10 Ekim katliamının yıl dönümü: Neyse ki yarınlar var!

Unutmayın. Unutan insanlıktan çok şey yitirmiş demektir, unutmayın! Veysel’in yüzündeki gülüşü unutmayın sakın! Bir de her daim aklımızda olsun “Neyse ki yarınlar var, umutların en sevdiği gün.” Yarınlar var. Yarınlar varsa umut da var.

Neyse ki yarınlar var! 10 Ekim katliamının yıl dönümü

Günlerdir 10 Ekim’i yazmak için bilgisayarın başına oturuyorum. Beynimde uçuşan kelimeleri yan yana getirip de iki tane düzgün cümle kuramıyorum. Patlama, katliam, devlet, savaş, ölüm, kan, yaralılar, çığlıklar, vahşet, korku, şaşkınlık, acı…

Nereden başlamalıyım, nasıl anlatmalıyım?

Son bir yılı düşünüyorum. Bizden aldıklarını bir Word sayfasına sığdırabilir miyim? Hacı Lokman Birlik’i anlatmaya kelimelerim yeter mi? Suruç’taki gençlerin gözlerindeki ışıltıyı cümlelere nasıl sığdırırım? Aylan bebeği, bodrum katında yakılan insanları, Taybet anayı, Günay Özarslan’ı…


10 Ekim’i nasıl anlatırım? 10 Ekim nasıl anlatılır?

Yüreklerimizden taşan umudun, coşkunun, heyecanın acıya dönüştüğü o saliselik anı nasıl tarif edebilirim? Tek bir cümle yankılanıyor kafamın içinde “Ne kadar çok öldük!”

Bedenlerimizle, hayallerimizle, umutlarımızla, güzelliklerimizle ne kadar da çok öldürüldük!

10 Ekim’den kısa bir süre sonra sevdiğim abilerimden biri şunu söylemişti: “Savaş açtıkları, umutlarımız aslında; güzel günlere olan inancımız.” Bu yüzden öldürdükleri yalnızca binlerce hücreden oluşan bedenler değil! Öldürmeye çalıştıkları o bedenlerin kalbindeki umutlar. Değişime dair, güzelliklere dair, özgürlüğe dair, mutluluğa dair umutlar.

Günler boyunca kendime sordum “Başardılar mı?”

Vahşetlerinin sınırı olmadığını biliyoruz, bilmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Azıcık gözünü açmak yeterli herhalde bunu görebilmek için. İnsanlıktan çıkmış bir toplam için çok şaşırtıcı bir şey olduğunu düşünmüyorum bunun. Peki patlattıkları bombalarla, saldırılar, gözaltılar, baskılar, tehditler, kurşunlar, havan toplarıyla bir halkın özgürlüğe olan özlemi yok edilebilir mi?

Biraz geriye gitsek, 2013 yazına mesela. Kızılay Meydanı’nda hiç beklemediğimiz arkadaşlarımızı ellerinde taşlarla gördüğümüz günlere. İnsanların işten çıkıp koştur koştur geldikleri, binlerin aynı anda “Bu daha başlangıç!” dediği günlere. Gezi Direnişi hepimiz için umudun bir simgesi değil mi? Nereye/Kime gidersek gidelim “Ne güzel günlerdi be!” diye anılan bir zaman. Peki o zaman hiç ölmedik mi biz? Ethem’i kurşunla vurmadı mı polis? Berkin’i küçücük yaşında gaz kapsülüyle öldürmedi mi?

Peki şimdi soruyorum: Umudumuzu öldürebildiler mi?

Umudunu yitiren insan bir hastanenin önünde aylarca nöbet tutmaz. Adalete dair en ufak bir kırıntı barındırmadığını bildiği bir duruşmanın kapısında dayak yiyeceğini bile bile beklemez.

Peki umudunu yitiren insan bir gün önce bomba patlayan meydana ertesi gün yeniden gider mi? Tekrar aynısının yaşanma olasılığını bildiği halde, ölümün üzerine yürüye yürüye…

Gözaltında kaybedilen Hurşit Külter için açlık grevi girmez, oturma eylemi yapmaz, aylarca “Hürşit Külter Nerede?” diye sormaz.

Ya da bodrum katına hapsedilen insanlar için kilometrelerce yol yürümez.


Evet çok öldük, çok öldürüldük. Acılarımız duvarları aştı. Ağlamak her günün rutin bir eylemi oldu. Bir hüzün yerleşti yüzümüze. Ama o umut bir yerlerde hala duruyor. Düşümüzü unutmadık. Israrımızı unutmadık. Gidenlerin her biri kalbimizde bir yerdeyse bizi hala ayakta tutan şey de umudumuzdan geriye kalanlar değil mi?

10 Ekim günü çok şey kaybettik

Analarımızı, kardeşlerimizi, yoldaşlarımızı, abilerimizi kaybettik. İnsanlarımızı kaybettik. Ama bizden de çok şey koptu gitti. Koptu gitti ama, bizi insan yapan değerleri kaybetmedik.

Çünkü başlarımız hala dik. Hüznümüz var ama sarıldığımız umutlarımız da var.

Çünkü unutmadık. O günü, o anı. Feryatlar hala kulağımızda.

Kardeşlerimizi pankartlara sarıp taşımak zorunda bıraktılar bizi.

Kan gölünün ortasında üzerimize gaz bombaları attılar.

Bunu kim unutabilir ki?

Unutmayın. Unutan insanlıktan çok şey yitirmiş demektir, unutmayın!

Veysel’in yüzündeki gülüşü unutmayın sakın!

Bir de her daim aklımızda olsun “Neyse ki yarınlar var, umutların en sevdiği gün.”


Yarınlar var. Yarınlar varsa umut da var.

Ankara’da Kanlı Cumartesi: 10 Ekim 2015


Deniz Akdeniz
Başkent Üniversitesi Sosyal Psikoloji'de yüksek lisansımı yapıyorum. Boş buldukça aklımı kurcalayan konularla ilgili yazmaya çalışıyorum. Burası benim için sesli düşündüğüm, düşünürken fikirlerimi tekrar tekrar şekillendirdiğim bir alan.