Kendini değerli kılma durumu ilk önce kadın iç dünyasında oluşmalıdır. Çünkü hayat içerisinde her şey içten dışa doğru ilerler, kişi kendi içerisinde ne ise dışa da onu yansıtır.
Ortaçağ Avrupasında kadınların varlıklarının evlilik müessesinde hiçbir yeri yoktu. Boşanma ise kilise tarafından kati suretle reddedilen bir durumdu. Böyle bir durumda aşk ve sevgi yoksunluğu ile evliliğin içerisine hapsedilmiş kadınlar değersizliklerini unutmak için kendilerini çocuk bakmaya, kedi köpek beslemeye ya da çok koyu dindar olmaya sevk ederlerdi.
21. yy. Türkiye’sine baktığımızda da durumun ne yazık ki bundan farklı olmadığını görebiliyoruz. Evlilik kurumunda, kocasından ve çevresinden hak ettiği değeri, ilgi ve sevgiyi göremediğini düşünen kadın, aslında herkesten önce kendi kendisine ilgi, sevgi ve değer vermesi gerektiğinin bilincinde olamadan hayatın içerisinde kendisini, varlığını ispatlamaya çalışıyor.
Bu durum, kendilerinin değersiz olduğunu hisseden kadınlarda içindeki boşluğu kapatmak adına fütursuzca kocanın parasını harcamak ile “ben olamadım bari çocuğum olsun” mantığından yola çıkarak çocuklarını tam bir “proje çocuklara çevirmeye”, ellerinde kilo kilo kedi köpek mamalarıyla gezip sokak hayvanlarını beslemeye, son dönemde popülariteye dönüşmüş gerçek manasından saptırılmış sufizm spritualizm gibi konularla ilgilenip geçici rahatlama yollarına giriyorlar.
Kendi içlerinde tamamlanamadıklarından ve mutluluğu yakalayamadıklarından ötürü çevrelerinde bu dönme dolaptan kurtulabilmiş hemcinslerinin hayatı algılayış biçimleri ya da seçimleri onları oldukça rahatsız ediyor.
Aslında en fazla rahatsızlık duydukları dişi tarzı, olmayı istedikleri tarz oluyor çünkü başkasında rahatsızlık duyulan her şey sahip olamadığımız ve olmak istediğimiz durumlardır. Ne yazık ki toplumun onlara biçtiği klasik rolü en iyi şekilde oynamak zorunda bırakılıyorlar.
Cesaret edip bu rolü reddedebilenler ve sahneden inebilenler ise başta hemcinsleri sonrasında toplumun tamamı tarafından aforoz ediliyorlar. Bu ötekileştirilme ile baş edemeyen birçok kadın daha ilk hayal kırıklığının yarattığı yıkımı tamir edemeden yeni bir fırtınanın içerisine atıyor kendisini. Yine kendisini iyileştirmeden ve tamamlayamadan yepyeni bir yıkım ile karşılaşıyor ve kendini tamamıyla öğrenilmiş çaresizliğin kollarına teslim ediyor.
Dişi varlık kendi içinde ruhuyla, beyniyle, bedeniyle bir olmadığı sürece kiminle karşılaşırsa karşılaşsın kimse tarafından değer göremeyecektir.
Evliliği sadece eş ve çocuk odaklı yaşamak, üzerine klorak dökülmüş pazen pijama, soğan domates kokan eller ile tüm günü geçirmek en baştan hatun kişinin kendisini değersizleştirmesidir.
Ne erkeklere, ne ailelere ne de hayatın kendisine bahane bulmamak gerekir. Kendini değerli kılma durumu ilk önce kadının iç dünyasında oluşmalıdır. Çünkü hayat içerisinde her şey içten dışa doğru ilerler, kişi kendi içerisinde ne ise dışa da onu yansıtır.
Kadın kendi içerisinde varoluşuna saygı ve sevgi beslemedikçe o çok anlamlar yüklediği evlilik kurumundan ve erkeğinden saygı ve sevgi beklememelidir. Bu bir etkiye tepki durumudur. Kadın kendine gülümsedikçe hayat da ona gülümseyecektir.