Toplumun ya da kitlenin verdiği ceza kime göre cezadır ve sağlamaya çalıştığı adalet kime göre adalettir? Eğer herkes tek başına hareket eder, keyfine göre ötekine karşı şiddet ve ceza uygulamaya kalkarsa, yani adaleti sağlamaya çalışırsa sözleşme biter; herkesin herkese karşı savaşı başlar. İşte o zaman intikam dediğimiz kişisel duygu ve hırsları içeren cezalandırma yöntemi ortaya çıkar. İşte o zaman kitlenin adaleti hortlar.
Üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın katili Suphi Altındöken, kaldığı yüksek güvenlikli hapishane koğuşunda 50 yıl hüküm yemiş suç makinesi olarak da tanınan Gültekin Alan tarafından tabancayla öldürüldü. Türkiye gündeminin ilk sıralarına yerleşen bu olay birçok kişi tarafından sevinçle karşılandı. Gültekin Alan da milli kahraman ilan edildi. Daha şimdiden sosyal medyada adına methiyeler düzülmeye, hayat hikayesi elden ele dolaşmaya başladı. Neymiş efendim çete kurmak ve lideri olmak suçundan 2006 yılında paralel yapı tarafından kumpas kurularak hapse atılmış. Beş dil biliyormuş, iktisat fakültesi mezunuymuş, yedi çocuk babasıymış, reis lakabıyla tanınıp doğdu doğalı Türk milliyetçisiymiş. Yaptığı işten dolayı gurur duyuyormuş, vatana millete hizmet için böyle bir katli gerçekleştirmiş.
Ülkenin çivisinin çıktığını biliyordum da bu kadarını da hayal etmemiştim. Tabii ben, freni patlamış kamyon gibi uçuruma giden toplumumuzun sevincine ortak olamadım. Kafamda birtakım kaygı verici soru işaretleri belirdi. Kendi kendime şöyle düşündüm: “Hapishanede o kadar kadın katili var. Tecavüzcü var, pedofil manyakları var. Neden onlar bu kadar konuşulmuyor? Neden özellikle Özgecan cinayeti konuşuluyor?” Maalesef burada medyanın yaratmış olduğu imaj ve gösteri toplumu, maktülenin güzelliğini ön planda tutmuş, linç ve intikam güdüleriyle hareket ederek olayları bu noktaya getirmiştir. Halbuki bir şeyi unutuyoruz: Ceza ile intikam ve linç, aynı anlama ve işleve sahip değildir. Ceza, hukuki bir terim olarak, topluma zarar verdiğini kabul ettiği eylemlere karşı yasanın öngördüğü yaptırımdır.
Hangi suça hangi cezanın verileceğini yasalar belirler. Kitleler değil!
Bizler tek tek insan yavruları, içimizde taşıdığımız saldırganlık ve şiddet duygularını bastırarak, sınırsız isteklerimizi kanunlara / hukuka devrederek kendi üzerimizde bir otoriteye boğun eğerek, kısacası toplumsal bir sözleşme yaparak toplum ve onun cisimleşmiş hali olan devleti inşa ettik. Birlikte ve bir arada yaşamayı birtakım kurallara bağladık. Eğer herkes tek başına hareket eder, keyfine göre ötekine karşı şiddet ve ceza uygulamaya kalkarsa, yani adaleti sağlamaya çalışırsa sözleşme biter, herkesin herkese karşı savaşı başlar. İşte o zaman intikam dediğimiz kişisel duygu ve hırsları içeren cezalandırma yöntemi ortaya çıkar. İşte o zaman kitlenin adaleti hortlar.
Peki toplumun ya da kitlenin verdiği ceza kime göre cezadır ve sağlamaya çalıştığı adalet kime göre adalettir?
Ayrıca linç kültürünün bu toplumda Hrant Dink cinayeti örneğinde olduğu gibi ne gibi felaketlere yol açtığını görmedik mi? Yaşamadık mı? Medyanın diğer ifadeyle karanlık aynanın (black mirror), tıpkı bir mahkeme salonu gibi, adalet sağlayıcı yargıçlar gibi davranarak üstelik insanları da manipüle ederek hüküm vermesi, kimler tarafından kullanıldığını bilmediğimiz bu araçlara tehlikeli bir görev vermekle aynı anlama gelmez mi? Medyanın başında bulunan patronların veya yazar – çizer takımının niyetlerine ne kadar güvenebiliriz?
Şüphesiz devletimiz adaleti sağlamakta güçlük çekiyor olabilir. Ya da günümüzdeki yasalar toplum vicdanın temsil etmiyor olabilir. Sizler idamın geri gelmesini isteyebilirsiniz. Tecavüzcülerin ve sapıkların idam edilmelerini isteyebilirsiniz. Ama bir suçlunun, suç makinası olarak bilinen başka bir suçlu tarafından cezalandırılmasını nasıl normal karşılayabilirsiniz?
Cezaevi cinayetiyle sağlanan adalet gerçek bir adalet midir?
Sonuç olarak şiddet kullanma ve cezalandırma hakkı yalnızca hukuka aittir. Eğer hukuk herhangi bir bahaneyle bunu geçici olarak dahi olsa başkasına devrederse meşruiyetini kaybeder. Çeşitli bahaneler ileri sürmek gerçeği değiştirmez. Çünkü bahaneler uydurmak hukukun altını oyar. Bahane üretme kültürü toplumu ve devleti çözer. Toplumsal sözleşmeyi de bozarak, insanları herkesin herkese karşı savaşta olduğu vahşi doğa durumuna geri döndürür. O zaman da herkes kendi mahkemesini kurar.
Erkek Adalet Değil Gerçek Adalet
Adalet Genelevdeki Bakirenin Adı mı Olmalı?
Türkiye’de ahlaki tezatlıklar ve adalet anlayışı