Roman mitolojisinde geçen gönül okşayıcı bu bilginin doğru olup olmadığı bilinmez ama bir gerçek varsa, o da; kendilerine Roman denilmesini arzu ettiklerini bildiğimiz esmer tenli bu vatandaşlarımızın geçmişten bugüne yaşadıkları çok büyük sorunlarının olduğudur.
Yaradılış zamanı’nda Tanrı insanları kendi görüntüsünde yaratmaya karar verdi. Un ve su aldı, hamur haline getirdi. Küçük insanlar yaptı. Pişirmek için ‘tanrısal fırın’a koydu. Fakat, başka bir işle uğraşırken onları unuttu. Fırından çıkarmaya gittiğinde baktı ki yanmışlar. Böylece siyah insanlar yaratıldı.
Böylece beyaz insanlar oluştu.
Tanrı yeniden unla suyu karıştırdı, insan şekli verdi ve fırına koydu. Bu sefer de fırında ne kadar kalmaları gerektiği konusunda endişelendi. Tam pişmeden fırından çıkardı. Böylece beyaz insanlar oluştu. Üçüncü kez denemeden önce zamanı ve saati yarattı. Pişirme süresini tam ayarladı. İnsan şekillerini fırından çıkardığında gerektiği kadar pişmiş olduklarını gördü. Hoş bir kahverengiydiler. İşte bunlar da Romanlardı…
Roman mitolojisinde geçen gönül okşayıcı bu bilginin doğru olup olmadığı bilinmez ama bir gerçek varsa, o da; kendilerine Roman denilmesini arzu ettiklerini bildiğimiz esmer tenli bu vatandaşlarımızın geçmişten bugüne yaşadıkları çok büyük sorunlarının olduğudur.
Romanların yaşadıkları sorunlar
Yoğun bir Roman kitlesinin bulunduğu Edirne’de yaşayan biri olarak, Romanların yaşadıkları sorunlar, zihnimi her zaman meşgul etmiştir. Edirne’deki Roman nüfusu konusunda kesin rakam verecek kadar bir bilgiye sahip değiliz. Ama Türkiye’de değişik adlarla anılan ve yaşamakta oldukları kent ve kasabaların genellikle kenar semtlerindeki gettolaşmış mahallelerinde, uygar kent yaşamın sunduğu imkanların sadece çok az bir kısmından yararlanarak, kendileriyle özdeşleşen birtakım uğraşlarla hayat mücadelesi veren iki milyona yakın Roman yurttaşımızın olduğu söyleniyor.
Göçebe bir yaşam tarzından geldikleri söylenen Romanlar, uzunca bir süreden beridir de yoğun bir biçimde şehirlerde yaşıyorlar. Ama, şehirlerin insanlara sunmuş olduğu sosyal, ekonomik, kültürel vesair medeni imkanlardan neredeyse hiç yararlanamıyorlar. Yaşadığımız şehirden örnek vermek gerekirse; Osmanlı Devletine bir asır başkentlik yaptıktan sonra, yüzyıllarca, dönemin gelişmiş bir şehri olarak varlığını sürdüren ve Osmanlı’nın son dönemlerinden başlamak üzere yaşadığımız köklü modernleşme akımlarının gelişmesinde adeta kuluçka vazifesi görmüş önemli birkaç merkezden biri olan Edirne gibi bir şehrin (üstelik) kent merkezinde yaşadıkları halde Romanlar, bütün bu imkanlardan mahrum bir hayat sürdürmeye devam ediyorlar.
Edirne şehrinin, ekonomik gelişmişlik açısından çok iyi bir yerde olduğu söylenemez ama, eğitim seviyesi bakımından Türkiye çapında üst seviyelerde bulunuyor. Fakat Roman çocukları, yaşadıkları, bir eğitim cennetini andıran memleketleri Edirne’de doğru düzgün ilkokul eğitimini bile almadan büyüyerek ebeveynlerinin kaderine razı oluyorlar.
Düşünün, ta 1882 yılında açılan bir lise var Edirne’de; Edirne Lisesi. İstanbul’daki Galatasaray ve Pertevniyal gibi ünlü liselerle yaşıt olan bu lise, açıldığı 120 yılı aşkın süreden beridir, sadece Edirne’ye değil, vermiş olduğu batılı-modern eğitimle, Osmanlı döneminden bu yana tüm topluma hizmet ediyor. Ama bu köklü okulun ve sonrasında burada açılan onlarca eğitim yuvasının sunmuş olduğu imkanlardan neredeyse bir tek, bu kurumların yanı başında oturan Roman çocukları yararlanmıyorlar.
Romanların, yüzyıllar öncesinden gelen, ancak, geleceğe taşınmasının imkan ve anlamının bulunmadığı köklü insani sorunlarının halli konusunda zaman zaman resmi ve sivil kaynaklı çözüme dönük birtakım çalışmaların yapıldığı oluyor. Ama bazı resmi ve sivil kurumlarının, adeta işin ucundan tutarak ortaya koydukları heveskar gayretlerle bu köklü sorunun çözümü neredeyse imkansızdır. Romanların, başta çocuklarının ve gençlerinin eğitimi olmak üzere, saydığımız bütün bu insani sorunlarının çözümü noktasında devletin, olayı Romanların kendisine havale etme kolaycılığına kaçması da mümkün değildir.
Her fırsatta, yetmiş küsur milyon olduğundan gururla söz ettiğimiz Türkiye’nin nerdeyse iki milyona yakın bir kısmı Romanlardan oluştuğuna göre; bu konudaki ilk ve en önemli vazife, hiç şüphesiz, devlete ve devletin bu konuda güdeceği politikalara paralel hizmetler yürütebilecek sivil örgütlere düşmektedir.
Politik, kültürel, etnik ve hele, başka devletlerin dışarıdan burunlarını soktukları uluslararası bir boyutu bulunmadığı için; Romanları rehabilite etme işinin devlet için, esasen, o kadar da zor bir mesele olduğunu düşünmüyoruz. Bu nedenle, devlet isterse; Roman çocuklarının eğitim sorunlarını çok kısa bir süre zarfında köklü bir biçimde halledebilir diye düşünüyoruz. Bu konuda yapılması gereken; Roman kökenli vatandaşlarımızın yaşadıkları kent ve bölgelerde uygulanmak üzere, çok kapsamlı ve köklü bir eğitim hamlesinin başlatılması ve somut neticeler elde edilinceye kadar da bu çalışmaları, deyim yerindeyse, inatla sürdürmektir.
Roman vatandaşlarımızın yıllardan beri yaşaya geldikleri yoksulluk ve cehaletten kurtulabilmeleri ve içinde bulundukları geri kalmışlık çemberinin kırılması için devleti ve toplumun ilgili tüm kesimlerini harekete geçirip duyarlı bir hale getirme konusunda Roman derneklerine de çok büyük görevler düşüyor. Bilhassa Roman derneklerinin; temsil ettikleri Roman kitlesinin, yaşadıkları şehirlerdeki medeni imkanlardan çok daha fazla yararlanabilmesini sağlamak için var güçleriyle çalışmaları ve mutlaka ama mutlaka yetişen yeni neslin en azından temel eğitimden geçirilmesinin temini için varını yoğunu ortaya koymaları şarttır.
Bu konuda anlamlı bazı çalışmalar ortaya koyan Roman organizasyonlarının takdire şayan gayretleri oluyor. Ama yetmez. Roman kökenli yurttaşlarımızın kültürel değerlerini, kendi gelenek ve göreneklerini koruyarak, ama, Ülkedeki herkes gibi kendilerine de sunulan her türlü imkandan yararlanabilecekleri bir bilinç düzeyine gelmeleri ve bu durumu toplumun bütün kesimlerine kabul ettirecekleri güne dek; Roman kardeşlerimizin ve onların oluşturduğu kuruluşların bu konuda yaptıkları ve yapacakları her şey, Roman kökenli olmayan biz Roman dostlarının nazarında hep yetersiz kalacaktır.
Yazar: Ömer Derviş Çağlar