Lozan Antlaşması: Öncesi ve sonrası ile Lozan

Lozan Antlaşması tartışması bitmek bilmiyor. On iki Ada, Musul neden çözülemedi, nerede çözüme kavuşturuldu? Lozan’ın ne demek olduğunu öğrenmek için öncesi ve sonrası ile Lozan…

Öncesi ve sonrası ile Lozan Antlaşması ismet inönü paşa

Öncesi ve sonrası ile Lozan

Lozan’ın ne olduğunu anlamakta zorlanan ya da anlamak istemeyen bir kesim olduğu kesin…

Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün karşısında olup ona karşı eleştiride bulunmak son yıllarda bir moda oldu. Sanki onu eleştirince bir yerlerden “point” kazanıyorsun. Onu eleştirmeden, onun manevi şahsiyetine birkaç söz etmeyince bir yerlere gelinmiyor sanki. Bu, alt kesimdeki toplum bireyleri tarafından kabullenir oldu artık…


Lozan’ın ne olduğunu bilmeyen Sevr’i altın madalya gibi zannediyor sanki; ya da Sevr’in içeriğini bilmeyen Lozan’ı bronz madalya zannediyor…

Yok “On iki ada Lozan’da verildi” deniyor, yok efendim “Musul bizim olacakmış da İsmet İnönü’nün başarısızlığı sonucunda Musul’u elimizden almışlar…”

Şu anki konjonktür ne ise o günkü siyasi konjonktür de öyleydi.

Ne demek istiyorum? Bugün, dünyada Türkiye ne kadar söz sahibi? Türk yetkililerin ifade ettikleri ne kadar dünya kamuoyunda geçerli kabul ediliyor?

Bugün, 30 küsur yıldır Türkiye’nin başına çorap ören PKK terör örgütünün kalesi olan Kandil’e neden gidemiyoruz? Bugün Suriye’nin içlerine giren Türkiye, Irak’taki PKK kamplarına neden gidemiyor?

Türk Silahlı Kuvvetlerinin korktuğundan mı güçsüzlüğünden mi? Yok, hayır!

Dünyada söz sahibi olan ülkelere diş geçiremediğimiz için, yani “Büyük abi” olan ABD izin vermediği için!..

İşte, 1900 yılların başından ortasına kadar da “Büyük abi” o dönemde İngiltere’ydi…

Şimdi gelelim Lozan öncesine…

Trablusgarp Savaşı sonrası İtalya ile Osmanlı arasında Uşi Antlaşması (1912) imzalanır. Bu antlaşmada On iki Ada, Yunanistan’ın işgalinden korkulmasından dolayı İtalya’ya geçici bir süreyle bırakılmıştır…

Bu antlaşma bir kenarda kalsın geçelim Sevr’e…

Sevr Antlaşması (1920) ile On iki ada hatta Kaş’a yaklaşık 2 km. uzakta olan Kızılhisar diğer adı Meis olan ada da İtalya’ya bırakıldı…


Sevr’den sonra sıra Lozan’da…

Lozan’a gidecek delege belirleniyor, daha sonra Cumhurbaşkanı olacak Demokrat Parti lideri Celal Bayar da bu delegeler arasındaydı…

Görüşmeler yapılır hatta ilk görüşmede istenilen sonuç alınamayınca Türkiye’ye dönüş yapılır, daha sonra heyet, tekrar görüşme için Lozan’a davet edilir…

Görüşmeler yapılır ve On iki Ada hukuki olarak İtalya’ya bırakılır; ancak daha sonra yani 2. Dünya Savaşı sonrası 1947 yılında imzalanan Paris Antlaşması ile On iki Ada Yunanistan’ın kontrolüne geçmiştir…

Şimdi deniyor ki efendim işte, “Biz On iki Ada’yı Lozan’da verdik!”

Aslında On iki Ada Uşi Antlaşması ile fiili olarak zaten teslim edilmişti.

Musul konusuna gelince…

Musul, 1916 yılında Sykes-Picot Antlaşması ile Fransa’ya bırakıldı. 1920 yılında da San Remo Konferansı’nda Fransa, o dönemin “Büyük abi” konumunda olan İngiltere’ye Musul’u vermiştir…

Lozan’da Musul sorunu tartışılır, ancak karara bağlanamaz. Tekrar çaba sarf edilir, uğraşılır; ancak o dönemde asker yeni savaştan çıktığı için yeni bir savaş düşünülemezdi hem de o dönemin güçlü İngiltere’sine karşı… Bunun yanında dünya kamuoyu İngiltere’nin ciddi bir destekçisi…

1924 yılında İstanbul Konferansı düzenlenir, sonuç alınamaz! Musul, Milletler Cemiyeti’ne götürülür. Daha sonra komisyon kurulur ve en sonunda Musul, Ankara Antlaşması (1926) ile Irak’a verilir.

Lozan’a hezimet deyip hala o dönemi eleştirmeye çalışanlar var. Yahu kardeşim, dönemin iktidarı 2012 yılında Suriye’de, Emevi Camii‘nde namaz kılacağız diyordu. Obama’nın Beyaz Saray’daki beyzbol sopalı fotoğrafı ortaya çıkınca iktidar, bırakın Emevi Camii’ni Türkiye’de nerede namaz kılacağını şaşırdı!..


O yüzden dünü, bugünün koşulları düşünmek, değerlendirmek, Sevr’i Lozan ile kıyaslamaya benzer!..

‘Lozan’ bir aldatmaca mıdır?


Erdal Kişioğlu
Kişioğlu, zıt düşüncelere sahip kişilerle tartışmayı seven ve her olaya bilimsel olarak yaklaşıp, olaylara septik yaklaşmaktan kaçınmayan biridir. Olayları derinlemesine incelemeyi ve yanlışın ortaya çıkarılıp doğruya nasıl ulaşılacağı konusunda fikir üretilip bunun üzerinden felsefe yapılmasını arzulayan biridir. Etik, ahlaki ve hukuki sınırları aşmadan herkesin, her ortamda eleştirilmesi taraftarıdır. Dogmatik düşüncelerden uzak; sormayı, sorgulamayı kendisine görev edinmiş ve bunun çabası içerisindedir… Her türlü bilgi alışverişine açık; farklı görüşlerin çarpıştıkça büyüyebileceğine ve kolektif düşünsel ürünlerin ikamesinin de olabileceğine inanmakta; halk için, halk yararına olan her şeyin de yanındadır…