kendileri için endişeleniyor ve ülkemizden hayırlısıyla kazasız belasız gitmeleri için dualar ederken buluyorum kendimi. Ne dersiniz paranoyak olan ben miyim?!
Paris’te ankesörlü telefonda talimatları anlamaya çalışıyordum. Sonra etrafa bakındım, yakında duran polis memurundan ricada bulundum. Bana yardımcı oldu, mesafeli bir şekilde durup telefon konuşmamın bitmesini bekledi. Sonrasında yardımcı olabileceği başka bir şey olup olmadığını sordu. ‘Mutlu seneler’ dileğiyle yanımdan ayrıldı. Aynı durum ülkemizde yaşanır mıydı? Şahsen ben ülkemizde polisten bir yardım talebinde bulunmuyorum ama bu talepte bulunan hemcinslerimin absürt hikayelerini dinlemişliğim çoktur.
Şükür ki şimdiye kadar yurt dışı seyahatlerimde kanuni bir durumla karşılaşmadım. Bir turist, adli bir durumla karşılaşırsa ülkemizde neler olur onu da bilmiyorum ama yine absürt hikayeler olabileceğini düşünmek yersiz olmaz sanıyorum.
‘Cennet vatan’ doğası güzel, havası temiz, yemekleri leziz yer midir yoksa kendinizi güvende hissettiğiniz aksi bir durum olduğunda kanuna ve güvenlik güçlerine güvenip yardımlarına başvurabileceğiniz yer mi? Ben bunun cevabını ikincisinde bulup yollara düştüm ve yollar bana güvende hissettiğinde her yerin güzelliğini görebildiğimi gösterdi. ‘Hava karardıktan sonra sokakta ne işi varmış’ zihniyetinin hakim olduğu bir ülkede doğanın güzelliği öncelikli seçim olamıyor maalesef.
Sahi pahalı değil mi oralar?
Gelelim maddi konulara geçen gün Ortaköy’de ayaküstü kumpir yedim 15 TL idi. Waffle sordum, o da o kadarmış. Belçika’nın leziz patatesleri de 5 Euro, waffle daha da ucuz. Koydurduğunuz malzemeye göre 2 ila 5 Euro arasında değişiyor. İş yerim Nişantaşı’nda; öğle yemeğini ortalama 25 TL’ye yiyoruz ki bu sadece bir tabak yemek, yanına bir içecek fiyatı bu kadar, bir de yemek fişi ile ödeyen müşteriyiz diye kokoş kafelerin bol bahşişe alışkın çalışanları tarafımıza bakmıyor. Paris’in meşhur caddesi Champs Elysees’de aynı paraya kahve macaron keyfi yapmıştım – macaron dediysem miniklerinden değil, kocaman içi meyve dolu olanlarından. Bir Cumartesi günüydü, mekan tıklım tıklım doluydu. Buna rağmen bir prenses gibi ağırlandım desem abartmış olmam.
İstanbul’da bulunan hostel fiyatları, Avrupa’daki hostel fiyatlarından aşağı değil. Ayrıca bir Türk olarak İstanbul’daki bir hostelde kalamazsınız. Bazen mevsimsel boşluklarda keyfi olarak mekanlar uygunluk verebiliyor. Gerçi yalnız ve genç bir erkekseniz, Akçay tarafında hosteli bırakın otelde yer bulursanız mutlu olmalısınız. Bir arkadaşım ailemin yazlığı o tarafta diye benden araştırmamı rica etmişti. Pek çok yer ‘yalnız erkek müşteri kabul etmiyoruz’ cevabı vermişti. Sanırım turizmimiz bile bizlere hizmet vermekten mutlu değilken biz hala ülkemizin turizmini nasıl savunacağız?
Almanya’dan Antalya’ya tatile gelen akrabalarımız var -kimin Almanya’da yaşayan akrabası yok ki sahi- öyle fiyatlarla her şey dahil tatil paketi alıyorlar ki aynı fiyatı kurumsal olarak isteseniz dahi alamıyorsunuz.
Turizm sektörümüzün iç müşteriye attığı kazıklar varken öte yandan hava yolu şirketlerinin harika promosyonlu uçuşları var. Erkenden planlama yaparsanız Avrupa’ya kolaylıkla 400 – 600 TL civarında gidiş – dönüş uçak bileti bulursunuz.
Tatil zihniyeti
Yani ‘ohoo paranız bol, Avrupa’da tatiller yapıyorsunuz’ söylemi çok bayat bir klişe artık. Ama bu zihniyetten doğan ‘tatil yapan zengindir, tatil lükstür’ tavrı halen devam ediyor. Sadece yabancı turiste değil, yerli turiste de esnafımız acımadan kazıkları atıyor. Yurt dışında karşılaştığımız memleketimizin insanlarının acımasızlıklarından ise hiç bahsetmeyelim. Yurt dışına dair acı anılar denilince maalesef aklıma hemen bu konu geliyor.
Ülkemize göre ekonomik olarak daha geride olan Makedonya’da bir taksiciyle sohbetimde fark etmiştim, orada da Avrupa gibi bir mantık var ‘tatil lüks değil ihtiyaçtır’ kafasında olan insanlar bizler gibi son moda telefon kullanıp en yeni sezon giyinmeyi öncelikli tutmuyor, tatil yapmayı önde tutuyorlar.
Başka bir ülkeyi keşfederken kendini keşfetmek
Ayrıca seyahat etmek kendine yolculuk yapmaktır. Gerçi bizim gibi her yere beraber gitmeyi adet edinmiş arkadaş kültürünün olduğu yerde bu mümkün gözükmüyor. Ancak yalnız yaptığım seyahatlerde kendime dair keşiflerde bulunduğumu mutlulukla gözlemledim. Arkadaşlarımla gittiğim seyahatlerde daha çok beraber sohbet edip birlikte hareket ettiğimizden dışarı kapalı oluyorduk. Ancak yalnız seyahat edince otelin resepsiyon görevlisiyle, oturduğun kafenin servis elemanıyla sohbet etme imkanın oluyor ve yalnız ya da çift olan gezginler -kalabalık gruplar daha çok kendi içine kapalı oluyor sanırım bu her kültürde az çok böyle- birbirleriyle arkadaş olabiliyorlar. Öyle ki 2010 yılında Paris’te tanıştığım İzmirli bir çift vardı, şimdi benim en yakın arkadaşlarımdan oldular.
Çok güzel bir söz der ki “Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler sadece bir sayfasını okur.” Hem çok gezen hem çok okuyan biri olarak hala daha birini diğerinden üstün tutamasam dahi başka başka kültürlerin içine girmek, başka hayatlara misafir olmak eşsiz bir deneyim. Ne güzel ki artık ülkemizde pek çok seyyah sosyal medya aracılığıyla deneyimlerini paylaşıyor, gezmek isteyenlere seyahat tüyoları veriyorlar. Henüz tam zamanlı bir seyyah olma şansına erişmedim ama hep bir sonraki seyahatin hayaliyle yaşayan bir gezgin ruh olarak seyahat deneyimlerimi önümüzdeki sayılarda bu sayfalarda sizlerle paylaşmak üzere biriktiriyorum. Facebook’ta severek takip ettiğim Interrail Türkiye grubunda der ki ‘yola çık, yol açık.’ Hadi önyargılarınızı kırın ve yola çıkın. Tatil iyi gelir, daha çok tatil yapsak tatili ihtiyaç görsek daha az öfkeli, daha az ötekileştiren, insanını “hemşerim memleket nere?”nin ötesinde tanıyan, empati geliştiren, daha anlayışlı bir toplum olmamız için bizim biraz yollara düşmemiz gerek…