Otoriter rejimlere doğru birey, toplum ve sınıf

İşçilerin kitlesel hareketliliği ve başkaldırıları her zaman iktidarlar ve sermaye için büyük sorun ve büyük korku olmuştur. Çünkü işçi kitlesi, diğer emekçi sınıfların tüm korkularını giderecek niceliği sağlayacak tek kitledir.

Otoriter rejimlere doğru birey, toplum ve sınıf

Toplumdaki kaos ve adaletsizlikler ile birey

Toplumu oluşturan her bireyin, toplumsal olarak yaşanan her olumsuz olayı ve olguyu sadece birey açıdan değerlendirmesi demek, toplumdaki kaos ya da adaletsizlikleri ancak kendisine ilişkin bir olumsuzluğa neden olduğunda anlayabilmesi demektir.

Duyarlılığın yok olması, yararcılığın ve teslim alınmışlığın yaşam biçimi haline gelmesi bundandır. Bu tür anlayış kimi iş alanları ve iş kollarında zaten varlık ve işleyiş gereği daha kolay zemin bulur.


Örneğin ilginç biçimde tam tersi düşünülen üniversiteler, yararcılığın ve teslim alınmışlığın en yüksek olduğu, bireyciliğin en sistematik işlevsel olduğu yerlerdir. Çünkü yükselme, yarışma ve paye elde etme gibi işleyişi olan alanlar ve kurumlar da kolektivist tutum ve tavır kolay değildir.

Üstelik bir de buna bilim ile toplum ve üretim ilişkilerinin ayrıştırılmış olması gibi bir modeli eklerseniz durum Türkiye’de olduğu gibidir.

Köylü, işsiz ve emeklinin ücret ve maaşları

Keza köy toplumlarının, diğer memuriyet alanlarının ve küçük burjuva diye tabir edilen üretim araçların üzerinde söz sahibi olmayan ama üretim ilişkilerinin bir yerlerinde konuşlandırılmış olan dar gelirli, mevsimlik ve hazineden geçinmeli kitlelerin çabuk teslim alınmasını kolaylaştırır.

Yani son tahlilde doktorun, öğretmenin, mühendisin yani bir anlamda emekçi ama emeğinin karşılığı olan ücreti diğer emekçi sınıf içinde yer alan kesime göre statü ve kazanç farklılığı gösteren toplulukların ise ülkedeki kaos ve adaletsizlik olgularına ilişkin tutum ve tavırlarını belirleyecek olan şey, iş ve kazançlarını yitirip yitirmeme ile ilgilidir.

Keza köylünün az da olsa ürününü paraya çevirip çevirmemesi ile yine köylü, işsiz ve emeklinin cüzi de olsa değişen oranlarda sadaka niteliğindeki ücret ve maaşları onların yönetenler tarafından kontrol edilebilirliğini sağlayan etkenler olarak karşımıza çıkar.

İşsizler ve serbest çalışanların ölçütleri ise aç kalıp kalmamaları ile ilgili olarak değişse de bu değişim asla olay ve olgulara müdahil olacak düzeyde olamaz. Çünkü düşkünlük ve düşkün olma olasılığı akıl tutulması ve sürekli aşılması gereken en büyük müşküldür.

Bu anlamda geriye emekçi sınıfının “işçi” karakteri belirgin olanları kalır ki orada da durumu kontrol etmenin yöntemleri vardır.


Emekçi sınıf ve işçi kitlesi

Emekçi sınıfının içindeki işçi kitlesinin özelliği üretim araçlarına yakınlığıdır. Üretim araçlarına bu kadar yakın olup üretim ilişkilerinden en fazla olumsuz etkilenen sınıf emekçi sınıfının işçi karakteri için geçerlidir. Toprak işçisi, tarım işçisi, mevsimlik işçi ama illa ki fabrika işçisi için durum tam olarak budur. Birbirine fiilen bu kadar yakın durmak konumunda olan tek işçi sınıfı büyük işletmelerdeki işçi kitlesine mahsustur. Birlikte geçirilen zamanın onlara birbirlerinin aynısı olma farkındalığını kazandırır.

Bu psiko-sosyal etken bir ülkedeki kaos ve adaletsizliğin varlığına ilişkin müdahil olma durumunu da beraberinde getirir. Çünkü onlar için ölçüt kendisi değil kendisinin aynısı olarak gördükleri diğerleri için de geçerlidir. Kollektivizmin nesnel koşulları emekçi sınıfın içinde yer alan büyük işletmelerdeki işçi kitleselliği üzerinde daha belirgindir. Sermaye karşıtlığı zemininin oluştuğu sosyal alan, üretim araçları mülkiyetinin doğurduğu artı değer sömürüsünün en şiddetli algılandığı yer olması ile doğrudan ilgilidir. Çünkü her biri birer kar aracı ve metasıdır. Ve her biri birbirinin aynısıdır.

İşte bu da onları farklı kılan en önemli özelliktir ve dolayısıyla birisi için harekete geçirici olabilecek, reaksiyoner tavır aslında hepsi için geçerli olan şeydir.

Ama işçi kitlesinin bir “sınıf” olması yetmez. Esas olarak sınıf bilinci algısı içinde olması gerekir. Bunu yaratacak olan da işçi sınıfı örgütlerinin örgütlülüğü ve nitelikleridir.

Dünyadaki bütün dikta heveslisi otoriter rejimlerin kurulması, sürdürülmesi elbette korku ve sindirmeye dayalı şiddet ve ceza uygulamalarını gerekli kılmıştır. Ama asıl iş bundan önce ve bununla beraber halk sessizliğini değil, halk taraftarlığını da amaçlayan bağımlı kılma, yoksun bırakma, sadakaya bağlama, tembelleştirerek muhtaç hale getirme ve bireycileşmiş kitlesellikler oluşturma gibi yöntem ve teknikleri de kullanarak başarılı olmuşlardır. Bu yapılanmalarda dini ve milli/etnik duygu ve düşünceleri araçsallaştırarak kullanmanın etkili teknikleri ise asla göz ardı etmemek gerekir.

Burada tek istisna emekçi sınıf içindeki işçi kitlesi ile ilgilidir.İşçilerin kitlesel hareketliliği ve başkaldırıları her zaman iktidarlar ve sermaye için büyük sorun ve büyük korku olmuştur. Çünkü işçi kitlesi diğer emekçi sınıfların tüm korkularını giderecek niceliği sağlayacak tek kitledir.

Kapitalizmin sanayide makineleşme ve işçi koalisyonu ile yine sarı sendika örgütlemeciliği yanında yönetenlerin baskıcı tutumu, dini, milli ve etnik ayrımcılık politikalarını bir araya getirdiğimizde kayıtsızlığın nitel ve nicel matematiği de ortaya çıkmaktadır.

Emekçi sınıfı ve bu sınıfın içinde yer alan en büyük güç olan işçi kitlesi demokrasilerin de gelir dağılımındaki adaletsizliklerin de laikliğin ve hatta devrimlerin de güvencesi olan sınıfın güvenilir niceliğidir. Nicelik sanıldığı gibi sadece sayıdan ibaret değildir.


Homojen toplumdan karmaşık topluma: Değerlerin yok oluşu