Alışveriş Merkezleri (AVM) hem sosyal hem de ekonomik hayatımızın merkezine yerleşmeyi sürdürüyor. Şu an Türkiye’nin dört bir köşesinde en küçüğü 50.000 metre kareden az olmamak üzere inşaatlar sürüyor.
Alışveriş Merkezleri Türkiye Ekonomisi’nin Neresinde Duruyor?
Bu AVM’nin temel özelliği yabancı sermayeli oluşu. Yani dünyanın birçok yerinde bu şekilde kompleksler yapan yatırımcı gruplar Türkiye’deki potansiyeli keşfetmişçesine milyarlarca doları geniş arazilere yönlendiriyorlar.
Bu yatırımların toplam değerinin on milyarlarca dolarla ölçüldüğünü söyleyebiliyoruz. Hatta zaman zaman haber konusu oluyor ve çeşitli siyasetçilerimiz – ekonomistlerimiz için bu paralar Türkiye’ye giriyor.
Gerçekte öyle mi? Yabancı sermayenin Türkiye’ye getirdiği paranın ne kadarı yurdumuzda kalıyor?
Hemen bir örnekleme yapalım. Diyelim ki, 200.000 metre kare kapalı alanı olan bir AVM inşaatı yapıyoruz.
Arsa
Bu inşaatın üzerine yapılacağı arsadan başlayalım. Genellikle bu arsalara gerçek değeri asla verilmiyor. Birçoğu bugün mahkemelik durumda. Zamanında kamulaştırılmış, kamuya ait bir yapı yapılacağı söylenmiş; ancak gün geçmiş arsanın değeri artmış hele bir de yabancılar yatırım yapacağız bize bir yer verin – gösterin deyince kamu mamu unutulmuş apar topar buralar değerlendirilmeye çalışılmıştır. Sonuç; gerçek değerinin çok çok altında bedellerle yatırımcı gruplara tahsis edilmiştir. Buradaki kaybın ne mertebelerde olduğunu bilemiyoruz.
İnşaat başlıyor
İnşaatın betonarmesi yapılıyor. Genellikle yine yabancı sermayeli bir hazır beton firması var işin içinde. Sizin çimentonuzu, kumunuzu, suyunuzu ve insan gücünüzü kullanıp, yarattığı artı değeri ülkesine geri götürür. Betonarmenin kalıp sisteminin ardında yine yabancı bir know-how vardır. Malzemesiyle birlikte yine yüz binlerce avro ithalat kalemine yazılır. Çelik yapı için gereken çelik malzemesinin özel olmasına gayret gösterilir. Alın size bir ithalat kalemi daha. Yeri gelmişken yazmadan geçmeyelim. İnşaatın projelendirilmesinde de mutlaka bir yabancı proje grubu ya da kontrol teşkilatı vardır.
Betonarme bitti. İnce inşaata geçelim. Burada çok daha renkli ithalat kalemleri bulabiliriz. Asansör, yürüyen merdivenler en görünür olanları, mekanik tesisat ekipmanlarının neredeyse tamamı, elektrikte kullanılan armatürler, panolar, dış cephe, iç donanım vs. Mutlak suretle bir noktasında yine yabancı gruba ait bir şeyler bulmak mümkündür.
Burada yerli malı yurdun malı herken bunu kullanmalı yazısı yazmadığımızı hatırlatmak istiyorum. İnşaatlarda yaşayan biri olarak aradaki kalite farkı nedeniyle benim tercihlerimin arasında da bu ekipmanlar olduğunu itiraf edeceğim. Burada yaptığımız vurgu şudur. 200.000 metre karelik bir inşaat, eğer arsa değeri ile birlikte 200.000.000 Avro’luk bir yatırım söz konusuysa, arsadan kaybı ile birlikte eğer bu paranın 150.000.000 Avro’luk kısmı tekrar yurtdışına çıkıyorsa burada Türkiye’ye yapılmış bir yatırımdan söz etmek mümkün değildir.
Kalan tutarın önemli bir bölümünün işçilik olduğunu, bir süre de istihdam yaratılmış olduğunu söylemek ne kadar rahatlatıcıdır bunu ayrıca konuşmamız gerektiğine inanıyorum.
AVM’nin mimari estetiği, İstanbul’a yakışıp yakışmadığını daha önce defalarca kereler yazdık. Altını çizdik. Önemli bir bölümü çirkinlik kaleleri olarak rengarenk ortada duruyor.
Geçelim. AVM açıldı. İçinde neler var? Satılan ürünlerin önemli bir bölümünün ithal olduğunu görüyoruz. Ürünleri bir kenara bırakalım en önemli mağazaların yine yabancı olması bize yine ilginç gelmiyor.
AVM Çalışanları?
Evet, bunun hakkını vermek gerekir. Hepsi ülkemin vatandaşı. İçimizi rahatlatıyor, yüreğimize su serpiyor. Ah o hiç unutmayan zihnimiz var ya; ah o yok mu? Bundan on yıl önce başlayan ve bizde çok ciddi paranoyaya dönüşen ekonomik kriz sonrasında birçok işletmenin kapısına kilit vurduğunu, çalışanlarının işsiz kaldığını hatta Türkiye’nin feodal ama bir o kadar da sigortası olarak çalışan esnafını ortadan kaldırmaya yöneldiğini hiç unutamıyoruz. Bugün o gösterişli AVM’nde çalışanların yıllar önce iş sahibi olduğunu bugün üç kuruşa talim ettiklerini –çünkü önemli bir kısmı vasıfsız olarak sınıflandırılıyor öyle ya da böyle biliyoruz.
AVM’nin kapısını bekleyen güvenlik görevlileri delikanlılar, tezgâhtarlar kızlar hepsi ülkemizin yetiştirdiği değerler vasıfsızlar; vasıfsız kalmaya da mahkûm gibiler.
AVM içinde Sultanahmet Köftecisi, Bursa İskendercisi, Hacıoğlu Lahmacuncusu, Mado Dondurmacısını görmek kuşkusuz bizi mutlu ediyor. Ama ekonomik olarak bize bir faydası yok.
AVM her şehirde kurulmuş ve ucu yatırımcısının ülkesiyle bağlantılı çıkış kapılarıdır
Tekstil sektöründeki gerilemeden kaynaklanan işsizliğin belirli oranlarda buralarda dengelendiğini söyleyebiliriz. Ancak tekstil Türkiye’nin kasasına giren bir üretim biçimiydi; sanayiydi. İşsizliği azaltırken ekonomik bir değeri kaybediyorsunuz.
Size konuyla ilgili çok taze bir durumu anlatarak yazımı bağlayayım.
İçinde uluslararası üretim yaptığı fabrikası olan bir arkadaşım var. Yine bu çok uluslu firmalardan bir tanesinin yıllık çok ciddi miktarda bir siparişi varmış. Atıyorum; ürettiği mamul yılda 20 milyonsa, bu firmanın sadece yıllık ihtiyacı 13 milyon gibi. Ancak bu siparişi geri çevirmek zorunda kalıyorlar. Neden? Çünkü bu miktar onların üretebileceğinin çok üzerinde. Yeni makine, istihdam ve üretim alanı demek. Onlar geleneksel bir büyüme hedefiyle devam ediyorlar. Aynı firma bir başka yabancı yatırımcının da ilgisini çekmiş. Satın almadan tutun da ortaklığa kadar giden bir teklifle geliyorlar.
Oyunun kuralı nasıl oynanmalı?
O siparişi veren firma ile beş yıllık bir anlaşma imzalanır; her yıl % 10 fazla üretimi de içeren. Anlaşma teminat mektuplarıyla güvence altına alınır. Yine görüşme şartları doğrultusunda avanslar alınır ya da ödemeleri yıllara yayılır. Sonra gider bir kredi kuruluşundan yapacağı ekstra yatırım için kısa vadeli bir borç alınır. Daha üretime başlamadan fabrikanın değeri zaten yüzde elli – atmış oranında artmış olur. Ortaklık mı kuracaksın ya da satacak mısın? İşte bu değer üzerinden pazarlığını yaparsın; altı ay içinde şirket değerin yine atıyorum 5 milyon birimden, 12 milyon birime çıkmış olur.
Bugün Facebook, Google gibi internet üzerinde var olan şirketlerin geldiği nokta ve değer bu şekilde oluşturulmuştur, doğasına uygun olarak.
Ama bizim yerli yatırımcımız bunu yapamıyor. Büyüğü de yapamıyor; ya da kısmen gerçekleştiriyor, küçüğü de. Sonra ne oluyor? Belirli aralıklarla yaşanan ekonomik krizlerde 5 milyon birim olan değer 2 milyona düşüyor. Zaten bir borç yükü vardır. Alıcı da isteksiz davranır. 750 bin birime satabilirse öpüp başına koyar. Borçlarını kapattıktan sonra kalan para ile yeni bir işletme kuramadığı için de eğer şanslıysa ülkemizde yatırım yapmaya karar vermiş bir yatırımcının yanında yönetici olarak yukarıda anlattığımız modelin içinde çalışmaya devam ediyor. Belki onun hayatı güvence altına alınıyor; ancak gerisi?