Belirsizlikler Tüneli: Kim suçlu kim masum?

Sanki dünyayı almışlar ve gece gibi karanlık bir tünelin içine sıkıştırmışlar. Kim suçlu, kim masum; kim iyi, kim kötü; kim öldü, kim sağ kaldı; kim yalan söylüyor, kim doğru söylüyor belirsiz. Ama bildiğim tek şey var ki bir şeyler dönüyor bu tünelde ve bu belirsizliklerden kurtulmanın tek yolu vicdanımızı kaybetmeden, aklımızı yitirmeden bir an önce çıkışa ulaşmak…

Belirsizlikler Tüneli: Kim suçlu kim masum; kim iyi kim kötü?

Her geçen gün bu tünelde biraz daha vicdanımızı kaybediyoruz. Kimsenin kimseye güveni kalmadı. İnsanlar birbirlerinden korkuyor. Hele ki bizden farklıysa, cebinde farklı bir kimlik taşıyorsa potansiyel tehlike olarak görüyoruz.

Mesela sırf Suriyeli olduğu için küçücük bir çocuğun yanından ‘bi de bunlar doldurdu ülkeyi’ diye söylenerek geçenlerimiz de oluyor, yetmiyor ‘ülkeyi zaten bunlar karıştırıyorlar’ deyip ülkede olan biten ne kadar olumsuzluk varsa kin dolu sözcüklerle küçücük bir bedene yükleyenler de oluyor. Sonra yine o kin saçan ağızlar Halep’te ölen onlarca çocuğa bakıyor ‘tüh’ diyor ‘vah’ diyor ‘yardım edin, birileri bir şeyler yapsın’ diyor. İşte bu tünel bizlere ikiyüzlü olmayı da öğretiyor…


Bu tünelde ölümler de faili meçhul. Ne katil belli ne maktül belli… Her an ihanet, sırtınızdan vurulma, ölüm gibi kötü sürprizler sizi bekliyor. Tacize, tecavüze, şiddete maruz kalmak an meselesi. Tecavüze uğradığı için taşlanarak öldürülenler bile var. Suçlular suçsuz, suçsuzlar suçlu oluyor bu tünelde! Öyle karanlık ve uzun ki gün yüzüne hasret bırakıyor. Kendi ışığınızla çıkışa ulaşırsanız ne ala…


Bunca belirsizlik arasında vicdanını koruyabilmek bile mesele!

Yolda düşen bir adam… Yanından geçenler bakmıyor bile. Adamın yanına doğru yaklaşırken o an kafamda insanların neden yardım etmediğini sorguluyorum. Sarhoş olabileceğini ve insanların bu yüzden yanından geçip gitme ihtimalini düşünüyorum. Ardından akli dengesi yok, kendince bir şeyler mi yapıyor acaba diye düşünüyorum.

Sonra bunları düşünürken ‘neyi sorguluyorum ben?’ diye biraz da kendime kızarak giriyorum adamın koluna. Yüzüne bakıyorum burnunun etrafında kan var. 112’yi aramayı düşünüyorum ama adam ‘iyiyim, gerek yok’ diyor. Hasta olduğunu ilaç alamadığını o yüzden selpak sattığını söylüyor. İlacını almayı teklif ediyorum onu da istemiyor. Tekrar ve daha dikkatlice yüzüne bakıyorum. Dikkatlice bakınca kanın burnundan gelmediğini anlıyorum. Dudaklarında ve ağız çevresinde de herhangi bir yara yok. Belli ki o kan özellikle sürüldü ve ben tongaya geldim. Yine de belli etmedim anladığımı sessizce uzaklaşmayı tercih ettim. Dedim ya bu tünelde yalan söyleyen de doğru söyleyen de belirsiz…

Tünelin içi bombok vaziyette!


Yani tünelin ucu nereye çıkar bilmem ama içi bombok vaziyette! Bu yüzden en az vicdan kaybıyla, en az insan kaybıyla, güzellikleri daha fazla yitirmeden, fitneye fesatlıklara geçit vermeden, kötü olan kim varsa ve ne varsa kendimizden uzak tutarak, karanlıkta kaybolmadan gün yüzüne çıkmak lazım…

Türkiye nasıl bir iç savaşa sürükleniyor? Ne yapmalı?

Sorgulamak üzerine bir öykü: Yaşamak neydi?