Ruhsal sağırlık: Sesler açık büfe, afiyet olsun!

Nasıl geçti günün? Trafik yeterince sıkışık mıydı? Haberler yeterince sıkıcı mıydı? Düşün bakalım en çok hangi sesi duydun bugün? Neyi dinledin dikkatlice? İnşaat seslerini mi? Gün boyu gezdiğin sokaklarda aklında kalan ses ne? Akbil biplemesi mi?

Nasıl geçti günün? Trafik yeterince sıkışık mıydı? Haberler yeterince sıkıcı mıydı? En çok hangi sesi duydun? Neyi dinledin dikkatlice?

En çok hangi sesi duydun? Neyi dinledin dikkatlice?

Diyorlar ya hani, her gazeteyi açtığında görürsün o klasik başlığı: “Çağımızın hastalığı…” Depresyonu, hiperaktivitesi, stresi… Noktaların önüne ne koysalar gidiyor peynir ekmek gibi. Bence çok uzaklarda arıyoruz çözümü. Bak ben söyleyeyim hastalığın net ismini: “Ruhsal sağırlık.” Hastalığın semptomları belli. Öyle yorumluk bir durum yok. Kendini dinlemeyen, hayatı duyamaz. Dinlemezsen, duymazsın. Duymazsan doymazsın. Net.

Doymak demişken insanların en çok heyecanlandığı üç sesin ne olduğunu biliyor musun? Sondan başlayayım. Üçüncüsü pişen et sesi. Sen doymaya duyarak başlıyorsun. Sonra kokuyor mis gibi. Yiyorsun Vedat Milör kıvamında şapırdatarak. Bu, hayatın temeli. Yemek nihayetinde ama üçüncü sırada.


İkinci sırada ne var? Telefon bildirimleri… SMS sesi, Whatsapp mesaj bildirimi, ıvır zıvır işte biliyorsun hepsini. Neden? Ödül işte. Biri bizi arıyorsa ilgi görüyoruz demek. Facebook’ta bana yorum yapıldığında fark ediliyorum demek. Bildirimi de duyuyorum ya dünyalar benim oluyor. Çiling! Oh bir like daha cepte. İyice biriktireyim de ölümsüz olacağım yeterli sayıya ulaştığımda. Kalıcı olacağım. Yeterince değerli olacağım başkalarının gözünde.

Çok karamsar geldiyse birinci sıradaki sesi de söyleyeyim. ATM’deki para sayma sesi. Bizi etten, yani temel hayatta kalma prensibimizden daha çok heyecanlandırıyor. Bundan garip bir şey yok çünkü banknotları yeterince yersek tok tutuyor değil mi?

Hep açız!

Tutmuyor. İşte onun için hep açız sabah işe giderken. Akşam yorgun dönerken. Televizyon izlerken. Alışveriş yaparken. Hep açız. Ağzımızdan yemek giriyor midemize ama ruhumuza ulaşamıyor bir türlü. Dinlemiyoruz çünkü. Hani var ya ruhun gıdası: Müzik. Kulaklıkları takıp hayata kapatınca kurtulamayız bu açlıktan. Çikilop gibi midemizi tutar ancak. Fast-food şekli yeriz seçtiğimiz müzikleri, kulaklığı çıkarınca sanki hiç doymamışız gibi… Çünkü duymuyoruz hayatın içindeki sesleri.


Para sayma makinesi diyince hemen geliyor kulaklarımıza sesi değil mi? Peki, kendi kahkahamızı bu kadar net anımsıyor muyuz gözlerimizi kapayınca? Hatta en son ne zaman gözlerimizi kapatıp hayatı dinledik? Acele etmeden… Bir yere yetişmeden… Hayatı es geçmeden…

Şimdi niye anlatıyorum bunları?

Firma uzun süren sessizliğini önce #sesiniaç diyerek bozdu. “Sevdiğin şeylerin, mutluluğun, duygularının sesini aç” diye başladı görünmeye. Şimdi de “Duymadığınız sesler” diyor yeni kampanyasında. Marka, reklam, sistem ne dersek diyelim. Adamlar ısrarla bir şey anlatmaya çalışıyor. Daha doğrusu bir şey hatırlatmaya… Unuttuğumuz, derinlere gömdüğümüz duyguları harekete geçirecek sesleri duymaya, dinlemeye yeniden başlamaya teşvik ediyor ısrarla.

Yani diyor ki “duymadığın sesleri dinle.” Bugün kafanı önüne eğme. Telefonuna kilitlenme. Bak etrafına ama kulaklarınla. Vapurda giderken 100’üncü defa dinlediğin şarkı yerine, hava ne soğuk olursa olsun bu sefer motorun, dalgaların, martıların sesini dinle. Hatta soğuğu dinle. Rüzgarı, yağmuru, gülen insanları dinle. Bırak şimdi şikayetleri. Elini göğsünün üstüne koy. Kalbini dinle. Kıyafetin, evin, araban değil, o her gün mükemmel şekilde işleyen ritim seni yaşatan. Aşık olunca yükselen, sakinleşince düşen, hapşurunca duran, doğduğunda başlayan o nabız işte yaşamın en temeli. Bu kadar basit. Karmaşıklaştırıp ruhumuzu sağır eden biziz. Kendimiz duymadığımız sesleri dışarıdan bekleriz.


Yazıyı sonuna kadar okuyan dostum. Artık biliyorsun. Senin yükün daha ağır. Dinlemediğin, duymadığın her gün, bilmeyenlerden daha çok acı çekecek, daha çok öldüreceksin kendini. Yapma. Hemen, şimdi, bu anda yaşa! Bugüne kadar yeterince zaman kaybettin zira. Görmeye ve duymaya yeniden başla.

Bu insanların birbirleriyle ne derdi var?


Özgür Uysal
12 Yapım şirketinin yöneticisi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi lisans, Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri Yüksek Lisans diplomalarına sahip. Cosmopolitan dergisinde Seks ve İlişkiler üzerine yazıyor, Kadıköy Life ve Tourmag dergisilerinde konuk yazar olarak röportajlar yapıyor.