Günümüz bohem aydınlarına açık mektup

Kimi farkında her şeyin, biliyor başına geleceği, kimi toz pembe hayallerde hala. Günümüz bohem aydınlarına açık mektup…

Günümüz bohem aydınlarına açık mektup

Dünyanın kötü bir yer haline geldiği gerçeğini kabul etmeyen var mı? Sokakta çevireceğiniz insanların hemen hiçbirinin mutlu olmadığını görmek çok mu zor?

Yaşam dolu insan sayısı yaşama isteğini yitiren insan adedinin yanında devede kulak kalıyor. Trafikte, otobüste, okulda, iş yerinde insanlar barut gibi. Kimsenin kimseye tahammülü yok. Bencillik açgözlülük, para hırsı birer virüs gibi vücudumuzu günden güne eritiyor. Savaşlar, tecavüzler, yolsuzluklar… Kötü ama daha kötü olacak hepimiz biliyoruz.


Tabi, kimi farkında her şeyin, biliyor başına geleceği, kimi toz pembe hayallerde hala. Zaten burada sözüm farkında olanlar için olacak. Peki farkında olan daha mı üstün daha mı aydınlanmış? Belki öyle belki de değil. Bunu bilmiyorum. Ama kesin olarak bildiğim bir şey var: Çok daha mutsuzlar! “Bilmemek mutluluktur” sözünün vücut bulmuş halleri olarak aramızda dolaşıyorlar. Hem kendileri bir şey elde etmiyor bundan hem de çevreleri bütün negatifliğe doğrudan maruz kalıyor.

Hayatı böyle bohem böyle çaresiz sürdürmenin imkansız olduğu gerçeği çıkıyor önümüze.

Her halinden memnun olmayanın intihar etmesi gerektiği gibi sığ bir yaklaşım hüküm buluyor ki, evlerden ırak! Tek düşündüğüm, en ufak şeyden mutlu olmasını bilmek gerektiği. Bundan başka çaresi varsa da bilmiyorum bu durumun. Bir kedinin miyavlaması kalbinize öyle dokunmalı ki, bir çocuğun çığlığı sizi kendinizden geçirmeli yahut sevgilinin bir öpüşü sanki dünyayı kurtarmışsınızcasına mutlu etmeli sizi. Aç birini tek seferlik bile doyurmanız doyasıya sevindirmeli. Sevindirmeli ki yaşam olsun, sevindirmeli ki şevk olsun, azim olsun, umut olsun. Öyle az değil ha, tek bir merhaba duyunca içinden “İşte bu merhabayla kurtaracağız dünyayı” diyecek kadar umut hem de!

Merhaba demekle başla!

Olan biteni gören insan mutsuz olarak hem kendi ömrünü boşa geçiriyor hem de fikirlerine dair en ufak kıvılcım dahi paylaşmadan göçüp gidiyor. Yani sizin anlayacağınız: Yine kötüler kazanıyor. Hele bir de “Bu dünya beni anlamıyor” deyip kabuklarına çekiliyorlar ya… Korkak, bencil ve beceriksiz insanlar onlar! Korkaklar çünkü umut etmek cesaret ister. Benciller çünkü farkında oldukları halde kendi mutsuzluklarını bahane edip çıkıyorlar oyunun içinden. Beceriksizler çünkü harekete geçemiyorlar. Oysa orada çabalayan milyonlar var ve tek ihtiyaçları fazladan bir omuz.


Umudunuzun daim olduğu bir gelecekte aslında fikren düşündüğünüz ama gerçekleştirmeye yeltenemeyecek kadar korkak ve “mutsuz” olduğunuz her şey var!

“Aydın” kişi! Belki de bohemliğinden sıyrılarak gülümseyip bir “merhaba” deme zamanı gelmiştir, ha? Ne dersin?

Pembe gözlüklerin getirdiği mutluluklar

Türk Aydınının Taşra ile İmtihanı: Kış Uykusu


Yaban romanından bugüne: Görmezden geldiğimiz insanlar


Tayfun Yıldız
1997 yılının Mart ayında İstanbul’da doğdum. İki çocuklu bir ailenin büyük çocuğuyum. Çocukluğumu İstanbul’da nadir yeşil kalan yerlerden olan Çengelköy’de geçirdim. Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesi'nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumaya hak kazandım. Avrupa Hukuk Öğrencileri Derneği'nde aktif şekilde görev almaktayım. Kendimi gezgin olarak nitelemek yanlış olmayacaktır sanırım. Şimdilik 9 ülke 15 şehirle bir başlangıç yaptığım söylenebilir. Zira hayata dair hedeflerim arasında her kıtaya gitmek var, Antarktika dahil. Gelecekte hayatıma bir avukat ve yazar olarak devam etmek istiyorum.