Bir masal arayışı; Bir vardı, bir yoktu!

Bir vardı, bir yoktu… Babası onu bıçakla kovalayıp duvar köşesinde sıkıştırdığında ve yeni aldığı kemerinin kalitesini ruhuyla beraber büyümeye çalışan bedeninin etlerinde denemeye karar verdiğinde, vardı. Gözyaşlarının gözlerinden yanaklarına doğru süzülmesini aynanın karşısında izlerken ve kendine yabancılaşırken, yoktu!

Bir masal arayışı; Bir vardı, bir yoktu!

Bir vardı bir yoktu…

Develerin tellallığı, pirelerin de berberliği, bozacıların şahitliğini ise şıracıların yaptığı zamanlarda yaşamak istiyordu O, çünkü masallara ihtiyacı vardı!

Kurgulanmış ve zembereği kurulmuş dünyasında kendi kendine gülümsediği, üzerindeki keten elbisenin kenarından sökülmüş iplikleri çiğnediği bir gündü ve hava çok sıcaktı.


Dudaklarının kenarlarında biriken kuruluktan rahatsız olmuştu. Uzun zamandır konuşmadığı içindi sanırım, nasıl da susadığını fark etmemişti. Ellerini elbisenin ceplerine daldırdı, niyeti açıkça bozuk para bulmaktı ki hemen karşısında yapay bir şelale oluşturmuş olan plastik şişelerin içinde saklanan taze ve soğuk memba sularından birazına sahip olabilsin!

Hayatını düşündü, elleri ceplerinde aranırken. Bugüne kadar sahip olduklarını ve bu uğurda verdiği bedeli düşündü. Düşünmekten şişmiş içi boş beyninde, kısa yollu bir hesap yapmaya çalıştı. Beceremedi. Beyni; cebindeki sıcaktan yanmış, metal paraya odaklanmıştı. Hesaplamaktan vazgeçti. Parayı avuçlarında sıkı sıkı tutmuş, tam karşısında duran, “buuuz gibi, çiviiii gibi suuu” diye bağıran adama bakıyordu, şimdi. Avucunda sakladığı parayı doğrudan uzattı adama ve şişelerden birini kaptığı gibi uzaklaştı oradan.

Etrafına bakındı hızlıca, bir gölge aradı, elinde elmas gibi kıymetli tuttuğu plastik su şişesi ile oturabileceği. Şehir içinde ne de az gölgelik vardı. Bu kadar insanın sığabileceği bir alan yaratmak kolay değildi elbette, diye düşündü. Onlar yüzyıllar önce kurulmuş bu şehirlerde yaşayabilmek için önlerine çıkan her türlü engeli bertaraf etmekte ustadırlar. Kendilerinden olmayanı dışlamaya yeminli, vahşi bir kalabalıktırlar. Her biri tek tek iyi meleği, birlikteyken de kuvvetleri ile nice padişahları, imparatorları korkutabilmiş kötü meleği oynarlar, dedi içinden.

Sonunda serince bir köşeye oturmuş, şişesinin kapağını yavaşça açmış ve hatta kapağın şişeden ayrılırken çıkardığı o incecik, acıklı çıtırtıyla hüzünlenmiş, şişenin bekareti üzerine tatsız beyin sinyalleri üretmişti. Ama, yine de hiçbir şey bozamazdı keyfini, milyonlarca yıldır insanoğlunun kutsal kabul ettiği su, midesine doğru bir seyahate çıkmıştı bile.

Dudakları eski neşesine kavuşmuştu nihayet. Kısa süren bu mutluluğunu perçinlemek için elinde tuttuğu şişenin aidiyetini belgeleyen kağıdını soydu, usul usul. İnce bir çizgiden oluşan yapışkan, tamamen tesadüf eseri şişenin üzerinde kaldı ve onun da gözleri yapışkanda.


Bir masal arayışı; Bir vardı, bir yoktu!

Bir vardı, bir yoktu!..

Eskiden beri iyi bir yüzücü olmuştu aslında. Babası O çok küçükken, suyun üzerinde nasıl durması gerektiğini, nasıl kulaç atması gerektiğini öğretmişti ona. Fakat nedense, suyun içindeyken, nefesini nasıl kontrol edeceğini bilemiyordu, işte bunu öğrenememişti bir türlü. Ya çok çabuk harcıyordu nefesini ya da “su beni yutacak, hep suyun içinde yaşamaya mahkum olacağım” diye düşünüyor, boğulma korkusuyla yüzleşemediğinden, kabarcıklar çıkara çıkara, suyu dalgalandıra dalgalandıra telaşla çıkıyordu suyun üzerine.

Elindeki şişenin yapışkanından uzaklaştırdı gözlerini, kaz ayaklarını yokladı elleriyle, güneşe bakmaya çalışırken kıvrım kıvrım oluyordu göz kenarları. Etrafına bakındı bir kez daha, kimse yoktu ya da tanıdığı kimse yoktu. Yapışkanı üzerinde erimeye mahkum şişesi ellerinde, usul usul kalktı oturduğu yerden. Deniz kenarına doğru yürümeye başladı, akşam oluyordu artık, güneşle ayın günlük anlaşması gereği ay yerini almaya başlamıştı. Günün bu zamanları daha da kalabalık oluyordu sokaklar. Mutlu gibi görünen aileler, yan yana dizilip yürüyorlardı sokaklarda, hiçbir aceleleri yoktu. Bu saçmalığı seviyordu. Herkesin aynı güzergahta bir aşağı, bir yukarı yürümelerinin anlamsızlığı yaşamanın anlamsızlığı ile paralellik oluşturuyordu.

Issızca olduğunu düşündüğü bir köşede durdu, şişeyi yapışkanlı yerinden tutturdu sırtına, oksijen tüpü olarak kullanacaktı onu çünkü. Kaç saniye sürerdi suyun içine dalması, kabaca hesaplamaya çalıştı. Beceremedi. Güldü kendi kendine, beceriksizliğiyle dalgasını geçti. Sonra da bırakıverdi kendini dalgalara.

Bir masal arayışı; Bir vardı, bir yoktu!

Herkesin sandığı gibi renksiz değildi su diplerde. Yemyeşil yosunlar, rengarenk balıklar vardı orada. Unutulmuş, terkedilmiş bir banliyö evinin bakımsız bahçesini andırıyordu yosunlar. Biraz yüzdü, biraz dinlendi. Derken, büyükçe bir resife vardı. Mercanların renkleri ve pırıltısı karşısında kendi acizliğinden utandı, başını bir sağa bir sola salladı, gözlerini yokladı. ‘Ağlıyor muyum acaba?’ diye sordu kendine ve o zaman anladı ki artık ağlamak yok! Çünkü onun gözyaşları çoktan hükmünü yitirmişti, Tanrının gözyaşları ile dolmuş bu koca çukurlarda.

İki gün sonra buldular bedenini… Ketenden elbisesi bedenini sarmalamış, sanki hazır bir kefen gibiydi. Yüzü suyun dibine dönmüş, sırtını güneşe vermişti. İki gün başıboş dolanmıştı suyun üzerinde. Sırtı güneşten kararmış, bedeni şişmiş ama yüzünde beyaz, ılık bir gülümseme vardı. Gözlerinin içi parlıyordu, görenler hayret ediyordu, hiç bu kadar iri ve yeşil gözler görmemişlerdi!


Kaybolduğunu yetkililere haber veren ailesine, sırtına yapışık halde bulunan, güneşin sıcaklığından yamulmuş plastik su şişesini verdiler. Kimse anlam veremedi gidişine…

Peri Masalları ve Cinsiyet Rolleri