Rize ve Of’ta içilen en güzel çay, Ayder’in gösterişi, Coşandere’nin huzuru, Haçka yaylasında Haçkalıbaba Gölü ve Çal Mağarası, en uygun ve en lezzettli mıhlama, Trabzon’da Boztepe, Sümela Manastırı, Artvin’in yerlileri, “Sen kiminsun? Ne yabaysun? Baban nerelidur? Anan nerelidur? Nerden geleyisun?” soruları, Doğu Karadeniz’in yeşili ve mavisi…
Az bilinen çok sevilen yerler
“Sen kiminsun?” bir yabancıya sorulacak ilk soru bu olmamalı diye düşünüyor insan. Üç arkadaşımla Doğu Karadeniz turu yaptık. Kendi imkalarımızla elbette. Orta gelirli ailelerin öğrencileri olarak. Gezdiğimiz gördüğümüz her yerde (Trabzon, Rize ve Artvin), o yerin yerlileri, bize ilk olarak adımızı değil de kimin oğlu olduğumuzu sordular. Garipsedik haliyle.
Biz şehirde büyümüş, yalnızca yazları köylerimizi ziyaret eden İstanbul çocuklarıydık. Şehirde kimse kimseye kimin olduğunu sormamıştı daha önce. Düşündük haliyle. Hak verdik daha sonrasında. İsimler insanları tanıtmaz. İnsanları tanımak için onlara “Sen kiminsun? Ne yabaysun? Demem o ki çalışayi misun, okuyay misun? Baban nerelidur? Anan nerelidur? Nerden geleyisun?” diye sorup tanıdıktan sonra adını sormalısın.
Yeşilin ve mavinin hiç bir ihtimale yer vermeksizin hakimiyetinin olduğu bir yerdir Doğu Karadeniz. Yaylaları, köyleri, tarlaları, dağları, hayratları ve her köşe başından fışkıran sularıyla. Bulutların omzuna kardeşçe el atabileceğiniz kadar yükseklerde bulunabileceğiniz, nefes almanın bir tadı olduğuna inanacağınız, anlatması mümkün olamayacak güzelliklere sahip bir yerdir.
Rumca ismi “Kalkiya” olan, deniz seviyesinden sekiz yüz kırk metre yukarıda bulunan, Düzköy ilçesine bağlı, bugünkü adıyla Gürgendağ olarak bilinen köyde misafir edildik.
Haçka yaylasından Haçkalıbaba Gölü ve Çal Mağarası’nı ziyaret ettik. Mağaranın henüz girişindeki şelalenin arkasında çay içmek için küçük bir kafe mevcuttur. Şelalenin arkasına geçip, akan suyun akarsu olup, köylere doğru süzülüşü büyüleyici bir görüntü oldu benim için. Özellikle Haçkalıbaba gölü, denizden yaklaşık dokuz yüz metre yukarıda olmasına rağmen, kudretli çağlardan beri orada olduğunu o kadar sakin bir şekilde ifade ediyordu ki, en ufak kıpırtı olmuyordu su yüzünde.
Haçkalıbaba Gölü
Gezip görülecek çokça yer mevcut elbette. Trabzon’da Boztepe, Sümela Manastırı, şehrin göbeğindeki Ayasofya Cami’si, Uzun Göl mutlaka görülmesi gereken yerlerdir. Bunların yanı sıra Karadeniz mutfağına değinmemek olmaz. Yediğim en uygun ve en lezzettli mıhlama Ayasofya Camii’nin hemen bitişiğindeki çay bahçesindeydi.
İçilen en güzel çay Rize’de ve Of’ta idi. Rize’ye gitmişken tabii ki herkes Ayder Yaylası’nın eşsiz manzarasını tatmak isteyecektir ancak benim tavsiyem bununla yetinilmemesi yönündedir. 2015 yazında gitmiş olmama rağmen birçok otelin inşasını görmüş olmak hayli rahatsızlık uyandırdı açıkçası.
Doğaya karşı sebepsiz bir savaş içinde olduğumuzu bir kez daha anlamış oldum. Ciğerlerimize baltalar savurup, o yeşillikleri kurutmak tam da insanca bir hareket (!) İnsana en çok ölmek yakışır çünkü. Böylesine otelleşmelere rağmen Ayder hala gösterişinden ödün vermiyordu elbette. Görülmesi gerekir kesinlikle ama Ayder Yaylası’nın hemen üzerinde bulunan Kavrun Yaylası “neredeyse tamamen” doğallığını koruyor ve insan elinden nasibini henüz almamış durumda.
Rize tabii ki çayı ile akla gelir ancak Ayder Yaylası’na doğru giderken acıkırsanız Vatandaş Mustafa’nın Canlı Alabalık Tesisine uğramanızı şiddetle tavsiye ederim. Coşandere’nin hemen yanına kurulan tesis başlı başına bir huzur kaynağıdır.
İnsanları da en az doğal güzellikleri kadar tatlı bir yerdir. Ramazan olması sebebiyetiyle insanlar oruç tutuyorlardı hem de yediden yetmişe. Hoş bir sohbete tanık oldum kuaförde. Bir çırak muhtemelen niyetli olması sebebiyle uyuya kalıyordu. Ustası ise her seferinde uyarıyordu ve son uyuya kalma hadisesinden sonra Usta çırağına seslendi: “Uyuyacaksan tutma uşak”. Çırağın cevabı ise samimiyet doluydu. “Usta. Öyle de olmaayi ki!”