Türkiye’nin kanayan bir yarası da hayvanlara yapılan şiddet ve bu şiddete rağmen hukuksal süreçlerin işlememesi. Yine de hayvanları ve haklarını korumaya çalışan güzel insanlar var bu ülkede. Bu insanlardan biri de Hayvan Hakları Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Av. Ahmet Kemal Şenpolat.
Röportaj | Ahmet Kemal Şenpolat
“Hayvanlara huzur vermeyen bir toplumun kendisi de huzur bulamaz”
Hayvana şiddet, tecavüz ve cinayetlerle ilgili hukuki yaptırımların yetersizliği ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Türk hukuk sisteminde hayvanlara ilişkin yasaları ve uygulamaları incelediğimizde maalesef sahipli hayvan ile sahipsiz hayvan arasında bile ayırımı yapıldığını ve bunlara uygulanacak cezaların da farklı olduğunu görüyoruz. Yani sahipsiz hayvan maalesef maddi değeri olmayan bir “eşya” olarak kabul edilmekte iken sahipli hayvan ise manevi olarak bir değeri olduğuna dair mahkemelerde yerleşmiş bir kanaati de zaten fazlaca olmadığı gibi mevcut değeri de “kıymeti ne kadar ise o oranda tazminat” olarak ölçülüyor. Sahipli hayvana eziyet eden ceza kanunu kapsamında mahkemelerde fatura değeri olan bir olması nedeniyle yargılanabilirken, sahipsiz hayvana eziyet kabahatler kanunu kapsamında değerlendirilip mahkemeye bile çıkamıyor.
Var olmak HAKTIR!
Her ne kadar sahipli hayvana eziyet eden kişi mahkemelerde TCK md 151/2 kapsamında yargılansa da, bu yargılanma hayvanın eziyet görmesinden değil, sahibinin faturalı malının değer kaybetmesinden dolayı olmaya devam ediyor. Nitekim 2011 yılında İzmir’de bir zavallı yaşlı ve hasta kediye uykusundayken hunharca öldüren ve tesadüfen kameralara kayıt edilen kişi için, hayvanının yine tesadüf eseri sahipli olması nedeniyle TCK’nın bu maddesi nedeniyle HAYTAP öncülüğünde dava açılabilmiştir. Yani hayvanın hayvan olmasından ve eziyet görmesinden değil maalesef “malın” fatura değerinde meydana gelen zarar nedeniyle savcılık iddianame düzenlemiştir.
Hayvan sahipsiz olmuş olsaydı bu dava dahi maalesef açılamayacaktı. Kabahatler kanunu kapsamı gereği idari para cezası ile geçiştirilecekti. Keşke hayvanın hayvan olmasından dolayı gördüğü eziyetten dolayı dava açılabilmiş olsaydı ve mevzuatta buna ilişkin madde olsaydı. Yıllardan beri HAYTAP olarak meclisten istediğimiz böyle bir düzenlemenin artık yapılması. Aslında kimse itiraz etmiyor ama bir türlü de bizim cancağızlara sıra gelmiyor. Yoksa kapalı alanda sigara içen adama verilen cezayla, sokakta nara atan adama verilen cezayla hayvana eziyeti aynı potada değerlendiren bir ülke nasıl AB ye kabul edilebilir? Bırakın Avrupa’yı nasıl kamu vicdanı rahatlayabilir? Eğer bunu önleyemezsek, toplumdaki en zayıf halkayı savunamazsak toplumdaki giderek artan şiddettin önüne nasıl geçeceğiz?
HAYTAP’ın kuruluş hikayesi nedir? Hangi olaylar sonrasında federasyon olarak faaliyete başladı?
Masada kazanılacak bir mücadele için mutlaka sivil toplum örgütü birlikteliği ve ruhu gerekiyor. Eğer biz bu mücadeleyi mülkiyet aşamasından haklar aşamasına taşıyamazsak, örgütlenmiş bir sivil toplum örgütü haline getiremezsek aynı yerde saymaya devam ederiz. Tıpkı bir hamster’ın bir çember içinde koşturması, boşa enerji harcaması ve ilerleyememesi gibi yerimizde sayarız.
Bir hayvan sever olarak sizin sahiplendiğiniz veya bakımını üstlendiğiniz kaç hayvan var?
Benim şu anda sahibi olduğum bir hayvanım yok. Hayvan sahibi olmak ve hayvan hakkı savunucusu olmak farklı şeyler. Ama bahçemde baktığım bir sürü sokak kedisi var. Fakat bunu söylemek marifet değil bence. Sevgi ve hak savunuculuğu arasında doğrudan bağlantı yok. İkisi çok ama çok farklı kavramlar.
Türkiye’deki sokak hayvanlarının maruz kaldığı olumsuzluklarla nasıl mücadele edilir?
“Birçok aday belediye başkanı programı projesi arasında evsiz sokak hayvanların sorunu hakkında hala doğru düzgün somut adım göremiyoruz. Adayların büyük bir kısım sokak hayvanlarına bir sorun olarak yaklaşıp toplamak gayesinde duruyorlar. Halbuki sokağına alışmış, insanlara saldırmayan, kime yaklaşacağını, kimden kaçacağını bilen, kırmızı ışıkta bile duran mahallemin hayvanını neden toplamak üzerine kurgulu projeler geliştiriyorlar.
Hala daha “sokak hayvanı sorunu” cümlesini kullanıyorlar. Sokak hayvanı sorunu yoktur. Sokak hayvanlarının sorunu vardır.
Bu bakış açısı ve zihniyeti geliştiremediğimiz sürece, bu konuda bir adım bile ilerleyemeyeceğiz.
Hayvanları kısırlaştırma için bütçe ayırmayan ama hayvanat bahçeleri yapmak için devasa bütçeleri bulan belediye başkanları bir de parayı yönetebilme sanatları olsa, hayvanlar yanında bu ülke de kalkınacak aslında.
Sokaktaki kedi-köpeğe bakarak ya da evimizdeki hayvanı kuaföre götürerek, marka hayvan kulüpleri kurarak, sadece kendi hayvanını severek hayvan haklarının layıkıyla masaya taşımamız mümkün değil.
HAYTAP olarak imza attığımız projelerin sadece yasal konularda dava açmak ve yasa değişikliği için lobicilik çalışmaları yürütmekten ibaret olmadığının, aynı zamanda toplumun bu konudaki farkındalığını artırmaya da uğraştığımızın her zaman altını çiziyoruz. Bugüne kadar yapılanlardan, “yapılmaması gerekenleri” öğrendiğimiz için, daha farklı bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Örneğin 2011 yılı başı itibarıyla doğu illerinde; Erzurum’da, Diyarbakır’da, Bitlis’te temsilciliklerimiz var.
Kaç üye ve destekçi var?
2008 yılında 5 üye dernek ve 20-30 kişi ile kurulmuştuk. Şu anda gönüllü sayımızı bile bilmiyoruz. Sosyal medyada takipçi sayımız 340 binlere ulaştı.
Migros HAYTAP işbirliği ile neler yapıldı?
Kimsesiz hayvanlarımızın ülkemizde en çok açlık ile mücadele ettiği ülkemizde her yıl tonlarca ürün çöpe giderken MİGROS & HAYTAP projesi sayesinde tabuları yıktık ve Migros artık son kullanma tarihi maksimum o gün dolmuş tüm taze gıda ürünlerini HAYTAP ‘a vermeye başladı. 6 Pilot Migros şubesi ile başlayan proje 205 aktif alım yapılan Migros şubesi ile gün geçtikce büyümeye devam ediyor. İzmir ‘den Ordu’ya, Diyarbakır’dan Ağrı ya onlarca ilde binlerce kimsesiz hayvan projemiz sayesinde taze ürünlerle beslenmeye başladı.
Süpermarketten hayvan barınaklarına örnek proje
Sokak hayvanları için bireysel bilinçlendirme yönünde neler yapıyorsunuz? Ve neler yapılmalı?
Kısa filmler, afişler, billboard çalışmaları, sosyal medya kullanımı, okullarda eğitim, bol bol ulusal tv kanallarında çıkıp durumu anlatma.
Sosyal medyada paylaşılan çeşitli barınak ve sokak hayvanları ile ilgili çeşitli yardım çağrıları yapılıyor. Bunların etkisi ve geri dönüşü nasıl oluyor?
Kurumsal yapılmayan, örgütlü yapılmayan tüm çağrılar ağlamalar sızlamalar günü kurtarmak üzerine. Örgütlü çalışma ekip çalışması yapmadığınız sürece çoğu hayvan severin zaten bu yarışta gücü yarı yolda maddi manevi olarak kesiliyor devamını getiremiyorlar. Beslemeden öteye geçemiyorlar.
Türkiye genelindeki hayvan barınaklarının durumu nedir?
Kendisini idame ettiremeyecek zavallı, kimsesiz, terk edilmiş, üç bacaklı, hasta hayvanların barınabileceği, veteriner hekimlerinin, teknisyenlerinin, gönüllülerin içeri girip sahiplendirme yapabileceği merkezler olması gerekirken; çoğu sağlam hayvanların bile içeriye koyulduğu işkence merkezlerine dönüşmüştür. Veteriner hekimlerin olmadığı, asgari ilaçların bile bulunmadığı, kısırlaştırmaların gelişigüzel yapıldığı hatta gönüllülerin içeri alınmaması için “YASAH GARDAŞIM GİREMEN İÇERİ” dediği bu merkezler Topkapı Sarayı’nın kutsal emanetlerinin saklandığı yerler gibi gönüllülerce girilmesi mümkün olmayan merkezlerdir.
Ayrıca; hayvanların toplanma merkezi olarak bilinen ve halk arasında GEÇİCİ BAKIMEVİ yerine barınak olarak adlandırılan yerlerin aslında zavallı hayvanlar için değil, o hayvanları sevmeyen insanlar için yapıldığını çoğu kimse kabul etmek istemez.
Sokak hayvanları ve ülkenin gelişmişlik durumu arasında bağ kurulabilir mi?
Türkiye’de yerleşik yanlışlardan bir tanesi, bizdeki sorunlara Batı’da daha etkili çözümler bulunduğunun sanılmasıdır. Hayvanlara yapılan kötü muamele de bunlardan biridir.
Şunu kabul etmek gerekir ki, gelişmiş ülkelerde hayvanlar sokakta vatandaş ve idari makamlar tarafından bizde olduğu gibi zehirlenmemekte ya da tüfekle vurulmamaktadır. Hayvanlar fakir ülkelerden vergileri ödenmeden, sağlıksız koşullarda, poşetlerde, sandıklarda satış amacıyla kaçak yollarla girmemektedir.
Fakat onların uygarlığı bu gibi vahşetleri daha ince olarak yapar. Bizler tarafından genelde görülmeyen arka planda, mutfaklarda hayvanlara kötü muameleler yapılması söz konusudur. Kanada’da bahar aylarındaki fok katliamları, İspanya’daki boğa güreşleri, İskandinav ülkelerindeki balina katliamları, Japonya’daki yunus katliamları, ABD’deki fast food tüketimini pompalayan mezbahalarda yaşanan dramlar, yine ABD’de hayvan bakımevlerinde sağlıklı olduğu halde uyutulan (!) hayvan sayısının yılda 12 milyona kadar çıkmış olması, Almanya ve Hollanda’da laboratuvar hayvanlar üzerinde yapılan deneyler…
Doğal yaşamlarından, yuvalarından koparılan hayvanlara karşı devam eden bu katliamlar her yıl sürmekte, devamlı tekrarlanmaktadır. Bu ülkelerde bu tür katliamlar gözden ırak yapılıyor da olsa, bunlara karşı gösterilen toplumsal/örgütlü refleks bizimkinden çok çok daha fazla ve etkilidir. Örneğin Kanada’da halkın çoğunluğunun gösterdiği tepki sonucunda fok katliamı durmuştur. İspanya’da boğa güreşlerini istemeyen ciddi hayvan hakları örgütleri vardır ve uzun yıllardır süren bir geleneği kaldırmaya çalışmaktadırlar. Hayvanların kürklerinin giyim eşyası olarak kullanılmasına karşı çıkan örgütler insanların büyük çoğunluğunu bu konuda bilinçlendirmişlerdir. Gelişmiş ülkelerde toplumsal refleks, üreticiyi ya da bu işi pazarlayanları tam anlamıyla durduramasa bile en azından frenlemektedir.
Uygarlık düzeyinin her anlamda gelişmişliğini ülkelerin milliyetlerine değil, insanların ahlaki duruşlarına bağlamak daha doğrudur.