Sabahattin Ali: Kült bir ruhun hikayesi

Sabahattin Ali 1907 Gümülcine doğumlu. Tanısaydık, anlasaydık. Babası, kardeşi veyahut en yakın dostumuz olmasını dileyebileceğimiz, 1948’de haince öldüremeyeceğimiz, kıyamayacağımız biriydi o. Nereden mi varıyorum bu kanıya?

sabahattin ali kült bir ruhun hikayesi

Dört duvarın çaresizliği

Her şey Kürk Mantolu Madonna ile başladı benim için. Ankara’da işsiz kalan, kahraman – anlatı bakış açısıyla, aslında tüm kitabının bir özeti sayılabilecek sonradan tanıdığı Mütercim Arif Bey’ciğimi kendi tahliliyle daha ilk başta bizi cezp edip 3–0 önde başlıyor roman. Raif efendinin bir hatıra defterinin keşfi aracılığıyla ve onun her şeye, herkese karşı yabancılaşmasının nedenleri anlatılır.

Şu özet sayılacak söze gelirsek; “Dünya’nın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir! Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluk anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz?” İşte! Hayatımız da bir kerede olsa sözüm ona vardır ya; Basit dimağlarını, başkalarını yargılayarak bir takım kanılara varıp, özü fark edemeyenler! Bizler de zannetmiyor muyuz çoğu vakit böyle basit dimağları olduğunu düşündüğümüz “insancıkları?” Hayatın kendi etrafımızda döndüğünü, bir başkasının neler yaşadığını neler çektiğini bilmeden ön bir yargı ortaya koymuyor muyuz? Hal-i pür melalimiz artık rutinleşmiş durumda…


Kılık kıyafetiyle, rengi veya diliyle, hal ve hareketiyle, gördüğümüz bir yanlış veya garipsediğimiz bir davranışıyla tüm bir ruha o yanlışın etiketini yapıştırmıyor muyuz kişiye?

Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur demişler, kıyıya vuracak olanın ne olduğunu bile bilmeden hemen denize pis diyebilecek kadar habisleştik diyebilirim. Sabahattin Ali der; “Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki temiz kalmak için tek çare kendi dünyamıza çekilmek.” Raif Efendi de tam olarak kendi yağında kavrulan bir zat.

Sabahattin Ali’nin şiir ve edebiyat dünyası

Sabahattin Ali ilk olarak şiirle başladı edebiyat hayatına ve şiirleriyle de hece ölçüsünü, aruz ölçüsünü bunun yanında serbest nazımı kullanması üstadın şiirsel yetkinliğini de gösteriyor bizlere. Romanlarını bendeniz hepsini okumuşumdur.

İçimizdeki Şeytan; Yaptığımız her şeyin sorumlusunun kendimiz olduğunu vurgulayan ve seçimlerimizin, yanlışlarımızın, çirkeflik ve dalkavukluklarımızın kendimiz dışında lalettayin bir mahlûka bir “Şeytana” atfetmenin bir kaçış yolu olmadığını, bundan kaçıp asıl mevzunun ne olduğunu bilmemize rağmen, kendimize 3 maymunu oynamanın, canhıraş vaziyetimizi ve bunun artık böyle süremeyeceğini öyle bir dillendirir ki anlayabilen her okurun ruhuna bir dikiş nakış eder bu roman.

Kuyucaklı Yusuf

Kuyucaklı Yusuf; Doğaya dönüş ve de isyan felsefelerinden kaynaklanan başkaldırı temasını işleyen ilk Türk edebiyatı romanıdır. Bu romandan önce okuduğum bu türde bir kitap olan Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı romanını zevkle okumuştum. Otuz iki yılda tamamlanan, bir başyapıttır İnce Memed…

Ama ilk olarak bu türde eser veren ve okuduktan sonra üstünde uzun zaman geçmiş olsa bile akıllarda kalabilecek bir romandan bahis edelim. Romanda anlatıcı, eşrafın zorbalığı altındaki mazlum ve ezilen halktan bir taraf bellediğini saklamıyor ve anlatım tekniğiniyle bizlerde sevgi, nefret ve acıma bir başkaldırış duygusu uyandırarak aynı duyguları kendisiyle paylaşmamızı amaçlıyor, kalplere dokunan bir Sabahattin Ali kült romanıdır Kuyucaklı Yusuf.

Kürk Mantolu Madonna

Kürk Mantolu Madonna; anlam arayışı, bir aşk hikayesi üzerinden anlatılmıştır.

Karakterlerin iç dünyalarının teferruatıyla bizlere yansıtılması bu ve diğer eserlerinde hem sanatsal tabanda hem de realist yaklaşım açısıyla yaklaşmış ve o akıcılıkla okuru romana kilitlemeyi başarabilmiştir. Bir saat gibi kısa sürede bitebilecek olan romanı, belki haftalarca bitirmek istemeyebileceksiniz…

Hele o Maria Puder’ciğimizin ilişkilerdeki farkındalıkları, gözlemleri. Bizatihi haklı olarak erkeklere karşı beslediği nefreti ve tahlilleri son derece dikkatini çeker okurun. Tanıştıkları ilk günden beri Raif efendiyle, neyi istemediğini defalarca söylemesi, neyi istediğini bulmaya çalışmasıyla, Varoluşculuk felsefesini aklımıza getirmiyor mu? Hani o temel ilkelerinden biri olan kendinin farkında olma durumu; kendinin farkına varabilmek için çabalamayı ifade eden Varoluşculuk.

Bir şeyi niye istediğini, niye istemediğini, duygu, davranış ve kanılarını, en sonunda kişiyi memnun etmeyecekse bile, derinlemesine incelemeyi öğütler. Ki bu anlayışta Maria Puder’in hem kendisinin hem de ilişkilerindeki farkındalıklarına genişçe yer verilmiştir.


“Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek. Biz istemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz?”

Maria Puder

Okuyanların da bildiği gibi Maria Puder ile Raif Efendi’nin karşılaşması, aralarında oluşan bağ ve izlenilen süreçte Maria Puder’in Raif’e aşık olabileceğini gördük. Deli gibi değil de gayet aklı başında sevecektir Maria, Raif’i.

Beni en çok etkileyen ve diğerleri gibi pek olmasa da hak verdiğim bir başka Maria Puder incelemesi var ki bu bizi, en azından ‘kendimi’ sürekli sorgulamama neden oluyor. ‘Merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı  görmeye hakkımız yoktur.’

Merhamet ettiğimizde oluşan en küçük bir narsisizme tahammül edemez Maria Puder. Başkalarının acizliklerini görüp de halimize şükretmekte keza öyle. Fakat Maria Puder’in böyle düşünmesinin nedenleri var, misal annesinin hayatta pasif oluşu, her şeye boyun eğen ve erkeğe biat eden bir kadın olması. Onun tam zıttı olmasına peyda etmiştir. Mağrur, sorumluluk bilincinde olan ve bizatihi tüm vuzuhuyla ortaya koyabilen bir hale dönüştürmüştür.

Ve bir de başkahramanımız Raif var ki onu biraz daha tanımlamamız gerek. Anlatıcı anlatırken bu karakteri; Okuru meraklandıran gizemli bir karakter, tam bir sır küpü olduğunu anlıyoruz. Zaten onu tanıdığımızda belki benim romanı defalarca okumamı sağlayabilen karakterlerden biridir. Kaybedenler Kulübünü izlediyseniz eğer, sizi kendini gerçek bir kaybeden olarak tanımlayan Raif Efendi’yle tanıştırmak istiyorum o zaman…

“Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ve ben onu kaybettim.”

Peki, ne kaybetmişti Raif Efendi tam olarak? Onun kendisini tam olarak kaybeden olarak ifade etmesine sebebiyet veren şey neydi?

Bunları öğrendiğimizde, muhayyilemizi zorlayacak olan bir roman ve karakter olduğunu kavradım. Dışarıdan bakıldığında kof, ama içerisi kahvaltılık çikolata gibi bir adam cidden Raif efendi…

Kitabı ilk okuduğumda anlamadığım, başta kelime haznemin zayıflığı nedeniyle bilmediğim her kelimenin altına ve üstüne yaza yaza, çize çize ve seve seve bitirdim romanı. Mürekkebimin, göz pınarlarımdan akan o tuzlu suyla nasıl halitalandığını, dağıldığını tecrübe ettim.  Belki de içimizde çok Raif Efendi var, ama onlar için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. İmkansızı mı arıyorsunuz? Okuyun bu romanı efenim!

Bu kitabı ve Sabahattin Ali’yi tam teşekküllü tarif etmek ne benim ne de naçizane fikrimce bir başka babayiğidin harcı değildir. Çünkü okuyanda ortaya çıkacak olan muazzam tahassüslerin tasviri ne denli yapılmaya çalışılsa da Oğuz Atay’ın da dediği gibi “kelimeler bazı anlamlara gelmiyor…” Kelimelerin kifayetsiz kalacağı bir romandır Kürk Mantolu Madonna.

O yüzdendir ki eserlerini bizatihi okumanız gerek, okuyanlar da sonradan yazımın ne kadar alelade bir tahlil olduğunu fark edeceklerdir. Yazarımızın sadece bir romanını, içli dışlı bir şekilde ele aldım. Ki bu yeterli bile değil, üstadı okuduktan sonra alabildiğine yüreğinizde olacaktır o eser ve kelimeler o dakikadan sonra lal kalacaktır.


Sabahattin Ali’yi daha çok kişiye sevdirmek ve yazılarımı muntazamlı olacak biçimde, dünyada her gün karşılaşmayacağımız kült bir ruhu daha da tanımak ve tanıtmaktır isteğim. Her bir romanını, öykülerini, şiirlerini bir yazıya sığdırmak istemem, çünkü hem üstadı andığımda bir Fatiha daha okumuş olacağım ve de dolayısıyla kitaplarını bir daha baştan okumam gerekecek. O nezih duyguları bir daha yaşamış olup ve çıkabilecek farklı tahassüslerle bir başka dejavu yaşayacağım belki de!

Fahrelnissa Zeid: Gökkuşağında İki Kuşak


Editor
Haber Merkezi ▪ İndigo Dergisi, 19 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. Amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İndigo Dergisi herhangi bir çıkar grubu, ideolojik veya politik hiçbir oluşumun parçası değildir.