Bir bakın 10 yıl öncesinde ne kadar az derdimiz varmış. Bu ne yahu? İstikrar bu muymuş? 5 yıl önce nasıl teknoloji ihraç ederiz derken şimdi terörü hem ithal hem de ihraç ediyoruz. Kalabalık = Bomba, tenha = tecavüz, gasp.
Başımız sağ olsun. Bu bir dış politika meselesiydi. Yıllar önce akıl ve mantık sınıfta kaldı ülkemizde. Bazı gelişmiş ülkeler gibi biz de ‘Demokrasi Kargocusu’ olmaya karar verdik. Sorduk bazı ülkelere, “Nereye gidiyorsunuz?” Dediler ki “Falanca yere gidiyoruz, demokrasi götürüyoruz, özgürlük ve eşitlik götürüyoruz”, “O zaman biz de gelelim bizim de götürebileceğimiz bir şeyler vardır elbette” dedik. Peki bizim demokrasi birikimimiz buna yeter miydi? Hayır. Bizim demokrasimiz, işte derdimizi anlatacak kadar. Bir defa gazetecilerin ancak ve ancak iktidarın cevaplarını sorulandırabildiği bir ülke nasıl başka bir ülkeye demokrasi adına bir şey söyleyebilir? Ne söyleyebilir?
Değerli okuyucular, ne kadar vahim değil mi? Kaç kişi öldü? Tabiatın akışı haricinde kaç canımızı yitirdik? Üzücü. Hiç istemezdim böyle bir konu ile alakalı kalem oynatmayı. Fakat içim sıkıldı, ruhum karardı, giysilerimizi, sosyal medyayı kararttığımız gibi… Dayanamadım ve ancak yazarak, sizlerle paylaşarak, içimde, göğsümde duran o sancının hafifleyebileceğini düşündüm. Derler ya, acılar paylaştıkça azalır…
Bugünümüz
Biz nasıl bu hale geldik? Ekonomik krizlerle, borsa ve türban ile ilgili konuşup duruyorduk. Ben de kendi yazın alanımla ilgili yazmaya ilham bulabiliyordum. Ancak şu günlerde “Ne ekonomisi?” diyorum, “Ne yönetimi be?”
Meşhur bir sınıflama vardır; Maslow Hiyerarşisi (1943). Orada da güvenlik ihtiyacı en başta gelir. Ben, gördüğüm her şirket arabasına (beyaz) şüpheyle bakar olmuşum. Tipini beğenmediğim kişiler oldu mu parkların uzağından geçer olmuşum. Ne bilimi?
Neredeeeeennn Nereye?
Biraz daha açalım; malum ülkeler, vaktiyle, malum ülkelerin yaşadığı gibi ‘demokrasi getirilmesi’ olayı ile karşı karşıya kaldı. Biz ise, diğer ülkelerden, ülkemizin aleyhine tek cümle kabul etmezken onun bunun işlerine karışma yetkisi gördük kendimizde.
Savaşı durdurmayı söylem haline getireceğimize savaşı -neredeyse bizzat- çıkaran taraf haline geldik. Binlerce insan öldü, milyonlarcası aç kaldı, yurtsuz kaldı. Sonra da bunun olacağını bilmiyormuş gibi onlara üzüldük, yurdumuza aldık. Ülkemizin kültürü değişmeye başladı. Böyle büyük bir kültür yozlaşması için tek satır yazı yazmadı havuz medyası.
Düşünün ki Avrupa ülkeleri “Parasını ödeyelim ama mülteciler sizde kalsın” diyebildi. Ne üzücü bir şey, mülteciler için de, bizim için de… Malum savaş ülkesinde kalanlar ise ölmeye devam etti. Şimdi de bizim canlarımız ölüyor. Yine tek satır yazı yazmıyorlar. Yıllar önce bu oyun başladığında 10 kişiden 7’si söyledi; burası bir bataklıktır, taraf olmayın, ne idüğü belirsiz bu terör örgütlerine hele İslami terör örgütleri ‘ararsa sakın açmayın, meşgule verin’ diye. Dinlemediler. Seçmen de dinlemedi.
Bugün canlarımız gidiyor. Belliydi. Biz ilk 3 Nisan 1930’da kadına seçme hakkı vermiş, sayısız modernleşme devrimi yapmış, halkını kuldan millete getirmiş bir ülkeyiz, laik bir ülkeyiz. Bize ne? Hiç yakışıyor mu? Binlerce insan bir dış politika oyununa kurban gitti, gidiyor bir tane istifa yok yahu! Bu utanmazlık, bu koltuk sevdası nedir? Bize eskiden, oynanan oyunların, ters giden durumların yalanını söylerlerdi. Artık bize yalanını da söylemiyorlar. Seçmen de maalesef; “Arkadaş, sen yazı yazan 80 yaşındaki adamları makul şüpheden içeri attın, 4 yıl da yatırdın. Bu bombacılar nerede nasıl kalmakta, nasıl hazırlanmakta hiç mi haberin yok?” diye sormuyor. Evlerinden kalkıp valinin önüne kadar yürüyemediler. Bir bakın 10 yıl öncesinde ne kadar az derdimiz varmış. Bu ne yahu? İstikrar bu muymuş?
Bizi öldürmeyin!
En nihayetinde bugün bir terör ülkesi olduk. 5 yıl önce nasıl teknoloji ihraç ederiz derken şimdi terörü hem ithal hem de ihraç ediyoruz. Bu, bir dış politika meselesiydi ve şu an belli oluyor ki yanlış pozisyon almışız. Eğer hükümet farklı pozisyon alsa idi bugüne gelmez miydik? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak şu anki planın tutmadığı belli. Kene hastalığı salgını olduğunda “Pantalonunuzu çorabınızın içine sokun” gibi bilimsel bir açıklamanın yapıldığı bakanlıklar bölgesine 500 metre kala -kışlık patates taşır gibi onlarca kilo bombayı bagajında taşıyor- ve uygun gördüğü bir yerde patlatıyor zalimler. Sizce “Müsterih olun” cevabı yeterli mi?
Vaktiyle, uyaran bilim insanları, büyükelçiler, siyasetçiler oldu. Biz ise terör örgütlerine; “siz hepiniz, ben tek” dedik. Şimdi neden ben ölüyorum? Ya da neden birileri ölüyor? Ben neden dörtlülerini yakmış bir araba gördüğümde ya da sakalı uzun bir genç gördüğümde yolumu değiştiriyorum?
Kalabalık = Bomba, tenha = tecavüz, gasp.
Yukarıda yazdıklarımı baştan okudum az önce. Eleştirmek istemezdim ama galiba bir yerlerde hata var! Benim üniversitelim, emekçim, emeklim yolda yürürken ölüyor, yarın başkası da ölebilir. Biz bunun için hiçbir şey yapamıyoruz. Bunun adı istikrar…