Gerçek ile hayalin karıştığı noktadayım. Yaşananla yaşadığım iç içe geçmiş, perçinlenmiş gibi adeta. Gerçek gözüme olduğu gibi değil olduğum gibi geliyor. Olduğum ne denirse, olmadığım ne kadar şey varsa beni olduran oluyor.
Gerçek belirsiz…
Kör nokta burası… Objektife giren ama odaktan uzak olan nokta… Dikkati çekmeyen, dikkatin yani bilincin dışında kalan nokta… Bu noktada ya her şey yalan ya da yalan diye bir kavram mevcut bulunmuyor. Çünkü gerçek belirsiz… Gerçek yok! Varsa da yüzünü göstermiyor. Olduğu gibi göremiyorum onu. Diktiğim elbiseleri üzerine giydiriyor istediğim şekle sokuyorum. Bu elbiseleri kendimce dikiyor, kendi mantığımla tasarlıyor, kendi dilimde üretiyorum. Bir dilim var ama çözemiyorum. Dilimi bilmiyor, kendimi tanımıyorum. Olduğum neyse onu dahi bilmezken olanı olduğu gibi nasıl görebilirim? Nitekim eşyanın diline ulaşamıyorum…
Gerçeği bilemezken yalan söylemiş sayılır mıyım? Yalancı olarak addederler mi beni? Yanılmak, yanıldığı ölçüde yanıltmak aldatmak mıdır? Yoksa ulaşmaya çalışıp bir türlü kokusunu alamadığı gerçeğe temas etmeye çalışmak mıdır?
Gerçekliğin erimesi
O halde şunu da soralım: “Deli” diye yaftalayıp, toplumun dışında bıraktığımız dış gerçekliğin açıklığını yitirmiş olarak tarif edebileceğim şizofreni hastaları ile aynı kaderi paylaşıyor isek, bizler özgürce hareket ederken niçin onların özgürlüklerini kısıtlıyoruz? Sebep gerçeklerin erimesi ise ben de gerçekliğin erimesine defalarca şahit oldum. Benim bu erimenin bilincinde olduğum, şizofreni hastalarının ise bu bilince sahip olmadığı iddia edilebilir. Doğrudur. Ancak ben de bu iddiaya karşı şu soruyu sormak isterim: Bilincinde olduğum gerçeğin erimesi olgusunun gerçekliğinden nasıl emin olabilirim? Yani ya gerçekliğin eridiğini düşünerek aldanıyor ve yanılıyorsam?
Bu sorularla bir ömür geçebilir. Biraz ürpertici, biraz da sonsuzluk girdabını açıklayıcı bir durumdur. Kesin sınırlar çizilemez sonsuzluğa, belki de bu yüzden sorularla anlaşılmaya çalışılır. Sorulan sorular çizilemeyen sınırların müphem açıklayıcısıdır. Soru sormak durmak demek: bir şey yapamamak, dizlerinin bağı çözülmek demektir. Kolonlara koyulan dinamit gibi etki uyandırır zihinde ki özellikle temel doğrulara yönelik sorulmuşsa. Gerçeğin daha doğrusu kendi gerçeğinin yıkılış korkusu sarar ruhu. Hem de gerçek adına. Başka bir gerçek! Ürperticiliği de tam burada. Gerçeğini yıkıp yenisi ikame ettiği an şunu da itiraf etmiş oluyor insan: Bu ikame ettiğim gerçek de geçici bir süre doğru olarak kabul edilecek benim için. Bir başka gerçek de bunu yıkıp geçecektir elbet. Peki, o zaman hakikat nedir?