Barış gerekli değildir. Kimler için gerekli değildir hemen açıklayayım: Barış silah satanlar için gerekli değil; bizatihi elzemdir. Düşünün bir elma şekeri fabrikası açıyorsunuz ve dünyada hiç çocuk kalmamış. Ne yapardınız?
Barışın bilinmeyen faydaları
Okuyucunun ilgisini çekmek için çeşitli başlıklar vardır bilirsiniz: ”Çörekotunun inanılmaz faydaları”, ”Soğan yemenin muhteşem yararları” ya da ”Bu yiyecekler kanseri önlüyor” gibi başlıklar…
Başlıklar bizim toplumumuzda çok önemli bir yer kaplar. ”Barışın bilinmeyen faydaları” diye bir başlık da umarım tüm ‘savaş’ yanlılarının gardını almasını sağlar. Burada bahsedeceğim şeyler savaş sevicileri epey rahatsız edecektir. Zira ‘barış’ için çarpışanlar, vicdanlı insanların nazarında, yenilse bile yenilmiş sayılmazlar
Öncelikle barışın gerekliliği konusuna değinmek istiyorum. “Barış gerçekten gerekli midir? Ya da barış olmazsa da yaşayabilir miyiz?” sorularının cevabına ulaşmamız gerekiyor.
Barış gerekli değildir!
Kimler için gerekli değildir hemen açıklayayım: Barış silah satanlar için gerekli değil; bizatihi elzemdir.
Düşünün bir elma şekeri fabrikası açıyorsunuz ve dünyada hiç çocuk kalmamış. Ne yapardınız?
Ya çocukların olduğu başka bir dünyaya taşınırdınız ki bu pek mümkün görünmüyor; ya da fabrikanızı kapatıp çocukların olmadığı dünyaya sürekli küfrederdiniz değil mi? Örneğimizi tersinden ve de acıtan gerçek açısından düşündüğümüzde de silah üreticileri; silahlarının kullanılması ve daha çok çocuğu öldürebilmesi için bu pazarda sürekli varolma çabası gösteriyorlar ve çocukların yaşadığı dünyaya sürekli küfrediyorlar.
Onlar çocukların olmadığı bir dünyayı değil, çocukların öldüğü bir dünyayı arzuluyor. Bu pazar çok kanlı bir pazar ve çocukların kanını kendisine sermaye yapan bir pazar arkadaşlar! Cumartesi pazarındaki domateslerin fiyatı cebinizi yakar ama silah pazarındaki bombalar genç bir neslin geleceğini yakar.
Barış, ikiyüzlülerin ortaya çıkması ve ”Ben Buradayım!” diye avaz avaz bağırmaları için bir seçici geçirgendir. Savaş zamanında barış çığlıkları atanlardan ikiyüzlü olanları; barış zamanında attığı savaş çığlıkları ile de meşhurdur. En müzmin, en kibar bir ”sahte barışsever” içindeki vahşi duyguları örselemesini bilemez ve rakibine boynuzunu geçirmeden hemen önce ayaklarını yere sürten boğaya benzer.
”Hani siz barış istiyordunuz? Hani insanlık barışa susamıştı?” diye sorarsanız bu zat – ı alilere verecekleri cevap dünyanın en saçma cevabıdır: “Biz böyle bir barış istemiyorduk!” derler. Ve bunu öyle büyük bir inandırılmışlıkla söylerler ki şaşar kalırsınız. Barışa inanmamış iki tarafı barışa zorlarsanız sonuç elbette ki hüsran olacaktır.
Ama yılmak yok, biz barışa susadık, susuz yaşarız da barışsız asla!
Barış: gelecek neslin inşasında çok önemli bir pay sahibidir. Bakınız Srebrenitsa’nın, Hiroşima’nın, Suriye’nin, Vietnam’ın, Gazze’nin, Ahıska’nın, Çanakkale’nin çocuklarının genetik mirası ile aktarılmış travmalarından kurtulmaları bilmem kaç nesil sonra mümkün olabiliyormuş. Hem de bu bilimsel araştırmalara da konu olmuş. Endişeli anneler endişeli çocuklar yetiştirir ve onlar da nerden geldiğini bilmedikleri bu endişe duvarını aşana kadar ömürlerini bitirmiş olurlarmış. Endişesiz bir dünya mümkün, bunu başarabiliriz, evet azınlıktayız ama çoğunluktan daha haklıyız ve haklı olanlar er ya da geç kazanacak. Kazanmak zorundayız. Ama olsun, insanın içindeki vahşi savaş dürtüsü de bilimsel açıklamalara konu olmuş değil mi? Haklısınız haklısınız ben hep iyi tarafından baktım. Ben hep yalnız kaldım ama tek isteğim de ülkemin çocuklarının ve onların çocuklarının yalnız ve güzel ülkesini sevmesini istememdi. Suçlu benim ve her dönemde benim gibi düşünenler suçlu olarak anılmaya mahkumdur.
Ama her zaman diyorum yine diyeceğim: Yaşasın haklıların suçluluğu. Ne gurur verici bir suçluluktur ki bu, her dönem ezilmeye razı olanları kendisine eş seçmiştir.
Savaşın ilk seçenek olduğu, barışın ise adının bile anılmaya korkulduğu yıllarda yaşıyoruz. Belki de daha önceleri de durum böyleydi ama acının evrimsel sürecinde en güçlü acıların günümüze kalanlar olduğuna inanıyorum. En basitinden kendi tarihimize baktığımda Türkiye Cumhuriyeti’nin son yüzyıla damgasını vurmuş olan bir savaşçısının, bir sözünden bahsetmek istiyorum. Çanakkale’de emperyalizmin kanlı pençesine dur demiş ve girdiği savaşlardaki gösterdiği başarıları Dünya Savaş Literatürüne girmiş bir adamdan ve onun bize miras kalmış cümlesinden biraz ders almayı umuyorum.
Savaşan bir adamın, savaşta kazanan bir adamın, Mustafa Kemal Atatürk‘ün ‘savaş’ konusunda söyleyebileceği söz: ”Yurtta barış, dünyada barış” ise durup bir düşünmek gerekiyor. Savaşmadan da barışabiliriz. Gülmeyin, küçümsemeyin, dışlamayın, en azından bir kere bile denesek faydası vardır bizim için. Savaşı denemek bu kadar kolayken barışı denemek niçin bu kadar zor oluyor?
Babam böyle savaş yapmayı nerden öğrendi? Reklamlar niye hep gülen çocukları gösteriyor?