Varlığın içinde kaybolmak: Boşluğu anlamak… Hani bazen bir şey yaparken kendimizi fark ederiz ya kısa bir süreliğine düşünmek hatırımızdan çıkmıştır ve kendimizi o eylemin ortasında buluruz. Hatta farkına varınca dikkati dalgalandıran bir bocalama o kadife akışa pürüz getirir. Bu olağanlıkla es geçtiğimiz olguya bir mercekle bakalım…
Yaparken kendini fark etmek ne demek?
Bir an öncesinde kendinin farkında olmamak demek. Kendini fark, yani ayırt etmeme halinde olmak. Başka bir bakışla, bütünleşik halde olmak. Neyle bütünleşik? Öyle ki bunun ifadesine dahi yer olmayan bir bütün. Çünkü ‘bir’ olmayı düşünmek bile ancak iki’den söz edilirse mümkün. Öyle bir hal ki iki’nin, yani ayrımın düşüncesi ortada yok; dolayısıyla birliğin, bütünlüğün de. Bu yüzden buna bir isim vermeye mahal yok, çünkü dışında olup buna işaret etme durumu yok.
İşte bu hal, ayrı bir ben olarak olmadığın, yani sen’in, ayrılığın yok olduğu bu hal… Bu yüzden ekstrem sporlar, müzik, sanat, el işçiliği yapıyoruz. Bizi an’a getiren, benliği felç eden bu deneyimlerin peşine düşüyoruz. Ya öğrenilmişleri ezberden tekrarlamanın işe yaramadığı, an’da farkında olmak zorunda bırakan süreçler, ya da tam tersine, öyle monoton ki tekerrürün sürekliliği sayesinde beynin analize – yani ayrıştırmaya yarayan kısmını uyuşturan süreçler; iki türlü de devre dışı kalan zihnin bir işlevi.
Böylece tüm o uğraş sırasında bir yerlerde yok oluyoruz, bir oluyoruz. Ne düşünce kalıyor, ne dert. O sırada sadece AN oluyoruz. Geçmişimizin, düşünce alışkanlıklarının sonucu değil; bir yankı değil. Yaşayan bir ‘şey’.
O sırada o işi yapan AN oluyor, ya da o ‘şey’. İlahi bir yolculuk, varoluşsal bir deneyim. İbadet desek yeri. Kendimizi fark edip ‘Aa ne yapıyorum!’, ‘Ben bunu yapamıyor olmalıyım’ öğrenilmiş durumları devreye girdiği ansa bir bocalama.
Varlığın içine yok olma hali
Şimdi hangisi gerçek? Yapamadığımız mı? Yapabildiğimiz mi? Yoksa yapanın ‘ben’ diye adlandırdığımız kod olmadığı mı?
Aradığımız şey bence bu; balık da tutsak, aslanlarla da koşsak. Yaptığımız herhangi bir şeyde bize doyumu veren, bizi derinlemesine iyileştiren, dengeleyen o deneyim: varlığın içine yok olma hali… Peki ya aradığımızın, ihtiyacımız olanın bu olduğunu bilmiyorsak?
Eğer midemizdeki sancının açlıkla, yemek yeme ihtiyacıyla ilgili olduğunu öğrenmesek nasıl olurdu? O boşluğun sancısını tanıyıp kendimizi doyurabilecek yetkinliğe getirilmesek kendi kendimize çözmemiz pek kolay olmazdı herhalde.
Aynı şey bu ihtiyacımızla ilgili olarak da geçerli gibi geliyor bana. Tek fark bunu öğrenmek herkesin şahsına kalan bir mesele. Ve görünen kadarıyla bu konuda başarılı insan sayısı özellikle kalabalık sıkışmaların yaşandığı yerlerde fazla yüksek değil. İhtiyaç duyulan o kendini unutma hali daha ziyade alkol, uyuşturucu, kendini eğlenceye ve insana boğmak gibi şekillerde sağlanmaya çalışılıyor.
İhtiyaçlarımızı doğru anlamak ve onu tatmin edecek şeyleri bünyemize uygun olarak tespit etmek insan olmanın, aklın yetileri dahilinde. Öyleyse bunu bir düşünelim. Neyi, neden yapıyoruz? Ona devam etmeye bizi sevk eden ne? Bu sonucu elde etmenin başka yolları ne olabilir?
Bu sorgulamayı yapmak ve cevapların hayatın içinde kendini sunması için ucunu açık bırakmak bizi sandığımızdan daha katmanlı bir özgürleşmeye götürebilir. Ferahlıklar.