Toplum olarak tehlikeli alışkanlıklarımız

Dünya nasıl, ülkemiz nasıl? Sahi nasıl bu ülkenin insanları? Uyanık geçinenlerden miyiz, yoksa ayıkken rüya görenlerden miyiz; dost muyuz kendimize yoksa düşman mıyız? Pratik zekalı mıyız yoksa cehaletin mahkumu muyuz, bildiğimizi biliyor muyuz yoksa bilmediğimizin farkında değil miyiz? Tembel miyiz yoksa çok çalışmaktan yorgun muyuz? Sorunlu muyuz yoksa çözümü hiç dile getirmiyor muyuz? Seviyor muyuz yoksa zannediyor muyuz? Saygılı mıyız yoksa karıştırıyor muyuz, ciddiye mi almıyoruz yoksa kadercilik mi oynuyoruz?

Toplum olarak tehlikeli alışkanlıklarımız

Yoksa…

Yoksa kendimize değer vermemenin bir yansıması mı bütün olan bitenler ben karar veremedim, illegal yönlerimiz neyin ispatı fikri olan var mı?


Uzun yollara düştüğüm oluyor ve her seferinde radar hakkında düzinelerce selektör uyarısı alarak kızsam mı gülsem mi bir halde bitiriyorum yolları. Sonra diyorum ki yardımlaşma adı altında bir kural ihlali teşviki değil midir bu?

Dünya sıralamasında kural ihlallerini en çok bozan ülkeler arasındayız

Hız limitini aşıp kural ihlali yaparak suçu olmayan insanların da karıştığı kazalar her gün manşetlerde. Konuyla ilgili dünya sıralamalarımıza ve oranlara bakarsanız daha bir açık hale gelecektir rakamlar.

Hastanede sıra bekliyorsunuz herkes gibi bir derdiniz var ki derman aramaya gelmişsiniz; sabah erken kalkıp gelmiş ve avantajlısınızdır (ne iyi etmişsiniz), üst yaş gurubu iseniz avantajlısınızdır (saygı duyar hürmet ederiz). Acil bir vaka iseniz zaten bekletilmezsiniz (acil şifalar dileriz), hastanede tanıdığınız varsa avantajlısınızdır (asla hazmedemeyiz ama ilk fırsatı da her fırsatı da kullanırız), ha birde iyi bir gözlemci ve mesajları havada kapıyorsanız avantajlısınızdır ( sabrımızı zorlarsanız her an kavga çıkabilir ), nasıl mı oluyor? Son zamanlarda hastanelerde moda! Bilmem karşılaştınız mı? Tekerlekli sandalye ile kapıda bekleyen hastalara da öncelik tanınıyor ve bir bakıyorsunuz tekerlekli sandalyeyi kapan gelmiş.

Toplum olarak tehlikeli alışkanlıklarımız

İki kişi yolda kavga eder! Sözde ayırmaya gidilmiştir aklıselim bir davranış olarak… Ama ilk fırsatta taraf olup olayın kahramanları arasına karışacak kadar yediden yetmişe deli – kanlıyız maşallah. Bir de bakmışsınız iki kişilik kavga mahalle dalaşına dönmüş…

Kar yağar her yer bembeyazdır ilk aklımıza gelen doğal olarak eşe dosta arkadaşa haber verip kartopu oynama eğlencesidir ama ne akla hizmet bilinmez eşe dosta arkadaşa eğlence olsun diye kartopu atılırken içine taş koyar iyice sıkar sonrada gülle misali oyun mu oynarız? Herkesin bir acısı vardır mutlaka bu konuda… Olmayana inanmam – inanmam kardeşim.

Düğün dernek olur, aileler birleşir iki kişi yuva kurar buna tanıklık etmek için ve paylaşmak için eşe dosta haber verilir ev sahibi tedariklidir zaten! Silahı tüfeği kapan eş dosta peşi sıra gelir, Adetmiş ne adedi kardeşim, bir dünya güzel örf adet varken sen tutup en çirkin olanlarına yapışıp kalırsan bizim de mutlu günümüze kan bulaşır…

Toplum olarak tehlikeli alışkanlıklarımız

İyi ile kötü sevinç ile öfke duyguları fena halde harmanlanmış bizde…

İlk yardım olaylarımıza ayrıntılı bakarsanız sonuç hep tirajı komik! Bir türlü öğrenemedik insan hayatını ciddiye almayı, bir araştırayım dedim ilk müdahale nedeniyle o kadar çok insan kaybetmişiz ki! Salla – pati, ite kaka pisipisine.

Her insan bir fikirdir, bir yaşamdır, bir inanç bir felsefedir, aynı aile içerisinde yetişilse bile farklıdır her bir bakış… Öğrenemediğimiz en acı gerçeklerden de biri farklılık gösterebileceğimize duyulan öfke…

Halbuki farklılıktır hayatı renkli kılan, eğlenceli kılan, çekilir kılan, ne zaman öğreneceğiz fikirlere, inançlara, tercihlere saygı duymayı…


Her konuda eleştirecek, kınayacak, hor görecek, şikayet edecek bir şeyler buluruz inanın bu böyle bizde…

Mesela balkondan bakar her yer çöp deriz suratımız şekilden şekle… Belediyeyi suçlarız çalışmıyor diye ama elimize geçen her şeyi arabadan, balkondan, caddeden geçerken atar fırlatır üstelik çocuklarımıza bu konuda hayli güzel örnek oluruz, sonra 5 kişilik ailenin örnek olduğu bir ailede tek bir öğretmen ona çöp atmanın kotu bir şey olduğunu anlata dursun da dursun…

Umumi ihtiyaç binalarının, yolculuk yaptığımız garların, çalıştığımız iş yerlerinin kısaca ortak yaşam alanlarımızın hali vaziyeti ne o öğündüğümüz inancımıza ne atalarımızdan aldığımız kana ne de ailemizden aldığımız eğitime yaraşır halde değil, parmakla gösterebileceğimiz yerlerin bile bir karanlık yönü var…

Eminim bir yerlerde eksik pek çok şey kaldı!

Her şeyi biz biliriz mantığı ile hep en doğrusunu biz yaparız, biz düşünüz, “biz – biz” modunda geziyoruz elimizdeki mekanik aletler gibi ama bir bakın ülke haberlerine, dış dünyaya verdiğimiz umutsuz toplum mesajlarına, değiştiremediğimiz makus kaderimize, sahip çıkamadığımız taşımıza toprağımıza, dur diyemediğimiz onca şehit haberlerine, damgalandığımız inancımıza! Şanlı Kurtuluş mücadelemize rağmen fark yaratamamışlığımıza; tüm dünyanın tanıdığı ve Dünya Lideri olarak kabul gördüğü M. Kemal Atatürk’ün izinden şaşmışlığımıza bir bakın…

Dünya nasıl biz ülke olarak nasılız? Bizler bunları mı hak ediyoruz gerçekten?

Çözülmüşlük, gevşeklik, umursamazlık, boş vermişlik bir yerde baş göstermişse başka alanlara da sıçrama yapmak için zaman kaybetmez, bir çorap söküğü gibi alışkanlık haline gelir sonra bir bakmışsınız ‘Araplar pis bir millettir’ cümleleri gibi tüm dünyaya çabalasak dahi damga gibi kalacak lekeler edinivermişiz.

Toplumsal bilincin ve işleyişin olmadığı bir yerde hiç bir ilerleme kaydedilemez bu sadece yerlere çöp atmama mevzusu gibi basit bir konu gibi görünse de geleceği ve ülkeyi şekillendiren bilinç düzeyimizi aşağı ya da yukarı çeker. Bir bütün halinde hareket etmemizi ya da çil yavrusu gibi oradan oraya savrulmamıza örnekler teşkil eder.

İşte bu tür basit gibi görünen davranış hataları sosyal birer yara olup bir virüs gibi tüm ülkeyi sarar.

Sadece gözüm acıyor diye bir köşeye susup çekilemezsiniz, görüş alanınız bulanıklaşır, yaşam kaliteniz düşer, gün içerisinde tehlikeli durumlara maruz kalırsınız, canınız acıdığı için huzursuzlaşırsınız durum uzar ise asabiyet sahibi olur daha da devamlılık arz ederse kabalaşır hatta şiddete varan bir psikoloji içerisine girersiniz.

Hani sadece gözünüz ağrıyordu?

Mesele anlaşıldığı üzere o, şu, bu değil! Mesele en basitinden en ağır konulara kadar çözüm üretebilme becerimiz, toplumsal duyarlılık ve birlikte hareket edebilme, analiz edebilme yetimiz…

Ama biz medeniyete kavuşalı, en güzel tarihi yazalı ve ölümsüz bir liderle anılalı tam 92 yıl geçmiş ve biz hala emekleme modundayız…


Ne dersiniz çuvaldızı kendimize batırma zamanı mı?

Dünya tersine mi gidiyor?


Nihal Çalışkan
1980 Nisan doğumlu. Kendini ve hayatı keşif sürecinde, hayatına giren her bir ruhta kendini buluyor. Dünün dünde kaldığını hatırlatıyor bazen kendine, bugünü, anı yaşamanın keyfini sürmek en büyük derdi. Bilinmeyen on yüz bin ihtimalli yarına umutla ve keyifle ve neşeyle ve merakla gözlerini dikmiş durumda. Bilinmeyeni öğrenmek, görünmeyeni görmek, duyulmayanı duymak çabasında. Farkındalıklarını artırıyor ve şifa ve şefkat ile bazen hırçın, bazen deli dolu, bazen sakin, bazen çocuk gibi bazen çok keyifli ve bazen de uzun uzun susarak sadece sevmeyi bilen kalbi ile yaşıyor…