Haberler karşısındaki rolümüz

Çifte standartları bir kenara bırakıp eylemlerimizin de birer dua olduğunu fark edelim. Giderek daha korkunç haberlere şahit oluyoruz, giderek duyduğumuz haberlere karşı hissizleşiyoruz. Hissizleşmediğimiz takdirde ise içimize bir yığın öfke, umutsuzluk, çatışma alıyoruz. Ne duyarsızlaşmak içimize siniyor, ne de bu ham duyguların bizi sarsması işe yarar geliyor. ”Öyleyse tüm bu olanlara karşısında nasıl konumlanmalı?” diye bir soru beliriyor kafamda. ”İzleyiciye bir rol düşüyor mu ve bu rol nedir?”

Haberler karşısındaki rolümüz

Dünyada hiçbir şeyin salt izleyicisi olduğumuza inanmıyorum. Bir filmi dışarıdan izleriz, bu yüzden filme etki edemeyebiliriz. Ama dünyanın içindeyiz, izlediğimiz olay dizgisi, etkimizin bulunduğu alanda gerçekleşiyor. Peki nasıl, yani süper kahraman kostümü giyip her kötü olayı engellemek üzere sahneye uçacak değiliz elbette. Ama buna gerek yok çünkü dünyada sadece izleyici ya da oyuncu değil, aynı zamanda yönetmen, aynı zamanda senaristiz de.

“Düşündüm diye mi oldu? Olabilir diye mi düşündüm?”

Hani ister kendi hayatımızda olsun, ister insanlık tarihinde, bazen bir şeyler öngörürüz ve sonra doğru çıkar. Basitçe bir örnekle bu, bilimkurgu filmlerinde ortaya atılan ‘gelecek’ fikirlerinin gerçekleşmeye başlaması olabilir.


Düşüncenin maddeye yön verdiğini (doğada her şeyin farklı formlarda enerji olduğunu, fiziksel olanın yoğunlaşmış enerjiyi okuma biçimimiz olduğunu, düşüncenin de bir enerji olduğunu ve tüm bunların birbirine dönüşebilirliğini vb) anlayan birinin aklına bu durumda şu soru gelebilir: ”İnsan bunu hayal ettiği için mi bu ufuklar açıldı ve durumlar gerçekleşti, yoksa zaten olası olduğu için mi hayal edebilmiştik başta?” Tabi ki hem tavuk yumurtadan, hem de yumurta tavuktan çıkar.

Bu demek oluyor ki hayal ettiklerimizin, düşündüklerimizin, durumlar karşısında verdiğimiz tepkilerin bu gidişata bir etkisi var. Hem de öyle bir etki ki öğrendiğimiz bir haber bize resmen bir sorumluluk yüklüyor.

Asıl soru burada beliriyor: bir senarist olarak, Allah’ın ruhundan üflediği bir insan olarak, gidişata nasıl katkıda bulunacaksın?

Haberler karşısındaki rolümüz

‘Dünya yaşanmaz bir bataklık haline geliyor’ diye mi yazacaksın yoksa bataklıkta açan nilüfer çiçeğini mi hikayeye sokacaksın?

Yüreği sarsan olaylara en başta sebep olan duyguları, yani öfkeyi, umutsuzluğu, suçlamayı mı ekleyeceksin dünyanın duygu havuzuna, yoksa samimi inancını katarak dönüştürecek misin bu duyguları? Sevgiyle şifa için dua edecek misin?

Dönüştürme gücü dua ve eylem

Ne gibi mi? Mesela, çıkarları için adaletsiz iş yapacak idarecilerin o sırada vicdanının kabarması, güzel olanın ne olduğunu berrakça hissetmeleri, nefsine rağmen adil davranacak irade kuvvetinin verilmesi, güzel olanı seçebilmeleri için dua etmek. Birine tecavüz etmek üzere olan zalimlerin o sırada bedensel dürtüden sıyrılmaları, içlerindeki iyiliği duyumsamaları, ya da en azından duruma engel olabilecek birilerinin aniden orada belirmesi içi dua etmek. İnsanların birbirini umursaması, korkuya yenik düşmeden doğru zamanda doğru işi yapacak cesareti bulmaları için. Bir canlı bombanın eyleminden önce yakalanabilmesi ya da eyleminden sorguya düşüp vazgeçebilmesi için. İnsanların çıkarlar için yaratılan yapay savaşlara inanmayıp gözleri boyanmadan anlayışla, paylaşımda, birbirini kucaklayışta kalabilmesi için.

İşte artık duruma göre nasıl güzelliğe dönüşmesi mümkünse enerjimizi öyle bir duaya yöneltmek. Ama o emeği gerçekten sarf etmek, bu duyguları hakikaten dönüştürmek. Enerjiyi bilinçli olarak dönüştürmek insanın iradesine verilmiş ne kuvvetli bir güç! Hem gücü, hem de sınavı aslında.


Türkiye’de kaos ortamı neden hiç bitmiyor?

Kimileri dua etmeyi küçümseyebilir. Bu duanın doğasını kavramamaktan kaynaklanıyor diye düşünüyorum.

Aslında bilinçli olarak bir dua ettiğimizin farkında olmasak dahi her an bir dua, her an olacaklara şekil veren bir niyet oluşturma halindeyizHem fikirlerimizle, hem de eylemlerimizle. Kötü bir haberle karşılaştığımızda ‘dünya feci bir yer’‘bunu yapanlar kahrolsun’ (ki kahrolan, kahreder), ‘her şey adaletsiz zaten’ dediğimizde, bunları hissettiğimizde aslında bunun için dua etmiş oluyoruz. Hani durumu değiştirecek oyu kullanmadığında durumun devam etmesine katkıda bulunmuş oluruz ya bir nevi onun gibi. Öyleyse payımızı bilinçli değerlendirmek önemli…

Devamlı zulüm görmek istemiyorsak teraziyi dengeleyecek diğer kefeye katkıda bulunabiliriz.

Hatta belki tek rolümüz görevimiz, yapabileceğimiz ve tüm yapmamız gereken bundan ibarettir. Dünyada görmek istediğimiz şeyler olmak. Haksızlık yapılıyor ve bundan hoşlanmıyor muyuz? Öyleyse adil davranmak. Niyetlerimizi, dileklerimizi, eylemlerimizi olmasını umduğumuz şeylerle doldurmak.

Tıpkı şu Kızılderili hikayesinde olduğu gibi; hani dede torununa beyaz ve siyah kurttan ve onların ezeli kavgasından bahseder. Torun ‘peki hangisi kazanacak?’ diye sorduğunda şu cevabı alır: ‘Sen hangisini beslersen’. Kendi içimizde olduğu gibi dünya için de aynı durum söz konusu. Öyleyse yapabileceğimiz en değerli şey, kazanmasını istediğimiz kurdu beslemek gibi. 

Haberler karşısındaki rolümüz

Çifte standartları terk etmek

Daha 20 dakikalık bir otobüs yolculuğunda bir yaşlıya yerini veremiyorken başka insanların sahiplendikleri toprakları, çıkarlarını, arzu ve hırslarını bir kenara bırakmasını beklemek ne kolay. Azıcık daha kolay olsun diye 3 poşet fazla, 10 plastik bardak ekstra kullanırken, ucunda milyarlarca çıkarı söz konusu olan bir şirket sahibinin plastiği değil de geri dönüştürülebilir malzemeleri tercih etmesini ummak ne kadar salim bir yaklaşım?

Çifte standartları bir kenara bırakıp eylemlerimizin de birer dua olduğunu fark edelim.

İki kefe varsa birbirini dengeleyen, biri güzellik biri sevgisizlikle dolu, ne çok sevgisizlik var diye şikayet ederek o kefeye katılmaktansa güzellik kefesine ekleyelim. Hem başkasından beklediklerimizi önce kendi çapımızda yapabiliyorsak ancak duamızı gerçekten inanarak edebiliriz. İnanmadan yaptığımız hangi iş olmuş ki bugüne kadar?

Sonuç olarak ‘olanlar karşısında nasıl konumlanmak?’ sorusuna şahsen bulduğum cevap:

Güzellikte kalmak için algıda seçicilikle gerçeklerden kaçmak değililgide seçicilikle karşılaştıklarımızı güzele yönlendirmek. Böylece içimizdeki öfke yerini sevgiye, çaresizlik yerini umuda ve çatışma yerini huzura bırakacaktır. Üstelik inanıyorum ki tek bir güzel eylem, onca sevgi barındırmayan yıkıcı eylemden çok daha kuvvetli. Bu yüzden kendimizle başlayan bu dönüşüm dünyaya yayılacak bir şifa kaynağıdır mutlaka. Yürekten gelen en ufak bir katkı cennete dönüşmesine vesiledir bakımsız bir bağın, yıpratıcı bir günün, acı dolu bir dünyanın. Her derde deva mutlaka verilmiştir ve şifa uzakta değil buradadır.


Bu inancı kalpten kalbe paylaşmak dileğiyle…