Zeka mı alırdınız akıl mı?

Akıl somut olarak ölçülemez. Aksine zeka, bilindiği gibi IQ testiyle ölçülebilir. Zeka akıl gibi değildir, insanlar arasında yeterince eşit bölüştürülmemiştir.

Zeka mı alırdınız akıl mı?

Zeka ile akıl arasındaki fark nedir?

Kavramlarla kelimeleri doğru birleştirmek çetrefil bir iştir. İfade etmek istediğimiz kavram için seçtiğimiz kelime, esasında bambaşka bir kavramın ifade şekli olabilir. Hele ki söz konusu soyut kavramlarsa. Çünkü bunları parmağımızla işaret ederek, elimizin içine alarak “İşte tam da bundan bahsediyorum” diyemeyiz…

Bazen de farklı şeyler olduğunu düşündüğümüz şeyleri tanımlamamızı veya farklarını söylememizi istediklerinde düşünür düşünür işin içinden çıkamayız. Birinin tanımı için kullandığımız cümleleri diğeri için de söylerken bulabiliriz kendimizi…


Ben de aynı bu duruma düştüm; “Zeka ile Akıl arasındaki fark nedir?” diye sorduğunda arkadaşım. Bir insan akıllı olmayıp da zeki olabilir mi? Zeki olmayıp da akıllı olabilir mi? Ve hangisinin karşıtı aptallık ve ahmaklıktır?

Madem dolaysız bir şekilde tanımını vermekte zorlanıyoruz, kıyas yoluyla gidebiliriz…

Akıl somut olarak ölçülemez

Aksine zeka, bilindiği gibi IQ testiyle ölçülebilir. Zeka akıl gibi değildir, insanlar arasında yeterince eşit bölüştürülmemiştir. Fakat aklın eşit olarak bölüştürülmüş olması, istisnasız herkesin ‘akıllı’ sıfatını hak etmesini garantiye almaz. Tıpkı istisnasız hepimizde kaslar [görevi hareket sağlamak] olmasına rağmen, felç hastalarının hareket edememesi gibi…


“Sağduyu (aklıselimlik), yeryüzünde adalete en uygun şekilde dağıtılmıştır, diye yazıyor Descartes Metot Üzerine konuşmasında. Öyle ki herkes aklıselimlik açısından kendisinin en iyi şekilde donatılmış olduğunu düşünür. Hatta sahip oldukları hiçbir şeyle yetinemeyen insanlar bile, daha fazla akıl istemezler. […] Asıl olan, daha yüksek bir akla sahip olmak değildir. Onu iyi kullanabilmektir. (İyi kullanılamadığında) En yüce diye bildiğimiz insanlar, doğru davranışlar sergiledikleri gibi çok büyük yanlışlar da yapabilirler. Ve çok yavaş yürümesine rağmen doğru istikamette giden kişiler, çok hızlı olmasına rağmen ters yöne gidenlerden daha çok ilerler.”

O halde ister etik, ister pragmatik açıdan olsun, akıllı kişi doğruyu seçen, yapan kişidir. Akıl, iyi ve doğru olana hizmet etmekte olan zekadır diyebiliriz. Ya da zekayı dizginleyen güçtür akıl. Zeka ise etik hiçbir anlam taşımaz, nötrdür. Örneğin sadece zeki bir insan kainattaki en güçlü nükleer bombayı icat edebilir. İleride sevdiği her şeyin ölümüne sebep olacağını akıl edemeyebilir. Ama akıllı insan; icat edebilecek zekası olsun olmasın, buna girişmez. Bu durumda, savaş teknolojisine hizmet verenlere dahi ahmaklar diyebilir miyiz?

Zeka kısaca beynin algılama hızıdır. Ama belirli bir metotla bütünleşmeden, yalın olarak, doğru ve iyi bir sonuca ulaşamaz

Zeka’nın teknik, aklın ise etik bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Akıl sözcüğünün eşanlamlısı olan Us kelimesinden türeyen ‘uslu’ sıfatının anlamına bakmak dahi bu etik yanın ağırlığını görmemize yeter: “Toplumu, çevresini rahatsız etmeyen, edepli”…

Zeka ile aklın farkını mükemmel bir şekilde sergileyen bir alan da mizahtır. İyi mizah ciddi anlamda zeka gerektirir. Zekası düşük insanlar mizah yapamadıkları gibi, yapılan mizahı da anlamaz. Fakat çok iyi bir mizahçının, kendisine ve çevresine zarar verebilecek, yanlış şeyler yaptığına da tanık olabiliriz.


Farklarını net bir şekilde görüp de sınırlarını tam çizemediğimiz şeyler vardır rüyalarımızda. Bir an bir kumsaldayken, diğer saniye evinizin içinde olduğunuzu farkedersiniz. Aynı buna benzer bir deneyim bu iki kavramı anlamaya ve tanımlamaya çalışmak. Sanırım hep de öyle kalacak…