Dünya paramparça. Sesler duyulmuyor. Dünya korkanlar ve korkutanlar arasında, itaat edenler ve tahakküm kuranlar arasında, fakirler ve zenginler arasında, yönetenler ve yönetilenler arasında, kadınlar ve erkekler arasında iki koca yarığa ayrılmış, yüz binlerce yıldır dönüp duruyor. Arkasında kimileri için bitmeyen bir acı büyüterek kimileri için de geçmeyen bir zafer sevinci yaratarak.
B. Nihan Eren 1981’de Tekirdağ’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümünü bitirdi. Yeditepe Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat alanında yüksek lisans yaptı ve burada araştırma görevlisi olarak çalıştı. Halen, Marmara Üniversitesi’nde İletişim Bilimleri’nde doktora çalışmasına devam ediyor ve senaryo yazarlığı yapıyor. Öyküleri “Adam Öykü”, “Notos” ve “Kitap-lık” dergilerinde yayımlandı.
Kitapları: Yavaş, 2008; Kör Pencerede Uyuyan (Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü), 2015.
Öykülerin farklı sesi B. Nihan Eren’e sorduk:
Dünyayı siz yönetseydiniz ne olurdu?
Dünyayı ben yönetseydim; Dünyanın tüm arka bahçelerine sorardım: Ne istiyorsun?
“Bende annemin korkusu var, annemdeyse anneannemin korkusu varmış.”
Montevideo’nun Casavelle mahallesinde bir işçi kadın.
Eduardo Galeano / Kadınlar
Dünya paramparça. Sesler duyulmuyor. Dünya korkanlar ve korkutanlar arasında, itaat edenler ve tahakküm kuranlar arasında, fakirler ve zenginler arasında, yönetenler ve yönetilenler arasında, kadınlar ve erkekler arasında iki koca yarığa ayrılmış, yüz binlerce yıldır dönüp duruyor. Arkasında kimileri için bitmeyen bir acı büyüterek kimileri için de geçmeyen bir zafer sevinci yaratarak.
Bizler neresindeyiz bu dünyanın? Kadınlar neresinde? İnsanlık tarihi, kadınların arzularıyla toplum arasında kalmasının adeta destanını yazdı, hala yazıyor. Dünyanın bizden esirgedikleriyle, budamaya uğraştığı bedenlerimiz ve sesimizle, Montevideolu işçi kadının nesilden nesile geçtiğini büyük bir açıkyüreklilikle ifade ettiği gibi bizler, işte korkunun kahramanlarıyız. Bitmek bilmez bir korkunun… Çünkü iktidarın varlık yolu korkutmaktan geçer. Sınır dışı edilmek, afaroz edilmek, toplum dışına itilmek, ayıplanmak iktidarın sık kullandığı cezalandırma ve tehdit biçimleri olageldi hep. Kadınları hizaya dizmekte başarılı oldu. Cadı dedi, fahişelikle suçladı, inatçı dedi, huysuz dedi.
Maalesef… Ve dünyayı ben yönetseydim, işte bu korkuyu ortadan kaldırırdım. Ve kadınlara doğalarını gizlememeleri konusunda cesaret, bütünlüklerine sahip çıkmaları konusunda direnç verirdim. Gördüğünüz gibi, beynim, bir kadın olarak, kadın olmanın zorlukları üzerine düşünmekten ve hayali bir dünyanın yöneticisi olarak bile yine kadınlara güç ve direnç aşılama arzusundan çıkamıyor. Halbuki biz zaten bunları birbirimize hep yapıyor, bir dayanışmanın kahramanları olarak, öykülerde, filmlerde, gündelik hayatta birbirimize zaten bunu haykırıyoruz.
Artık görüntüyü kadınlardan erkeklere kaydırmak, iktidar sahiplerine gözümüzü dikmek zorundayız. Kendi kendimizin ne olduğu ve ne yapması üzerine değil, erkeklerin ne yapmaması ve bizim hakkımızda nasıl susmaları gerektiği konusunda yeni diller oluşturmalıyız. Odak ancak böylece değişir. Hayali olan dünya için de gerçeğini yaşadığımız bu tuhaf dünya için de olması gereken bu. Erkeklerin kadınlar hakkında ahkam kesmelerine bir son vermek… İşte dünyayı ben yönetseydim, alacağım ilk karar bu olurdu. Yönetmiyorum. Ve yönetmeyeceğim. Söyleyeceğim şey yine bu! Bizim hakkımızda konuşup karar almaktan vazgeçmeleri, bir an önce.
İktidar arzusu dünya kurulalı beri insanoğlunun yanındaydı hep ve bu onu mutlak erk yapmaya çoktan yetti. Bir taraf güç istenciyle dolup taşarken, iktidarın da paranın da sahibi oldu, savaşlar çıkardı, sınıflar yarattı, kurallar oluşturdu ve biz kadınları korkularla baş başa bıraktı. Korkular ve yine de beraberinde gelen cesaret azmiyle, kafa tutma kararlılığıyla… Çünkü hep bildiğimiz gibi dünya karşıtıyla varolur ve olacak, ben yönetsem de yönetmesem de…
Roller yaratılıp bunlara uymamız beklendikçe, kalıba sokulmaya, hizaya çekilmeye çalışıldıkça, mükemmel anneler ve eşler olmamız beklendikçe dünyanın dizginleyip kontrol altına almaya çalıştığı doğamız da ışıl ışıl parlayacak, ben yönetsem de yönetmesem de… Çünkü bizim gizli gücümüz, tam da burada başlıyor. İşte bu yüzden, dünyayı ben yönetseydim, ikiyüzlülüğü bir değer olmaktan çıkarırdım elbette. Kadınlara bırakıldığı söylenen şu arka bahçe… Hani içinde zayıf bir ruh ve mantıksız bir sezginin olduğu, zayıflık ve iradesizliğin olduğu, uzlaşı ve çiçek böceğin olduğu şu arka bahçe var ya, söylene söylene bizim de inanmamızın ve kabul etmemizin beklendiği o narin ve kırılgan bahçe… İşte, bütün kadınlarla birlikte bu arka bahçenin ikiyüzlü bir yalandan ibaret olduğunu gösterirdik. Korkuyu dünyamızdan söküp atardık. Yüreklerimizden çıkarırdık. Nasılsa hala yapmaya çalıştığımız şey bu. Ses çıkarmak… Bir yönetici olarak bu aynayı kırmak belli ki daha kolay olurdu, burası kesin.
Tabii şu da var, yönetmenin de erk sahibi olmanın da dünyanın geri kalanı için, tüm arka bahçeler için nasıl bir tahribat yaratarak kendine yeni arka bahçeler ve yeni tahakküm alanları yaratabilme gücüne sahip olduğunu da biliyorum. Dünya bana bu kadarını öğretti. Bunun retoriğiyle diyebilirim ki, madem hayalimin bir sınırı olmaması konusunda özgürüm, yönetmeyi ortadan kaldırırdım. Çünkü yönetmek erki, erk parayı, para gücü, güç ise tahakkümü doğuruyor. Ve toplumsal rolleri…
Erkeklerin bu kırılgan ve naif arka bahçeye bizi tarih boyunca kapatmış olmalarının nedeni zaten dünyayı yönetiyor olmaları ve parayı ellerinde tutuyor olmalarıydı. İşte geldiğimiz nokta burası… Bu çukur… Ve dünya kimseye derman olamadı. Yöneten ve yönetilenler oldukça da olamayacak. İyiliğin ve güzelliğin karşısında, yalnızca para kerteriz alındıkça yönetmek ve yönetilmek de, cinsleri, sınıfları, toplulukları bir bahçeye hapsetmek de kolaylaşacak.
Ama biz bu kötülüğü erkeklere yapmazdık. Onları ikiyüzlü bir yalanın içine hapsetmezdik. Bunu kadınlığın serin esen rüzgarından ilham alarak söylüyorum. Binlerce yıldır verilen mücadeleden, ses çıkarmaktan, arkamdaki mirastan, kapalı evlerden, örtülü pencerelerden, bedene hapsedilmiş arzulardan ve o vahşi sesimizden, isyanımızdan, öfkemizden ama en çok da nesilden nesile aktarılmış bir korkudan ilham alarak söylüyorum;
Biz, tüm arka bahçeleri yıkar ve sizi korkutmazdık…