Güneydoğu yanıyor farkında mısınız?

Bu ateş yanmazdı; sen hiç birazcık yiyecek uzatabilecek olgunluğu gösterebildin mi acaba? Her birimiz birazcık verseydik eğer, eminim damlalar göle dönüşürdü de bu ateş yanmazdı. Ama yok. Bir defa boşaltılmış ya zihinler, dolması ne mümkün.

Güneydoğu yanıyor farkında mısınız?

“Cahilliğini bilmek, cahillikten kurtulmaktır.” Ama bir de hiçbir şey bilmediği halde bilgelik sergilemek yok mu. İşte en büyük tehdit ise onlardır…

Belki de birçoğumuzun sorunu da budur. Hiçbir şey bilmediğimiz halde bilge tavırlar sergilemek. Hani eli ateşe hiç dokunmamış bir insanın ateşe doğru yürüyen birine ‘dur gitme yanarsın’ demesi gibi. Küçücük bir karıncanın yere göğe sığmayan yüreğinden öylece habersiz…

Şu an Güneydoğu’da öyle bir ateş yanıyor ki doğudan batıya doğru yoğun bir göç başladı ve her ne kadar aklıselim insanlar onlara ‘dur gitme’ diyerek göçü engellemeye çalışsa da faydasız. Onlar maalesef ki gelecekte karşımıza çıkabilecek cehennem ateşinden habersiz ateşin yalnızca yanan tarafını biliyor. Bizler gibi.


Ölümün ayrılıktan iyi olduğunu söyler büyüklerimiz. Ölürsen yalnızca varlığını yitirirsin. Fakat bırakıp gidersen eğer, işte o zaman önce varlığını sonra değerlerini ve en nihayetinde ise onurunu yitirirsin.

Ateş düştüğü yeri mi yakar?

Eskiden, belki de hiçbirimizin bile bilmediği vakitlerde orada nice seçkin köklü insanlar vardı. Doğu dedin mi özünde, hakikatinde ve varlığında bilgelik ve hakimiyet kokardı. Ama şu an bunların ne kadarı mevcut ve ne kadarı hayatta? İnsanlar huzursuz.

İnsanlar mutsuz ve tabiatıyla da korku içinde. Dışarıda huzur olmadığı için, evlerine vardıkları vakit huzur buluyor diyeceğim ama bir bomba düşmeye görsün. Ya da yerin dibinden bir ses, bir uğultu duyulmaya görsün…

Kendi şehrinde, kendi topraklarında, hatta kendi vatanında yabancılaşmış insanlar. Merhamet yoksunu nice çocuklar öylece korkuyla neyi beklemekte? Ülkemin her bir köşesinden bir uğultu, bir ses yükseliyor. Bu ses ki daha önce ateşi tutmayan elleri şöyle der oldu askerine; ‘aman oraya gitmeyin, orada ateş var, yanarsınız’ Küçücük bir karıncanın içindeki kocaman yüreğin bir zerresi kadar bile olamayan bizler, bugünün ateşini görüp yanmayı biliriz de söndürmeyi bilmeyiz. Ateş düştüğü yeri yakar der büyüklerimiz. Oysa ateş yalnızca düştüğü yeri değil, sardığı yeri de yakar ki bizler bu denli kayıtsız kalışımızla Doğu’ya düşen ateşin tüm ülkeyi sarıp yok edebileceğini göremeyecek kadar körüz.

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın felsefesiyle yetişen varlığımıza ‘bu yoksunluğun, bu ateşin içinde ne kadar rol almaktayız’ diye sormayız. Bizler elimizde son model telefon, üzerimizde marka zihniyetiyle geçirilmiş altın yaldızlı kostüm içinde küçülen, eskiyen şeyleri paket yapıp göndermeyi biliriz. Paylaşmayı ve sahip çıkmayı değil. Sözdedir hep kahramanlıklarımız. Yürekte değil. Bugün bir ateş düşer meydana. Feryadı figan dökülüveririz sokaklara da yarın olur unuturuz.  Öğretmen, doktor, avukat, hakim, savcı olan çocuklarımızı bir kenara çeker; ‘Aman evladım tercihin İzmir’den, İstanbul’dan, Antalya’dan, Ankara’dan olsun. Sakın yazma oraları ha’ der de oralarda hem görev almaktan hem de evlatlarımızı göndermekten sakınırız.

Bizler sahip çıkmadıkça bizler varlığımızı göstermedikçe oralar yoksun, oralar kimsesiz kaldı ve sahip çıkanlar ise maalesef ki bir bir bombalar döşedi altlarına. ‘Ne zaman sesiniz çıkacak olursa, yok olursunuz’ korkusuyla hep sustular, hep sessiz kaldılar da biz ise yalnızca ama yalnızca konuştuk.

Öyle ki; kendi yaptığım bir projede; Ağrı’nın bir köyüne kütüphane kurmak istedim ve öğretmenleri çocuklara şöyle demiş; ‘Çocuklar, uzaktaki abi ve ablalarınız okulumuza kütüphane kurmak istiyor, ne dersiniz?’ Çocukların cevabı ne ola; ‘Öğretmenim gerçekten mi? Bizim okula kütüphane kurmak isteyen Türk’ler mi?’ İşte bizler bu güzel meleklere bu cümleyi söyletecek kadar yoksul, onları yoksun bırakacak kadar acımasızız.

Bir ata sözü şöyle söyler;
“Birazcık yiyeceğin zayıfa faydası olmaz”
Hep atalarımızı dinledik de kulak vermedik yanı başımızdaki insanlarımıza…

Sen hiç birazcık yiyecek uzatabilecek olgunluğu gösterebildin mi acaba? Her birimiz birazcık verseydik eğer, eminim damlalar göle dönüşürdü de bu ateş yanmazdı. Ama yok. Bir defa boşaltılmış ya zihinler, dolması ne mümkün.

Güneydoğu bölgemiz yıllardır varlığın içinde yokluğu yaşayıp zayıf düştü. Doğuda yaşayan halk ve gençler için istihdam zayıf tutuldu. Hatta yok denecek kadar az. Onların tüm arsa ve arazilerine ağalık, paşalık zihniyetindeki insanlar tarafından el konuldu. Kutsal olan yerler itinayla bir bir kaybolmakta. Kültürel hazineleri çalındı, kültür hayatı yok edildi. Birçok zorba ve katı yönetimle insanlar bir bir sürgüne, göçe uğradı. Resmi ve özel kütüphaneleri zamanında yok edilip oralar ilimden ve bilgiden yoksun bırakıldı. Oysa en büyük ilim insanları zamanında oradan çıkmaktaydı. Bunların başında da Said Nurs-i gibi değerli bir zaman adamı vardı. O ki; bozgunculuğu, fitneciliği çıkartan sayısız örgütlerin karşısına varlıklarını tehdit edip, onları yok edecek birçok yerler açmıştı da onlar da bu yok oluştan ustaca nasibini aldı. Hele ki yetiştirilen bilge ve ulemaları saymaya kalkışsak eminim zaman yetmeyecektir.

Peki bütün bunlar olanda biz neredeydik? ‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ mı dedik de şimdi o yılan gelip bizi sokmaya çalışıyor?

Güneydoğu bölgesinde gelişip şehirleşme potansiyeli birçok yer varken bu gelişme her zaman durduruldu. Hatta arazilere bile el konuldu. Birçok şehrin insanı yoksunluk karşısında köylerini, şehirlerini terk etti ve hala da etmekte. Bütün bakanlıklar, devlet kurumları onlara sırtını döndü ve maalesef ki yoksunluktan nasibini alan bu bölgenin ekonomik kaynakları el değiştirip varlığı hiç de masum olmayan başka kimliklerin kucağına atıldı. Birçok şehir köy haline getirildi.

Ne kötü ki; Güneydoğu bölgesinde insanlar Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı var olma savaşı verirken, diğer örgütler ise bunu fırsat bilip onlara sahip çıkar gibi yaptı.


Onlar pek ala gelişebilirlerdi. Ama hükümet bunu hiçbir zaman istemedi. Düzgün yatırımlarla bu yapılabilirdi. Ama devlet bunu hep engelledi. Peki, bizlerin bu pasta da payı ne kadar büyük? Öğretmen olursun, aman dur oralara gitme… Doktor olursun, iş adamı olursun, hükümet olursun da yatırımın hep büyük ve ambalajı süslü yerlere. Malum, kapitalist sistemde onlar ekrana koydu sen de sürü zihniyeti misali yatırımını hep markadan yana yaptın.

Hani bu neye benzer. Karnın çok açtır ve senin karşına bir tane altın, bir tane de bakır tencere koyarlar. Sen altının büyüsüne kapılır öylece onu alırsın. Bir süre gözlerin onun ışıltısıyla aydınlanır. Ne zaman ki açlığını hisseder, işte o zaman kapağı açmak gelir aklına da bir bakarsın tencerenin içi boş. Doy doyabilirsen. Senin bakır tenceren ise başkalarının elinde ziyafet ve pay edilecek lokma olmuş. Hayıf hayıflanabilirsen…

Şu aralar ülkemizde terör örgütüne karşı ciddi anlamda bir darbe var. Ne kadar geç kalındı bilinmez, zaman gösterecek. Ama şu kati ki, PKK, şu ana kadar hiçbir zaman tek başına olmadı. Onların aşı, ekmeği olan nice güçler oldu. Onlar beslendikçe, varlıkları hiçbir vakit Güneydoğu Anadolu bölgesinin üzerinden çekilmedi.
Ne hazindir ki, insanlar kendi bölgelerinden kovulup, evleri boşaltılırken hırsıza değil de sahibe kabahat bulduk.

Güneydoğu bir gün boşaltıldığında ne olacak sanıyorsunuz?

Önce, oradaki değerler, izler bir bir silinecek. Okullar, camiler, hastaneler ve her şey bir bir yıkılıp modern batı stili binalar dikilecek. Bölgenin tüm mimari yapıları batılılaştırılarak bölgede kalan sayısı azalmış topluluğa yurtlarında olmadıkları hissi yaşatılacak. Modern bir İsrail bölgesi. Ne kadar da bilindik bir tablo öyle değil mi?

Güneydoğu bölgesinin bir Türk bölgesi olduğunu söylüyoruz ya oysa soruyorum size; Siyasetçileri, resmi kurum yöneticileri gerçekten de Türk mü? Ya da ne kadar Türk olduklarını kabul ediyor? Hiç bunu düşündünüz mü acaba?

Bölgenin şu an önce morale sonrasında ekonomik kaynağa, paraya ve ciddi bir devlet desteğine ihtiyacı var. Bunlar PKK örgütünün tekeli altındayken mümkün olmayacak ki şu an bölgeye yapılan ciddi arınma hem yerinde hem de zaman olarak doğru görünüyor.

Belki nice şehitler vereceğiz, belki nice ateş düşecek ocaklara ama en nihayetinde zamanında yaşatılmış olan bu yoksunluğun içerisinde büyüyüp, tehdit haline gelmiş olan kanlı oluşum yok edilip gelecekte ülkeyi sarabilecek ateşin yangını bir bir sönüverecek.

Unutmayın ki oralarda ciddi anlamda bir siyonizm var ve maalesef ki bu siyonizm de Doğu şehirlerinin kimliğinin kaybolmasını istiyor ki zaten coğrafi olarak birçok insanın hatırından kaybolmuş diyebiliriz. Tüm bunların hepsi ne acı ki yeni değil çok öncelerden planlanmıştır. Doğu’nun gelişimlerini engelleyerek en düşük sosyal ve ekonomik kesim içinde bırakıldılar. Bu kesinlikle bir rastlantı değildir. Doğu’daki şehirler ve köyler sosyal ve ekonomik açıdan en alt seviyede yer alıyor. İsrail ve ona hasımlık eden PKK ise bölge halkını kasıtlı olarak bu halde tutuyordu.

Ya bölgede kalıp her şeyden vazgeçeceksiniz, ya da değerlerinizi ve kültürünüzü yaşatmak için milliyetçi olacaksınız. Her iki şekilde de bölge diğer bölgelerin gelişmiş hayatının dışında tutulacaktır.

Artık toplum da bu duruma karşı sessiz. Eskiden, hatta çok çok eskiden diyebiliriz. Hani kütüphanelerdeki kültürün, kütüklerdeki şecerelerin trenlere konulup da gönderilmesi, büyük bilge ve ulemaların yok oluşundan önce toplum kültürüne, insanına sahip çıkarken şimdi durum çok vahim denilecek durumda.

Çünkü kültürler gibi, toplum zihniyeti de değişimden nasibini aldı. Geçmişin izleri bir bir ustaca silindi. Yalnızca kaybettiğini duyan zihniyetler kaldı. Toplumsal hafıza ölürken, çocuklarımıza ise ‘bu kütüphaneyi kurmak isteyen Türk’ler mi’ demek kalıyor.

 İlgili yazılar

Anadolu’daki Ayaklanmaların Tarihsel Boyutu

Uluslararası Af Örgütü 2015-2016 Türkiye Raporu

Türkiye’de toplumsal barış: Çıkmaz sokak


Oğulların anneleri öldürdükleri ülke: Anadolu