Dünya kendi ekseni etrafında dönerken, gece gündüze art arda dönüşürken sarsıcı, dram dolu haberler de peş peşe bizleri kalbimizden vurmaya devam ediyor. Dünyada korku ile sevginin kadim savaşı devam ediyor. Korkuyu mu yoksa sevgiyi mi seçeceğiz? Kutuplaşmaya dur diyelim!
Dünyada korku ile sevginin kadim savaşı
Aslında yaşadığımız bu kaosa yükselip en tepeden baktığımızda tüm detaylarıyla büyük resmi görebiliriz: Dünyada, korku ile sevginin kadim savaşı tekrarlanıyor. Ülkemiz de bu savaştan nasibini alıyor. Bir yanda acılar, gözyaşları, çığlıklar, inlemeler, haykırışlar, biten hayatlar, nefret, intikam, lanet okumalar diğer yanda hayatın devam ettiği gerçeği, geride kalanların metaneti, kahpeliğe inat onurlu ve başı dik duran ciğeri yanmış analar, bilenmiş körpe yavrular…
Korkuyu mu yoksa sevgiyi mi seçeceğiz?
Evet, bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, canımız yanıyor ama kurban psikolojisi içinde elimiz yüreğimizde, korkunun esir aldığı aciz varlıklar olarak dizimizi dövüp ağlayacak mıyız yoksa umutlarımızı yeniden yeşertip kim olduğumuzu, ecdadımızı hatırlayıp düştüğümüz yerden kalkarak gözümün yaşını silip yolumuzda yürümeye devam edecek miyiz?
Yani korkuyu mu yoksa sevgiyi mi seçeceğiz? Biz insanlar için gerçekte yalnızca iki duygu vardır. Her insanın düşüncesi, her insan eylemi ya sevgiden ya da korkudan kaynaklanır. Bu iki ana başlığın altında diğer tüm duygular toplanır ve ayrışır. Korku karanlıktır ve daima vardır. Sevgi ışıktır ve o da daima vardır. Eğer biz ışık yakarsak karanlık kendiliğinden kaybolur.
Martin Luther King, Jr.’ın dediği gibi “Karanlık karanlığı uzaklaştıramaz; bunu ancak ışık yapabilir. Nefret nefreti uzaklaştıramaz; bunu ancak sevgi yapabilir.” Şiddet ve saldırganlık ile değil, sevginin kudreti ile yürüyerek çevremizin kaotik ve düşük frekanslı halini huzura ve yükselmiş frekansa dönüştürebiliriz.
Düzenin, uyumun, güzelliğin frekansını ancak biz bilinçli olarak irademizle odaklanarak tezahür ettirebiliriz. Kurban programını seçmek, zihinde yaşamak kolaydır; ama gücümüzü elimize almak çaba ve enerji gerektirir. Bize yakışan zor olanı başarmaktır.
Hayat güzeldir
İtalyan yönetmen Roberto Benigni’in yönettiği 1997 yapımı İtalyan drama filmi Hayat Güzeldir’i hepimiz biliriz. Bu film, II. Dünya Savaşı zamanında karısı ve oğlu ile birlikte Yahudi kamplarına götürülen Yahudi bir babanın ve peşinden giden İtalyan bir annenin dramını anlatır. Filmde fedakar baba Guido, Nazi asker ve subaylarından küçük çocuğu Giosue’yi koruyabilmek için toplama kampını bir oyun gibi gösterir, oyunu kurallarına uygun oynayıp galip gelirlerse büyük ödüle sahip olacaklarını söyler. Yaşanan her felaketi oynadıkları oyunun bir parçası gibi gösterir.
Alman subayların söylediklerini oğluna tercüme etmek yerine, çocuğunun mutlu olacağı kelimeleri seçer ve İtalyanca olarak oynattığı oyunun kurgusuna uygun olarak nakleder. Savaş bitip Amerikan askerleri kampı ele geçirince, Giosue babasına söz verdiği gibi saklandığı dolaptan çıkar. Tank ile kampa gelen Amerikan askerleri Giosue’yi kurtarır. Böylece sadece 4.5 yaşında küçük, masum bir çocuk olan Giosue bir toplama kampında, babasının oyun haline getirdiği felaketten büyük bir mucize eseri kurtulmuş olur.
Babası, yüreğinde hiç eksiltmediği yoğun ve saf haldeki sevgi ve fedakârlık ile yavrusunu korumuştur. Guido’nun bakış açısı, umudunu asla kaybetmeyişi, yavrusuna olan sevgisi bize şunu öğretmektedir: Her şartta hayatın muhakkak tutulacak bir yanı vardır yeter ki umut olsun. Guido, zor olanı seçmiştir. Sevgiyi seçmiştir. Korkuya sırtını dönmüştür. Işığını yayarak karanlığı boğmuştur. Oğlunun hayatta kalmasını sağlayarak sevginin zaferini göstermiştir.
Şu anda da benzer bir savaşın içindeyiz
Hepimizin bildiği gibi, bundan 10 yıl önce, Cumhurbaşkanı Gül, İsrail Cumhurbaşkanı Peres ve Filistin Yönetimi Başkanı Abbas, Filistin, Türkiye ve İsrail Arasında Ekonomik İşbirliği için Ankara Forumu çerçevesinde Çankaya Köşkü’nde buluşmuşlardı. İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres de, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bütün önemli olayların siyasi değil ekonomik alanda meydana geldiğini belirterek “Ekonomik lokomotif, askeri tanktan önemli bir rol oynuyor” ifadesini kullanmıştı.
Artık savaşlar topla tüfekle değil; kağıtla, kalemle olmaktadır.
İşte, şu anda da ülkemizde yaşanan tam olarak budur. Tankla, topla tüfekle er meydanında şerefli bir şekilde savaşmak yerine şehirlerde bomba patlatılarak, masumların üzerine kiralık katiller salınarak, döviz kuruyla oynanarak ülkemiz dize getirilmeye çalışılmaktadır.
Medeniyetlerin beşiği Anadolu toprakları üzerinde oynanan bu kirli oyunlara defalarca maruz kalan milletimizin her defasında alnının akıyla dimdik galip geldiği bir gerçektir. Tarihi yeniden yazmak için hepimizin bu oyunlara kayıtsız kalmamamız gerekmektedir. Her Türk ferdi, aklını başına toplamalı, ölüm uykusundan uyanmalıdır. Milli düşünmesini öğrenerek, bunu hayatımıza tatbik ederek Kurtuluş Savaşı ruhunu uyandırabiliriz.
Milli düşünmek ise birlik bilincine uyanmak ile mümkün olabilir. Atatürk, Nutuk’ta, bir milletin yaşamasının ve mutluluğunun ancak, gayelerinde ve gayelerinin gerçekleştirilmesinde tam bir birlik halinde bulunmasına bağlı olduğunu boşuna dile getirmemiştir. Atamız bunları ifade ederek, nice buhranlı zamanlar yaşayan Türk Milleti’ne olan sonsuz güvenini vurgulamıştır.
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!
Sir Alexandre Dumas‘ın Üç Silahşörler romanında dile getirdiği ve bugün İsviçre’nin Latince “Unus pro omnibüs, omnes pro uno” şeklinde sahip çıktığı ulusal sloganı olan “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” şeklindeki bilincin uyanması ile dışarıya karşı tek yürek, tek bilek olabiliriz.
Bütünlük bilincine ulaşabilmek için tüm bunlara ek olarak, “Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz. Nehirler kendi suyunu içemez. Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez. Güneş kendisi için ısıtmaz. Ay kendisi için parlamaz. Çiçekler kendileri için kokmaz. Toprak kendisi için doğurmaz. Rüzgar kendisi için esmez. Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz. Doğanın anayasasında ilk madde şudur:Her şey birbiri için yaşar! Birbiri için yaşamak, doğanın kanunudur…” diyen eski bir şaman öğretisinin içinde gizli anlayışı da özümsemeliyiz. Eski çağlarda yürürlükte olan bu anlayış, birliği anlatır:
“Ben, biz olduğumuz zaman ben olurum.”
“Ben, ben olduğum için sen, sensin.”
Kutuplaşmaya dur diyelim!
Sadece sevgiyi seçip ışığımızı yayarak, umuda tutunarak, bütünlükten güç alarak kenetlendiğimizde bizi hiçbir dış gücün yıkamayacağını ispatlayabiliriz. Bu nedenle, toplumsal kutuplaşmaya son vererek ayrı gayrıya dur demeliyiz. Yolumuz ışık olsun, rotamız sevgi olsun.