Son günlerde Atalay Filiz ile gündemimize giren, ancak dünyada Floransa katili, Andrei Chikatilo, Ted Bundy gibi oldukça meşhur örnekleri olan psikopatlığın kökeninin soruşturulması oldukça önemlidir.
Psikopatlık, halk dilinde aşırı durumlar için kullanılır. Hayran olduğumuz ve asla yapamayacağımızı düşündüğümüz durumlarda -ki burada bir tasvip vardır ve aşırı görüp tasvip etmediğimiz durumlarda kullanılmaktadır. Her halükarda aşırı görülen eylemler ve kişiler için kullanıldığı aşikardır.
Psikopatlık uç noktaların tanımıdır, itidalin kesinlikle değil. İtidal olan normal olandır, psikopatlık normalin bir niteliğinin uçlarında gezen bir ruh halidir. Örneğin amaçlı yaşamak normal bir davranış iken, psikopat aşırı amacına odaklanmış bir ruh hali benimseyebilir. Bu kendi amacına aşırı odaklılığı empatiyi azaltarak, kendisinin dışındaki insanları ve hayatı birer obje konumuna getirir.
Kevin Dutton, “Olağan Psikopatlar” adlı kitabında psikopatlara atfedilen nitelikleri belirtmiştir. Bunlardan kayda değer olanları analım: Aşırı odaklılık, narsizm, empati yoksunluğu, asosyallik [1] ve soğukkanlılık. Yalnızca bu niteliklere bakıldığında birçoğumuzda bir veya birden fazlasının olduğu görülmektedir.
Aslında bazı durumlarda bu nitelikler oldukça faydalı da olabilmektedir. Mesela bir polisin soğukkanlı olması istenilen bir durumdur. Bir avukatın empati yoksunu olması onu başarılı kılar. Bir cerrahın aşırı odaklı olması aranılan bir özelliktir.
Bazı durumlarda olumlu olabilen bu nitelikler bir insanı canavar haline nasıl dönüştürmektedir?
Bunun cevabını Dutton, kontrol edilememe olarak vermektedir. Bu nitelikler Psikopatın elinde aşırı bir dürtü ile desteklenir. Bir cerrah ameliyattan çıktığında aşırı odaklı olmayabilir, bir polis devriyesi bittiğinde soğukkanlılığa ihtiyaç duymayabilir, avukat duruşma sonunda rastladığı bir fakire yardım ederek duygusal bir ilişki kurabilir. Ancak psikopat bu nitelikleri üzerinde devamlı bir şekilde taşır.
Dutton şu öneride bulunur: Keşke beynimizde bir şalter olsa ve gerektiğinde psikopatlığı oluşturan bu nitelikleri açıp kapamayı başarabilsek!
Olumlu niteliklerin devamlı bir hal aldığında olumsuz hale dönüşmesinde en büyük etken Psikopatın kendisine ait, öznel ve mutlak yalnız dünyasıdır. Yüksek düzeyde narsist özellikler gösterirler. Kendi amacına olağanüstü odaklanmış, tavizsiz ve güçlü görünen bir profil sergiler. Aslında onun en büyük zaafı yalnızlığıdır. Bu yalnızlık onu kendi ayinini oluşturmaya iter ve işlediği seri cinayetlerle kendi tarihini zihninde destanlaştırır. Şizofreniden en büyük farkı, psikopatların dış dünyanın gerçekliğinin oldukça fazla bir şekilde farkında olmalarıdır.
Yalnızlık düşüncesi onun gerçek bir arkadaş edinme korkusunu körükler. Arkadaş edinme demek, anlamak ve anlaşılmak demektir. Birisi tarafından anlaşılmak yalnızlığının sona ermesi, kendi kutsal dünyasına tecavüz edilmesi demektir. Birisini anlamak ise empati yeteneğinin gelişmesi demektir ki, psikopatlar tamamen empati yoksunudur.
Bu nedenle psikopatlar kesinlikle gerçek bir arkadaş edinmezler, edinemezler. Bu konu Bryan Fuller‘in yapımını üstlendiği “Hannibal” dizisinde Hannibal Lecter ve Will Graham arasındaki ilişki incelenerek daha iyi anlaşılabilir. Bir yanda empati yoksunu, diğer yanda empatinin kendisi olan iki zıt kişinin tek bir vücutta birleşmesi anlatılır.
Bu mevzuyu psikopatlığın kökenine dair şu sorularla bitirelim:
Psikopatlığın nedeni genetik midir? Savaşçı genin varlığı mı insanları bu eylemlere itmektedir?
Psikopatlığın nedeni çocukluk sürecinde yaşanan travmalar mıdır? Yetimhanede büyümüş olmak haklı bir gerekçe midir?
Bu ruh haline kozmopolit şehirlerin karmaşıklığı içerisinde yalnızlaşan insanın büründüğü psikolojik haller mi neden olmaktadır? ABD’de psikopatların daha yaygın olması bunu kanıtlar mı?
Yoksa bu durumlar beynin belirli bir bölgesinde meydana gelen lezyonların bir sonucu olarak mı meydana gelmektedir?
Bu sorular, son günlerde Atalay Filiz ile gündemimize giren, ancak dünyada Floransa katili, Andrei Chikatilo, Ted Bundy gibi oldukça meşhur örnekleri olan psikopatlığın kökeninin soruşturulması açısından oldukça önem arz etmektedir.
Cevap belki hepsidir. Belki de göremediğimiz başka bir neden…
Burada asosyallikten ne kastettiğimizi açmak gerekir. Psikopat oldukça sosyal bir görünüm çizebilir. Çok yakın dostluklar ve ilişkiler kuruyor görünebilir. Bu sosyal bir görünüm demektir. Ancak bu durumda dahi o asosyaldir, çünkü bu ilişkileri ve çevreyi yalnızca kendine has dünyasındaki anlamlar ve kutsal amaçlar için kullanır. Kesinlikle etkileşim içerisinde faydalı bir alışverişi öngören bir ilişki tarzına girmez.