Bilim: Bilimin değişen yüzü

Kaç insan, “Nereden geldim nereye gidiyorum?” diye hayatında kendisine hiç değilse bir kere sormamıştır? Kim kutsal kitaplar ve arkeolojik buluntularda bizden önce yaşamış atalarımızın belki de bazen bilim ötesi diye adlandırdığımız hikayelerini en azından kulaktan dolma da olsa duymamıştır?

Bilim: Bilimin değişen yüzü

Eski kültürlerin hepsinde yer alan yaratılış ve tufan hikayeleri sanki yaşanmamış da büyükler tarafından bir sonraki kuşağı “yoldan çıkmasınlar” diye korkutmak üzere uydurulan masallar gibi algılanmıştır çoğu kez. Sanki dünya kuruldu kurulalı hep böyleymiş gibi kabul ederiz ve ne kadar bilsek de kabul etmekte zorlanırız atalarımızın bizimle aynı koşullarda olamadığını.

Dünyanın sadece bizim kuşağımızı, evrenin de sadece salt bizim gezegenimizdeki yaşamı barındırmadığını kabul etmekte zorlanırız… Kendimizi o kadar yüceltiriz ki sanki evrenin merkezi biziz ve kainat sadece mavi dünyamızın etrafında döner. Oysa artık herkes açıkça hissedebiliyor ki bilmediğimiz çok farklı yaşamlar ve gerçekler var başka boyutlarda.


Standart çağ tablosu

Eğitim sistemimiz içinde öğrendiğimiz standart çağ tablosu doğru orijinden mi başlamıştır ve bize gerçeklerin ne kadarını aktarmıştır? Tarih ne kadar bütünüyle öğretilmiştir tüm insanlığa? Eğitim sisteminin içinde donatıldığım bilgilerin bana yetmediğini hissettiğimden beri farklı bulduğum her bilgi kaynağının peşinde sürüklenerek geçti uzunca yıllarım.

Kulaktan dolma verileri bir tarafa atıp, aslında bilimin içinde yer almamasından hayal kırıklığı hissettiğim pek çok bilgiye yine pozitif bilimin eğitimden geçmiş, aklı başında insanların eserlerinde rastlayınca, kendi adıma ve tüm dünya adına korkunç ıstıraplar hissettiğim anlarla doludur hayatım.

Ne yazık ki bunca senenin eğitimi ve yaşanmışlığıyla geldiğim noktada, kendimi bilim ya da bilimi bilinçli olarak eksik kullanan güçler tarafından aldatılmış hissetmem ne acıdır. Benim gibi düşünenlerin hiç de az olmadığını biliyor olmam, beni bilime düşmanmış gibi algılanmak korkusundan kurtarıyor ne mutlu ki…

İnsan doğuştan günahkar doğuyor

Kopernik, Galileo, Kepler, Descartes, Newton gibi sayısız Rönesans bilimcisinin çalışmalarının ışığında temelleri atılan rasyonel ilerleyiş, evrenin değişmez kurallarla yönetildiğine dair mekanik ve sadece beş duyu ile gerçeğin algılanabileceği görüşü; mantığı, somut deneyimi ve bireyselliği savundu. İnsan doğuştan günahkar olarak doğmaya mahkumdu ve deneyimleri doğrultusunda kendi kaderini belirleyecekti.

Trigonometri, matematik, cebir, fizik, analitik geometri temelleri atıldıktan sonra yenilikçi bilim adamlarının destek çalışmalarıyla simya, numeroloji, astroloji, ilahiyat ve ruhbilim gibi alanlar da zenginleşti.

Örneğin Newton fizik ve bilim çalışmalarıyla tanınmasına rağmen madde dışı bilim diyebileceğimiz alanlarda pek çok çalışma yapıp yazılar yazmıştı.  Descartes Cebir’i matematiğe uygulayarak analitik geometrinin temelini attığında uzayın maddelerle dolu olduğu varsayımını öne sürdü.

O zaman için doğru ya da yanlış olduğu anlaşılamayan varsayım, günümüzde kuantum mekaniği ile anlam kazanmış, uzaydaki maddeler negatif ve pozitif olarak kabul edilmiştir.

Rönesans ile ilgili tarih sayfalarının arasında yer almasından kaçınılan bu gerçeklerle ilgili bir soru sormaya hakkımız olduğunu düşünüyorum.

Bu çalışma alanları neden on sekiz ve on dokuzuncu yüzyıl biliminin etkili bir parçası olamadan sayfa aralarına ötelendi?

Cevap zamanımızın en güçlü kurumlarında saklıdır

Bu kurumların neler olduğunu dile getirmeden önce güya bilim çağı diye adlandırdığımız günümüzde yükselen yanlış değerlerin neler olduğuna bakmak gerekir! Doğaüstü ve tanrının müdahalesi diye kabul edilen mucizelere doğal açıklamalar getirildiğinde hangi kurumlar üstünlüğünü kaybedecekti? Bilgiler erişilebilir olsaydı ve tüm insanlarla paylaşılsaydı hangi güçle insanın üzerinde etki alanı yaratılıp kolayca yönlendirilecekti? Hangi korkularla zapt altına alınabilecekti bunca halk?


Avrupa’da etken en eski örgütlü yapı olan kilise, Rönasans’ın ilerleyen dönemlerinde kendince en mantıklı yolu seçti ve bazı şeyleri halktan saklamanın gerekli olduğuna; çalışmaları için maddi desteğe ihtiyacı olan bilim adamlarını malum yolla ikna etti. “Mevcut sistemi bozacak yeni bilimsel verileri ve bilgileri kendinizde ve bizde saklı tutarsanız sizi destekleriz ve ancak bu yolla bizden maddi destek alabilirsiniz” dediler.

Ne yazık ki çoğunlukla da başarılı oldular ve bu yolla sonuçları günümüze kadar uzanan ve demokrasi bilincinin içinde sinsice gizlenen hep şikayetçi olduğumuz gizli kast sistemi oluştu. Bir tarafta yeni icatları ve teknolojiyi kullanıp nesillerle aktarılan servetlerin sahibi kilise dostu kapitalist aileler, bir tarafta işçi sınıfı ve tüketici pazar potansiyeli taşıyan gelişmekte olan ülkeler…

Bilim para tuzağına düştü

Bilimin para tuzağına düşmüş olmasıyla metafizik deneyimleri “anormal”, bilincin en önemli unsurlarını ” paranormal” adı altında karalayan resmi bilim sonucuna gelindiğinde artık çok geç olmuştu ve insan kişisel güçlenme yolunda ilerlemek yerine endüstriyel gücün elinde oyuncak oldu.

Motorlar, rafineriler, şehirsel büyüme, kutu gibi binalar, maden atıkları, çöpler, arıtımsız fabrikalar ile dünyadaki ekolojik dengenin bugün ne halde olduğunu artık iki yaşındaki çocuklar bile biliyor.

Kilisenin bütün bu baskısına rağmen o günün bazı ünlü bilim adamlarının bugüne kadar uzanan esrarengiz örgütlenmelerinin rivayetleri mevcuttur.

Kilisenin ortaya çıkmasında sakınca gördüğü bir sürü gerçeği korumak, saklamak ve gelecek nesillere hiç değilse kendi örgütlenmelerinin içinde aktarmak için kurdukları işbirliği, zaman içinde ortaya çıktıkça maddesel bilimi tek seçenek kabul edenleri şaşırtıyor.

Hala sırlarının gerçekte ne olduğunu pek çoğumuzun bilmediği gizli evraklar, yazmalar, dosyalar hakkında tüm dünyada dolaşan bilgiler, doğruluklarını ne kadar koruyabilmişlerdir kimse bilemiyor ama kırıntıları bile mucizevi görülebiliyor.  Gerçeklerin tamamı ne kadar büyüleyicidir hayalini kuramıyorum. Bu gizli örgütlenmelerle ilgili Burak Eldem’in yazdığı kitaplardan özellikle Marduk ve Fraternis okunmaya değer bir araştırma örneğidir.

Bilinçli insanlar

Mistik – metafizik – spritüel – anormal – paranormal olarak tanımlanan bazı ezoterik bilgilere sahip pek çok gizli örgüt bütün engellemelere rağmen varlıklarını günümüze kadar taşısalar da pek çoğu yine içlerinde bulunan yanlış enerjilerin etkisiyle pek çok kişi tarafından gerçekten zararlı menfaatlerin kurbanı olmuştur. İçlerinde sağlam kalabilen bilgi kırıntıları gerçek bilinç taşıyan insanların eline geçtikçe değerlendirilip insanın hizmetine verilmeye başlanmıştır.

Bu bilgilerden örneklemeler yaparken konu çok dağılmış gibi görünse de değinmekte fayda var:

Şimdi metafizik işte deyip bir tarafa ötelenen bazı bilgiler, kuantum düşüncesi adı altında yeni bilimde yer alana kadar epeyce akademik ilke ile mücadele etmek zorunda kalsa da fizik, “bilinci” yeniden keşfetmiştir.

Psikoloji insana bütünsel açıdan odaklanmaya yönelmiştir. Tıp artık kendi kendini yeniden iyileştirme gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır. Doğal bilimler ve spiritüalizmin (din değil) canlanmasıyla bilim ötesi hak ettiği yere doğru ilerlemeye başlamıştır.

Fizikçiler atomdan daha küçük taneciklerle ilgili çalışmalar yaparken bilincin etkisiyle karşı karşıya kalmışlardır. (CERN’deki çalışmalar ilginç bir noktaya doğru ilerliyor)…


Yazının ikinci bölümü; Bilim: Zihnin iyileştirici gücü


Nesrin Dabağlar
İstanbul’da doğdu. İşletme ihtisası yaptı. 12 yıl bir devlet kuruluşunda muhasebe alanında çalıştı ve 1995-2008 yılları arasında özel sektöre ait çeşitli sağlık kuruluşlarında yöneticilik, danışmanlık ve halkla ilişkiler görevlerinde bulundu. 2008’den itibaren çalışma alanlarına eğitim sektörünü de ekleyerek özel bir üniversitede halkla ilişkiler ve organizasyon uzmanı olarak çalıştı. Bilimsel konuların insan ile ilişkileri, inanışlar ve inançlar konusunda araştırmalar yaptı. Özellikle kutsal metinler, tarih, psikoloji, fizik ve bilimdeki yenilikleri konu alan makaleler yazdı. 2006 yılında İndigo Dergisi'nin yazar ve muhabirliğini yapmaya başladı.