Demokrasi, insan hakları ve Çarşı’nın ‘Karşı’lığının bittiği gün

Daha demokratik ve daha genç bir ortamda ölmeyi, Beşiktaş’ta, Çarşı’da ölmeyi tercih ettim. Çünkü demokrasi için çıktım dışarı ben…

Demokrasi, insan hakları: Çarşı'nın 'Karşı'lığının bittiği gün

Bu yazı, ”Cunta’yı yıkmaya nasıl karar verdim” isimli yazımın devamı niteliğindedir. Yaşadığım ‘O’ lanet günü, 3 ana başlık altına yazmaya karar verdim. Birazdan okuyacağınız bölüm 3. bölümdür.

2. Bölüm’ü yaşadığım Trajik ve birtakım Kriminolojik olaylar sebebiyle ilerleyen yıllarda yazmayı planlıyorum. Bir daha yaşamamak dileğiyle…


Beşiktaş, Çarşı ve ‘Karşı’lık

Beşiktaşlıyım. Beşiktaş’a inanırım. Beşiktaş’ın sadece bir semt ismi ya da sadece bir spor kulübü olmadığını düşünürüm. Hala da öyleyim.

Beşiktaş denilince akla gelen bir de ”Çarşı” vardır. Anlatılanlara göre ”Çarşı vicdandır’. ”Çarşı ahlaktır”. ”Çarşı yapılmayanı yapandır”. ”Çarşı her şeye karşıdır!”

Bu algı, özellikle de Gezi Parkı olayları esnasında daha da kuvvetlenmişti. Yaşam tarzlarına, parklarına sahip çıkmak için Beşiktaş Kartal Heykeli’nde toplanan ve Deve Erol’un siyah – kırmızı ”ÇARŞI” pankartı eşliğinde Taksim’e çıkan grup, herkesi heyecanlandırmıştı. Zira bir taraftar grubu, özellikle de ”her şeye karşıtlığı” ile bilinen bir taraftar grubu Türkiye tarihinin önemli sayılabilecek toplumsal olaylarından birinde, aktif olarak rol almıştı. Dolmabahçe’de yıkımı yapılan İnönü Stadı’nın yanında bulunan bir kepçeyi ise polisin kullandığı Toma’ya karşı kullanması, olayların bir sembolü haline gelmişti. Herkes, Çarşı’nın cesareti karşısında büyülenmişti adeta. Ben bile…

Çarşı’nın bu ”Karşı” duruşu sadece iktidara ya da polis şiddetine yönelik de değildir. Mesela kimsenin aklına bile gelmemişken ”Nükleersiz Türkiye” pankartı asmıştır İnönü’de. Kimsenin gündeminde bile yokken ”Küresel Isınmaya” da karşı olmuştur “Çarşı”. Ve bunun gibi birçok toplumsal yaramıza su serpmiştir açtıkları pankartlar, yaptıkları yardımlar ile…

Çok da güzel duyarlılıkları vardır “Çarşı”nın: Kitap toplamıştır doğuda imkanı olmayan okullar için. Van depremi yaşandığı günlerde, bütün stad sahaya atmıştır atkılarını, “Çarşı” sayesinde. “Tiyatrolar yıkılmasın!” demişti “Çarşı”. Mavi kapak toplamıştı engelliler için, kulübeler yapmıştı köpekler için, “Çarşı”. Efsaneleşmişti ”Çarşı Faşizme Karşı” sloganı.

Bir hayalet dolaşıyordu adeta Beşiktaş’tan yükselen. Olimpiyat Stadı’nda gittiğim her maçta Çarşı’nın içindeydim ve benim için çok güzeldi o günler. Samimiydi, içtendi, ”asi ruh’tu” Çarşı; ta ki ”o” güne kadar…

15.07.2016 saat: 22.30 suları

TRT’de bildiri okuttular kadın sunucuya. Darbe yaptılar (!), akılları sıra…

”Tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. İkinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı uygulanacaktır. Vatandaşlarımızın kendi güvenlikleri için bu yasağa hassasiyetle uymaları önem arzetmektedir.” dedirttiler,  insafsızca, alçakça. 21. yüzyılın, 2016’sının, 15 Temmuz’unda…

Kendi güvenliğimi hiçe saydım. Yani bir nevi “ölümü” göze aldım, korkmadım, sinmedim!

Eğer öleceksem ”demokrasi, insan hakları, özgürlükler” adına, ne mutluydu bana. Oturduğum mahalle İstanbul’un biraz gettolarında. Hazırlandım, en rahat ve en sevdiğim kıyafetlerimi giydim üstüme, ölürken üstümde olmasını istemem sevmediğim pantolonumun, önemli yani böyle şeyler, mutlu ölmek önemlidir her daim…

Öfkeden çıldırıyordum. Milleti, göz göre göre öldürmek istiyordu bir katil sürüsü. Bu iş, bu kadar kolay olamazdı, olmamalıydı!

Darbeye direnmek!

Darbeye direnmeye nasıl karar verdiğimi bundan önceki yazımda açıklamıştım. Yani saçma sapan bir durum vardı ortada ve demokrasi düşmanlarına haddini bildirecek bir ‘halk’ olmalıydı. Mutlaka!

Evden dışarı çıktığımda ilk olarak uçak seslerini duymaya başladım. Çok şiddetliydi. Aldırış etmedim. Herkes balkona çıkmış, camdan cama korkulu gözlerle konuşuyordu.

Evimin bulunduğu ana cadde ile Büyükdere Caddesi’nin kesişimine çıktığımda yaklaşık 100 kişilik bir grup toplanmıştı. Mahallemize giren caddeye küçük bir pikabı yan olarak koymuşlar ve üzerindeki yaşlı bir amca kitleyi sakin olunması ama boyun eğmememiz gerektiği konusunda telkin ediyordu. Haklıydı!

Ama sakin olunması konusundaki sürekli uyarılar ve kitlenin genelinin orta yaş üstü  kişilerden oluşması hoşuma gitmedi. Daha demokratik ve daha genç bir ortamda ölmeyi, Beşiktaş’ta, Çarşı’da ölmeyi tercih ettim. Çünkü demokrasi için çıktım dışarı ben…

Koskoca Büyükdere caddesinde bir tane bile araç yoktu (Büyükdere Caddesi’ndeki trafik akışını bilenler bilir). Bir Scooter gördüm, kırmızı, sürücüsü  korkulu gözlerle yolun en sağından Zincirlikuyu istikametine doğru seyir halindeydi.

Otostop çektim, işaret çaktım, kararsız kaldı, 10 metre geçince durmaya karar verdi. Nereye gittiğimi sordu bana. Ben ise ona sordum nezaketen, eğer daha yakın bir yere gidiyorsa benim de işime yaramazdı onun da. ”Çeliktepe’ye gidiyorum” dedi. Bahsettiği yer, bulunduğumuz yere çok yakındı ama benim amacım Beşiktaş’a gitmekti. Çarşı’ya…

Zincirlikuyu: Kırmızı Scooter’lı adam!

“Beşiktaş’a kadar askerler vardır ama çok istiyorsan seni bırakabilirim Zincirlikuyu’ya kadar” dedi çocuk. Gülümsedim, Zincirlikuyu deyince herkesin aklına Zincirlikuyu Mezarlığı gelir zira. Olur, dedim. Hatta çok da güzel olur. “Bana uyar Zincirlikuyu, Yürürüm Beşiktaş’a kadar”…

Zincirlikuyu’da bıraktı beni. Teşekkür ettim kendisine minnettardım, kolay değildi çünkü yaptığı iş. ”Sokağa çıkmanız yasaktır, çıkarsanız vurulursunuz” diyen geri zekalılara o da aldırış etmemişti, belki de yolda gördüğü bir başka adam (şahsım) yüzünden. Ama olsun, o çocuğun yaptığı iyiliği ömrüm boyunca unutmayacağım. Beni duyuyorsan tekrar teşekkürlerimi sunuyorum sana, kırmızı Scooter’lı adam!

Zincirlikuyu’dan Beşiktaş’a kadar geçen 2 saatte yaşadıklarım şeyler trajik ve kriminolojik birtakım olaylar olduğu için başta da dediğim gibi, sonra anlatacağım.

Beşiktaş: ‘Sakin ol, biz kazanacağız!”

Beşiktaş’a vardım. Hakan Pastanesi’nin önüne geldiğimde hem yorulmuştum hem de biraz korkmuştum. Elim ayağım titriyordu yaşadıklarımdan ötürü. Tanımadığım bir adam kenara çekti, elindeki suyu suratıma çarptı. ‘Sakin ol, biz kazanacağız!” dedi. Şaşırdım…

İstanbul’un her yerinden çatışma sesleri geliyor, bir yandan hiçbir ışığı yanmayan bir helikopter alçakça alçaktan uçuyor diğer yandan F16 Savaş uçakları alçak uçuş yapıp inanılmaz gürültülü ”sonic patlamalara” sebep oluyorlardı. Tabii biz bu olayı daha önce yaşamadığımız için meydana gelen patlamaları “yakın bir yere bomba düşmesi” olarak algılıyorduk. Çok fena sarsılıyorduk.

Ve tüm bunlar olurken, karşımda gördüğüm adam gülerek ve inanarak ”biz kazanacağız!” diyebiliyordu. Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı binası Beşiktaş’ta olduğu için olsa gerek pilotlar, yaptıkları şerefsizlikleri daha bir abartarak yapıyorlardı, kuvvetle muhtemel. F16’lardan gelen her patlama sesinde irkiliyordum ama beni telkin eden adamı aklıma getirdikçe cesaretimi toplayıp ayağa kalktım.

“Demokrasi için gerekirse ölümüne direnmek!”

Telefonum, cuntacı ve ışıkları yanmayan helikopterin atış alanından kaçarken düşüp kamerası çatlamış ve kapanmıştı. Sakinleştim, oturduğum yerde telefonumu açmaya çalıştım. İlk denemede olmadı ama ikinci denemede açmayı başardım. Babam arıyordu, açtım. Kendisine ”İyi olduğumu, demokrasi için gerekirse ölümüne direneceğimi” söylediğimde sesi kötüleşti.

Arkadan F16 Savaş uçaklarının yırtıcı sesi ve silahların sesleri gelmeye devam ediyordu bu esnada. Sonra kendini topladı ve ”Hakkım varsa helal olsun, korkma, siz haklısınız, siz kazanacaksınız” dedi. Muhabbeti fazla uzatmak istemedim. ”Kazanacağız!” dedim, telefonu şarjı azalmasın diye uçuş moduna aldım…

Kendime gelmiştim biraz. Ayağa kalktım. Her taraftan gelen silah sesleri ise ”demokrasiye” inanan benim gibi binlerce insanın da ”ayağa kalktığını” gösteriyordu. Yürüyordu birileri silahların üstüne üstüne, umutlandım!

2016 Beşiktaş’ında asker bizi öldürmeye geliyordu

Tam Beşiktaş Meydanın’daydım. Çevremdeki insan sayısı seyrek halde 25 – 30 civarındaydı. Beşiktaş Meydan’ında, Hakan Pastanesi önündeki trafik ışıklarında inanılmaz bir manzara ile karşılaştım. Kaçan bir adam, ”asker Barboros’tan buraya doğru geliyor, yukarda insanlara sıkmışlar!” diyerek  yanımdan hızla geçti. İrkildim. Sokağa çıkmak yasaktı ve 2016 Beşiktaş’ında asker bizi öldürmeye geliyordu. Demokrasi’ye inanan bir avuç insanı…

Yaşlı (yaklaşık 60 – 70 yaşlarında), saçları ve sakalları beyaz bir adam tam da o esnada yolun tam ortasına oturdu. Şok oldum. Herkes (zaten 50 – 60 kişi ancak vardı) sağa sola kaçışırken yaşlı adam, oturduğu yerde, elinde ilkokul çocuklarının Cumhuriyet bayramlarında salladığı ebatta bir bayrakla, ateş açarak gelen 6 kamyon dolusu askere meydan okuyordu. Yanına iki genç yaklaştı ve adamı ellerinden tutarak kaldırmaya çalıştı, yapamadılar. Yaşlı adam ısrarcıydı, hem de ölümüne!

Çok gerildim. Sanki bir film sahnesinin içindeydim. Ama bu sahne ”senaryonun” gerçekliğine aykırıydı ki. 6 kamyon dolusu asker her tarafa ateş ederek geliyorsa ve siz de yaşlı bir adamdıysanız eğer, evinize giderdiniz. “Senaryo yazmak isteyen adam”, o yaşlı adamın eve gitmek için gösterdiği çabayı gözler önüne sererdi.

Filmde görsem böyle bir sahneyi, filmi izlemeyi bırakırdım ”ne saçma film la!” diye. Ama filmle ya da tiyatro ile yaşadığım şeyin uzaktan yakından hiçbir alakası yoktu. Çatışma ve savaş uçaklarının çıkardığı patlama seslerinin desibelini diyaframımda hissediyordum. Sansürsüz, açık ve net…

Yaşlı adam ısrarcıydı, hem de ölümüne!

Kenara çekildim, Cuntacılardan kaçarken kamerası çatlayan telefonumu çıkardım ve o anı ölümsüzleştirdim. Bakın işte o yaşlı adam bu adam:


20160716_024751

”Korkmayan birilerini gören diğerleri”

Yaklaşık 2 dakika sonra hızla gelen 6 kamyon dolusu asker, 50 metre ilerimizde bulunan Uğur Dersanesi’nin oradan hızla U dönüşü yaparak ve havaya doğru ateş açarak geri kaçmaya başladılar. Büyük ihtimalle ne halt yediklerinin farkına birilerinin vasıtasıyla vardılar.

”Korkmayan birilerini gören diğerleri” onları uyarmış olmalıydı. İçim kıpır kıpır oldu. Benimle alakalı bir durum değil ama canilerin, gelirse eğer o yaşlı adamı ezip geçebileceğini tahmin edebiliyordum.

Çarşı’ya gitmeye karar verdim. Sinanpaşa Camii’nin Beşiktaş Meydan tarafındaki kapısından bir dehlize girdim. Eski taşlı duvara yaslandım, bi sigara yaktım. Her taraftan çatışma sesleri gelmeye devam ediyordu. Bugün ya kurtuluş günümüzdü ya da teslim oluş. Ama öyle kolay teslim olmak yoktu!

Yaşlı adamın yaptığı hareket beni yerimde duramaz hale getirdi. O esnada camide sala okunmaya başladı. Saatin kaç olduğunun tam farkında değildim, ne için okunduğunun bilincinde de değildim ama çok mutlu oldum. En azından patlama seslerini bastırıyordu, oradan hiç ayrılmak istemedim ama sigaramı bitirmiştim. Sala’nın patlama seslerini bastırması ve içimde uyandırdığı tarifsiz bir duygu ile yaslandığım duvarla vedalaştım.

Dolmabahçe istikameti

Dolmabahçe istikametine doğru yürümeye başladım. Çarşı’nın maçlar öncesi toplanma alanlarından biri olan Kazan’ın oradaki ağaçlık meydana geldim. Kimsecikler yoktu. Darbeci bir uçak, Beşiktaş’ın üzerinden çok yakın geçti ve olduğum yerde savrulmama neden olabilecek bir patlama meydana geldi. İstemsizce yere kapaklandım. Kafamı kaldırdığımda tam da sağ tarafımdaki anıtı gördüm. Yaklaşık 5 senedir Beşiktaş’ta takılırım. Buradan belki de 100 defa geçmişimdir ama bu anıtın üzerinde yazan şey ilk defa dikkatimi çekmişti. 1 metrekarelik anıtın üzerinde yazılan şeyleri aynen aktarıyorum:

Ben Atatürkçüyüm

Ben Cumhuriyetçiyim

Ben Laikim

Ben Anti – Emperyalistim

Ben Tam Bağımsız Türkiye’den Yanayım.

1942 – 1993, Uğur Mumcu.

Meydana gelen büyük patlamanın şokundan ve ”o” anıtta  yazan yazının ilk defa dikkatimi çekmesi sebebiyle gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı, durduramadım.

Yolum, Uğur Mumcu’nun yolu

Yolum, Uğur Mumcu’nun yoluydu ve yalnızdım. Ve ben yolumda ilerlerken, işgal kuvvetleri hayasızca saldırıyordu. Her tarafta da silah sesleri, sözün bittiği yerdeydim. Bir sigara daha yaktım. O gün kaç sigara içtim hatırlamıyorum ama “bazı yerlerde, bazı an’larda içilen bazı sigaralar hiç unutulmuyor”, sevgili okuyucu…

Büyük patlamanın Dolmabahçe’de bulunan Başbakanlık yakınında meydana gelmesi aklıma Cuntacıların bahse konu yeri bombaladığını getirdi. Hemen ayağa kalktım ve o tarafa yöneldim. Eğer orada bulunan bir kişinin kılına zarar gelmiş olsaydı bu iş burada bitmezdi. Kinle, nefretle doldum…

2 dakikalık yürüyüş sonrası bahsettiğim alana geldim. Herhangi bir yıkım gözükmüyordu. Sevindim. Bir yandan da üzüldüm, niye diye soracak olursanız şayet: 2013 Taksim Gezi Parkı olayları sırasında da tam buradaydım ve o zamanki kalabalıktan çok çok uzak bir kitle vardı karşımda.

Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler

Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda direnen (!) arkadaşlarımdan hiçbirini göremedim. Yaklaşık 50 kişilik dağınık bir grup vardı. Ama buradaki bu 50 kişilik grup beni bir yandan da çok sevindirdi.

Sebebi ise ”uzun saçlı, küpeli bir genci görmem; başı açık, modern giyimli bir genç kızı görmem; ve ”Ben en büyük Tayyip düşmanıydım ama mesele Tayyip Erdoğan değil lan! neredesiniz, mesele kurtuluşumuzun meselesi! diye bağıran yaklaşık 50 yaşındaki sözde değil özde muhalif bir adamı, görmemdi.

Oradaki 50 kişilik grup nicelik olarak çok az olabilirdi ama nitelik olarak hayatta gördüğüm en kaliteli gruptu. Hayatımda bir daha böyle bir grup görebileceğimi sanmıyorum. Ama ”o” esnada orada olan ve ”o” havayı koklamış olan tüm insanlara sesleniyorum! Ayaklarınıza kapanabilirim!

Çok tuhaf şeyler yaşıyordum. 2016 Türkiye’sinde, 2016 İstanbul’unda ve 2016 Beşiktaş’ında her taraftan silah sesleri geliyordu. Ve uçaklar üstümüzden inanılmaz büyüklükte patlamalara sebebiyet vererek geçiyordu. Rüyada değildim ve bu yaşadığım şey gerçeğin ta kendisiydi.

Demokrasi için ölmek

Demokrasi için ölmek üzere yola çıktım ve demokrasi için ölmesi muhtemel insanların arasındaydım. Her patlamada birbirimizin gözlerine bakıyorduk.

Ölmeden önce aynı şeylere inanan insanların birbirinin gözünün ta içine bakmasının ne kadar önemli birşey olduğuna orada inandım.

Baktığım her insan, F16 ların her sortisinde gülüyordu, ben de gülmeye başladım. ”Ne güzel şey lan şu demokrasi!” dedim içimden.

Bir sigara daha yakma ihtiyacı hissettim içimde. Sigarayı çıkardım ateşimi bulamadım. Büyük ihtimalle Kazan’ın orada, düştüğüm yerde düşmüştü. Orada, elinde sigara olan başka birinden ateş istedim. Çakmağını, aceleyle evden çıktığından unuttuğunu, sigaramı sigarası ile yakabileceğini söyledi. Aldım, yaktım…

Yanan bir ateşin, nasıl sönmeyeceğini, nasıl elden ele taşındığını düşündüm.(Hem gerçek hem de mecazi anlamda) Bu ateşi birisi yakmıştı ama sönmeyecekti. Ne güzel bişey la şu elden ele taşınan ateş…

Kartal heykelinin oraya gitmeye karar verdim. Beşiktaş “Çarşı”, toplumu rahatsız eden bir durum olduğunda hemencecik burada toplanır ve mobilize olurdu. Üzerimizden geçen uçaklar patlamalara sebep olmaya devam ediyordu, her yandan rahatsız edici seviyede çatışma sesleri geliyordu.

“Çarşı!” dedim. Çarşı kesin Kartal’ın oradadır! dedim. “Çarşı savaş uçaklarından korkmaz!” dedim. Meşru bir yönetimi gaspetmeye çalışanların silahlarından korkmaz “Çarşı!” dedim. Ihlamur Caddesi’ne girdim.

Ihlamur’da bütün dükkanlar kapalıydı

Normalde açık yerler bulmanız mümkündü bu saatlerde. Ama Cunta’dan korkan esnafa da bir yandan hak verdim. Ölürseniz kim bakardı çoluk çocuğunuza…

Ihlamurdan Kartal’a doğru yürümeye başladım. Ben kaldırımın sol tarafındaydım. O esnada karşı kaldırımda, sevgili olduğunu düşündüğüm bir çifte gözlerim takıldı. Hızlı adımlarla yürüyorlardı ve tam o esnada bir patlama daha meydana geldi. Bir dükkanın girişine oturdum.

Başka ses gelmeyince ayağa kalktım ve gözlerim o çifte tekrar takıldı. Genç kız ağlıyordu ve yanındaki adam da onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Gururuma gerçekten yediremedim. “Benim uçağım beni mi vuracak”, dedim. Utandım…

“Çarşı”, bu ağlayan kızın da hakkını savunur! diye düşündüm. Adımlarımı sıklaştırdım. Meşhur Balkan Lokantasının olduğu sokağın bir ilerisindeki sokaktan Kartal heykelinin olduğu meydana giriş yaptım.

Tam da oradaydım. Çevredeki mekanların hepsi dükkanı kapatmıştı. Her yan karanlıktı. Tek başımaydım.

Patlama ve çatışma sesleri her taraftan gelmeye devam ediyordu ve Çarşı’da kimse yoktu. Bu fotoğrafı da tam o esnada çektim:

20160716_030211

Durdum ve tüm “Çarşı” adına utandım

Ben Olimpiyat Stadı’nda mesafe demedim, yağmur demedim, çamur demedim ve geçen seneki bütün Beşiktaş maçlarını Çarşı’nın tam ortasında izledim. Niye? Çünkü Çarşı haksızlıklar karşısında bir duruştu. Nerede bir zulüm varsa ”Çarşı” orada biterdi. ”Çarşı her şeye Karşı’ydı”. ”Çarşı Vicdan’dı”.

Ama ”o” gece Çarşı evinden dışarı çıkmadı (Fotoğrafı çektiğim saat tarih belli). Çarşı, başarısız darbe girişiminden tamı tamına 4 gün sonra bir bildiri yayınladı.

Beni hedef gösterebilirsin Çarşı! Beni yalanlayabilirsin Çarşı! Beni inkar edebilirsin Çarşı!

Şunu da unutma: “Ben demokrasi için sokağa çıktım ve üzerime doğrultulan namludan korkmadım, senden de korkmam!”

Ama bundan sonra ben ve benim gibi yüzbinlerce insan sadece ve sadece ”’Beşiktaşlı”


Sen de bunu böyle bilesin…

Cuntayı yıkmaya nasıl karar verdim?

Bir darbe girişiminin anatomisi: 15 Temmuz 2016

Darbe girişiminin öncesi ve sonrası