Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden olan 5 Aralık 1934’te kadının milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınması… Bu devrimler içinde, kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşaması olarak görülüyor. Peki aradan geçen 82 yıl, Türkiye’deki kadınları nereye getirdi?
1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını “şeriat” zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile, Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların iade edilmesinin temeli oluşmuştur. Artık kadın güçlenmeye, kişiliğini bulmaya başlamış ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır.
1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır.
1930’lu yıllarda kadının yasa ile aldığı haklar
Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkının Tanınması, 1930’larda, Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınların siyasi haklarını kazanması için gerekli yasaların çıkarılmasını ifade eder. Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkını elde etmesi; toplumsal hayatta gerçekleşen Atatürk Devrimleri’nden birisidir.
- 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma, sonra köylerde muhtar olma ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanınan kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakları, 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile tanındı.
- Kadınların belediye seçimlerinde seçme ve aday olma hakkı 3 Nisan 1930’da Belediye Kanunu’nun kabul edilmesiyle tanındı.
- Kadınlar siyasal haklarını ilk kez 1930 yılındaki Belediye seçimlerinde kullandılar. Seçimler, Eylül başından Ekim’in 20’sine kadar sürdü. Şehir meclislerine girebilen kadınlar arasında İzmir seçimlerinde Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nın iki kadın adayı olan Hasane Nalan ve Benal Nevzat Hanımlar ile, İstanbul seçimlerinde CHF adayı olan Rana Sani Yaver (Eminönü), Seniye İsmail Hanım (Beykoz), Ayşe Remzi Hanım (Beyoğlu), Nakiye (Beyoğlu), Latife Bekir (Beyoğlu) Hanımlar vardır.
- Köy Kanunu’nun 20. Maddesinin değiştirilmesine dair 26 Ekim 1933 tarihli ve 2329 sayılı kanunun çıkarılmasıyla; kadınların köy muhtar ve heyetlerine seçilme hakkı tanındı.
- Aydın’ın Çine ilçesine bağlı Demirdere köyünde (Bugünkü Karpuzlu ilçesi) yaklaşık 500 oy alarak seçimi kazanan Gül Esin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın muhtarı oldu.
Türkiye’deki kadınlar milletvekili olabilmek için ilk adımı 1923’te atmışlardı
Bu adım, kadınların 1923 yılında Nezihe Muhiddin önderliğinde ilk kadın partisi “Kadınlar Halk Fırkası”nı kurma isteğidir. Fakat 1909 Seçim Kanunu sebebiyle bu parti kurma girişimi, Kadınlar Halk Fırkası’nın Türk Kadınlar Birliği adlı derneğe dönüşmesi ile sonuçlanmıştı.
1924 anayasası hazırlanırken kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olması gündeme geldi ancak TBMM genel kurulunda bu hakların yalnızca erkeklere tanınması fikri ağır bastığından kadınlar siyasal haklar sağlayamadılar.
Gerekli yasal değişiklik 1934 yılında Başbakan İsmet İnönü ve 191 milletvekilinin sunduğu Anayasa ve Seçim Kanununda değişiklik yapılmasını öngören yasa önerisi sonucu gerçekleşti. Öneri, 5 Aralık 1934’te Mecliste görüşüldü.
Yapılan oylamada, 317 üyeli Meclis’te, oylamaya katılan 258 milletvekilinin tamamının oyuyla değişiklik önerisi kabul edildi
- Anayasanın 10. ve 11. Maddeleri değiştirilerek her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verildi. Bu anayasa değişiklikleri çerçevesinde İntibah-ı Mebusan Kanunu (Milletvekili Seçimi Kanunu)’nda 11 Aralık 1934’de yapılan değişiklikler sonucu anayasada tanınan haklar seçim kanunuyla da düzenlendi.
Yasanın çıkmasının ardından 7 Aralık 1934’te, Türk Kadınlar Birliği İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda büyük bir kutlama mitingi ve Beyazıt’tan Taksim’e bir yürüyüş düzenledi.
Türkiye’de kadınların katıldığı ilk genel seçimleri, 8 Şubat 1935 yılında yapılan TBMM 5. dönem seçimleridir. Bu seçimlerde 17 kadın milletvekili TBMM’ye girdi. 1936 yılı başında boşalan milletvekillikleri için yapılan ara seçimnde emekli öğretmen Hatice Özgenel’in Çankırı milletvekili olarak seçilmesiyle meclisteki kadın milletvekili sayısı 18’e çıktı.
Atatürk’ün Kadın Hakları Konusundaki görüşleri
Atatürk’ün Kadın Hakları Konusundaki görüşleri ve gerçekleştirdikleri, bugün dünya aydınlarının ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı ‘nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler, Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur.
Atatürk, Cumhuriyet’ in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923 ‘de şöyle sesleniyor:
“Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.”
Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk’ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşı’ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya’ da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getiriyor.
“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”
Atatürk’ün 30 Mart 1923′ de Vakit Gazetesi’nde yayınlanan bir beyanatındaki seslenişi
“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça öteki yarısı göklere yükselebilsin?”
Türkler tarih boyunca, babaerkil denilen aile yapısını gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk, milletin geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı, bir duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olmuştur.
Kadınların giysi seçimleri ve davranışları Atatürk’ ün üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk, 1 Eylül 1925′ de İkdam Gazetesi’nde yayınlanan bir beyanatında şöyle diyor:
“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başında bir bez, peştemal veya buna benzer birşeyler asararak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır”.
Bugün 2016 yılında, aradan geçen 82 yılda kadın, kadın olma bilincini, sorumluluğunu ne derece taşıyabildi?
Cumhuriyet projelerinden Atatürk devrimlerinin en önemlisi olarak gördüğüm kadına seçme ve seçilme hakkının tanınması ve anayasada kabulü, kadına bundan 82 yıl önce onurunun da kazandırıldığı bir tarih…
Bugün tüm İslam coğrafyası içinde laikliği benimsemiş ve ilke edinmiş bir ulus olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, kadınlarına verdiği değeri batıdan doğuya göğsünü gere gere ilan ettiği tarih. Peki 82 yıl sonra bugün kadın, Atatürk’ün amaçladığı, kadın kimliğini kullanabiliyor mu ve O’nun istediği, hayal ettiği gibi bağımsız, özgür, özgüvenli kadın olabildi mi?
Kadın, kendi değerinin farkında olmayı ve birey olarak ben de buradayım, yasalarca da kazandığım 82 yıl önce tanınan bu hakkı sonuna kadar kullanabiliyorum diyor mu?
Kadın, TBMM’inde 82 yıl sonra nasıl?
Kadın, evinde, ailesinde, okulda, sokakta nasıl?
Yaşamdaki en önemli değerlerden biri olarak bugün kadın her kesimde, kızını ve oğlunu yetiştirirken kendindeki özgüveni, barışı, özgürlüğü, birey olma bilincini, insan olma sorumluluğunu çocuklarına ne derece verebiliyor?
Kadın-erkek eşitliğinin bile hala tartışıldığı günümüzde kadın bu eşitliği nasıl görüyor ve evinde nasıl davranıyor?
Peki ya iş yaşamında nasıl kadın?
82 yıl sonra bugün kadın, kadın olma onurunu, seçme ve seçilme hakkınının gerçek önemini biliyor olsaydı toplumumuzda köyünden kentine, doğusundan batısına çok daha farklı bir Türkiye profili görüyor olurduk. Oysa bugünkü Türkiye’ye baktığımızda yaşadığımız ve gördüğümüz tüm olumsuzluklarda kadın olarak çok büyük sorumluluğumuz olduğu bilincinin farkında olmalıyız.
Bugün kadın, yürümesinden, araç kullanmasına, iş yaşamında taciz edilmesinden, evinde yediği dayağa, bastırılmış, susturulmuş, köle misali kullanılmasına, söz hakkının olmamasına, kızının ezilmesine, oğlunun pohpohlanmasına kadar pek çok sorunun kaynağıdır ve çözüm yine kendisindedir.
Kendi hakkına sahip çıkamamış, karşı çıkmayı bilememiş, yaşadığını kaderden bilmiş, korkuyla ezilmiş, baskıyla kapanmış, kapandıkça yok olmuş kadın, bugünkü Türkiye profilinin de yaratıcısıdır.
Ne zamanki değerinin, kadınlığının, gücünün farkına varır, kendisine verilmiş yaşamın tüm sorumluluklarını kendi isteğiyle seçer, okur, düşünür; işte o zaman o kadının yaşamının da bir anlamı olur.
Kendisine ve yaşama; aslında kendisinin olan hediyeyi hatırlatan, Cumhuriyetimizin kurucusunun hayalini kurduğu Türkiye’yi verebilir.
Ve son olarak Atatürk, sözleriyle bir kez daha Türk kadınına o günden bugüne sesleniyor:
“Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”.
Bozkırda açan çiçek Türk Kadını soldu mu?