Avrupa’daki okullarda çok uzun bir süredir Creative Curriculum, Waldorf ya da Montessori gibi yeni eğitim felsefeleri uygulanıyor. Türkiye ise bu kavramlara henüz pek aşina değil. Çocuğun doğaya daha yakın olması ve bireyselliğini güçlendirmesini ön planda tutan bu müfredatları uygulayan Cansın Preschool’un kurucusu ve yöneticisi Selçuk Demirtaş ile konuştuk.
İnsanın kişiliğini ve geleceğini çocukluğu belirler
Çocukluğunu rekabet ortamında, doğadan uzak ve yaratıcılığını beslemeyen faaliyetlerle geçiren çocukların büyüdüklerinde beklendiği gibi başarılı bireyler olmaktansa psikolojik sorunlarla boğuştuğu artık görmezden gelinemiyor. Bugün Türkiye’de de klasik eğitimin bize doğru olarak gösterdiği yöntemler sorgulanıyor, alternatif yöntemler araştırılıyor.
Alt sınıflarda dayatılan ileri matematik dersleri çocuğun zekasını açıyor mu gerçekten? Her çocuk aynı konulara ilgi duymak ve öğrenmek zorunda mı? Şehir hayatı çocuklara ne öğretebilir? Mutlu ve kendine güvenen çocuklar yetiştirmek için neler yapmalı? Çocuğumun yaratıcılığını nasıl ortaya çıkartabilirim? Ceza ya da mükafatın çocuk eğitimindeki yeri nedir? Avrupa kökenli olsa da Köy Enstitüleri’nin eğitim sistemiyle büyük benzerlikler gösteren Creative Curriculum (yaratıcı müfredat), Waldorf ve Montessori pirensipleri tüm bu sorulara cevap verebilir.
Waldorf Pedegojisi nedir?
“Çocuğa saygı ile yaklaş, onu sevgi ile eğit ve onu özgürlüğüne bırak” (Rudolf Steiner – Waldorf Eğitim Felsefesi Kurucusu)
Felsefe ve doğu mistisizmi ile ilgilenen, 1861 doğumlu Avusturyalı bilim adamı ve eğitimci Rudolf Stiener‘in temellerini attığı Waldorf Pedegojisi’nde her çocuğun farklı bireysel özellikleri ve kendine göre farklı yetenekleri olduğu öngörülse de, kaynaştırma prensibi de bu felsefenin temel taşlarından biri. Waldorf okullarında sosyo ekonomik, ırksal ve dinsel temelleri ne olursa olsun bütün çocuklar beraber eğitim görülüyor.
Okulların her türlü ekonomik ve politik kontrolden bağımsız olması gerektiğine inanan bu eğitim sisteminin özgürlük anlayışı da haliyle devletten bağımsız, demokratik bir yapıya sahip olmak. Dolayısıyla din ya da doktrin üzerine olan konular Waldorf programında yer almıyor. Rekabetin ve hiyerarşinin doğru sonuçlar vermeyeceğine de inanılan sistemde okul müdürü, sınav ve karne de yok.
Yapı olarak doğa ile iç içe olunabilecek, doğanın sunduğu imkanlardan faydalanılabilecek yerlerde kurulması gereken bu sistemin Türkiye’deki şehirlerde uygulanması pek kolay olmasa da Uluslararası Waldorf Okulları’nın ülkemizde tanıdığı bir kurum var: 2008 yılında bir grup anne, baba ve eğitmen tarafından kurulan ‘Waldorf Girişimi İstanbul’, Almanya’dan gelen Waldorf pedagoglarının desteğiyle iki yıllık Waldorf Pedegojisi Eğitmen Eğitimi seminerleri veriyor, ayrıca çeşitli kentlerde anne – baba bilgilendirme toplantıları düzenliyor.
Waldorf Girişimi İstanbul‘da eğitim alan veli ve eğitmenlerce yürütülen az sayıdaki Waldorf okulu ve veli insiyatifleri İstanbul Nisan Anaokulu, İstanbul Momo Anaokulu, Bodrum İmece Oyun Grubu, İzmir Yaka Oyun Grubu ve Eskişehir Kiraz Ağacı Girişimi olarak sıralanabilir.
Montessori eğitim sistemi
“Eğitim, öğretmenlerin çocuklara sözcüklerle anlattıklarıyla değil çocukların fiziksel ve sosyal çevrede geçirdikleri yaşantılarla gerçekleşir” (Maria Montessori)
İtalyan kadın profesör Maria Montessori‘nin yüz yıl kadar önce ortaya koyduğu eğitim şekli temel olarak insana saygı ve yavaşlık prensiplerine dayanıyor. Ödül ya da cezanın, yetişkinler tarafından hazırlanmış eğitim programlarının, oyuncak, ders kitabı, defter ya da şekerlemelerin pek rağbet görmediği bu sistemi çocuklar şekillendirmiş.
Çocuğa tepeden inme müfredat ile değil de kendi yeteneklerine göre rehberlik etmenin doğru olduğunu savunan bu felsefe, Türkiye’de çeşitli seviyelerde birçok özel anaokulunda uygulanıyor. Milli Eğitimde ise bu sistem ilk defa pilot proje olarak Bahçelievler Yayla İlkokulu‘nda 2013 – 2014 Eğitim Öğretim yılı itibariyle uygulamaya başlandı.
Creative Curriculum nedir?
Çocuk gelişimindeki en son araştırmaların ışığında oluşturulmuş bu eğitim sistemi de her çocuğun farklı olduğunu ve bu yüzden çocuğun eğitime değil, eğitimin çocuğa adapte edilmesi gerektiğini savunuyor. Üç yıldır müfredatlarını Creative Curriculum prensiplerine göre temellendiren Cansın Preschool‘un yöneticisi Selçuk Demirtaş sorularımızı yanıtladı.
Röportaj: Selçuk Demirtaş
Ana okulunuzda uyguladığınız sistemi anlatır mısınız? Eğitimdeki önceliğiniz nedir?
Geleneksel eğitim modellerinde öğretmek esastır, ama özellikle okul öncesi dönemde başarı odaklı olmak ve akademik hedefler belirlemek çocuklarımızı mutsuz eder. Bizler Cansın Preschool’da öğrenmeyi öğretecek, özgür ve yaratıcı bir ortam ve müfredat yaratmanın doğru olduğuna inanıyoruz. Her çocuk farklı ve saygı duyulması gereken bir birey.
Bu tür eğitim felsefelerinin önde gelenleri de bizim öncelik verdiğimiz sistem Creative Curriculum. Benim oluşturduğum eğitim felsefesiyle Cansın Preschool’un bulunduğu konuma, demografik verilere ve aile yapısına bağlı olarak Waldorf ve Montessori eğitim modelinin öğelerini de uyguluyoruz. Nadiren de olsa da High Scope uygulamalarını da kullanıyoruz. Mesela High Scope prensibiyle bazen çocukların okul yönetimi ve eğitim konularında katılımlarını sağlıyoruz.
Okulumuzda başka bir amacımız da cinsiyetsiz bir okul yaratmak. Yani kesinlikle erkek ve kız çocuk ayırımını yapmıyoruz.
Her çocuğun farklılığına saygı duyulması
Bunlar bizim için çok yeni kavramlar. Biraz açıklar mısınız?
Çocuğu tanımanın dışında aile ve yaşam çevresinin de çok iyi anlaşılması ve bu çevrelerle çok sıkı iş birliği yapılması gerekmektedir. İşte tam da bu değişkenlikler içinde Creative Curriculum bu zamana, mekana ve bireye uygun çözümler sunuyor. Creative Curriculum’un temeli her çocuğun farklı olduğunu ve buna saygı duyulması üzerine kurulmuştur.
Okulumuzda yabancı öğrencilerin varlığı da bizim farklılıklara verdiğimiz önemi ve saygıyı pekiştiren diğer temel ögedir.
Bu prensiplerin geleneksel eğitim sistemimize tercih edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz yani.
Dünya değişiyor, dolayısıyla bireyin bu toplumdaki algısı ve algılanması da değişiyor. Bunca bağımlı, bağımsız değişkenin ışığında haliyle hem eğitim sistemi, hem de bireyin bilinçaltı ve bilincinin oluştuğu okul öncesi döneme dair bakış açıları değişiyor.
Eğitimde nerede yanlış yapılıyor?
Geleneksel okul öncesi eğitimdeki yanlışlar nelerdir sizce?
Ülkemizde geleneksel okul öncesi eğitiminin temel problemi çocuğa “saygı” duymamaktan kaynaklanmakta. Hepimiz farklıyız, çocuklarımız da. Onları kalıplara sokmaya ve tek formatta yetiştirmeye çalışmak mutsuzlaştırıyor ve yaratıcılıklarını yok ediyor. Hepimiz çocukları seviyoruz ve onlara iyi bir gelecek hazırlamak istiyoruz ama onlara saygı duymadan ve anlamadan ilerlemek mümkün değil. Ödül ve ceza üzerine kurulmuş tehditkar yaklaşımlar da diğer ciddi problemlerin başında geliyor. Ayrıca her çocuğa aynı eğitimi vermektense onların yetenekleri, eğilimleri, arzuladığı meslekler çok önceden fark edilmeli ve desteklenmeli.
Türkiye’deki aileler ve eğitimciler ne kadar tanıyor bu kavramları?
Bu bahsettiğim eğitim felsefeleri ve terimler ülkemizde pek tanınmıyor. Okul öncesi eğitimi almış öğretmenlerle yaptığım görüşmelerde bu terimleri duyduklarını ama derin bilgileri olmadıklarını görüyorum. Eğitim seviyesinin yüksek ve dünya görüşünün geniş olduğu bölgelerde bu terimlerin farkındalığı var.
“Şu an Türkiye’de uygulanan eğitim sisteminin tam tersi”
Türkiye de bu eğitim prensiplerinin uygulanabilirliği nedir peki?
Batılı ülkelerde geliştirilmiş okul öncesi eğitim felsefelerini incelediğimizde, ülkemizdeki uygulanış yöntemleri ve sonuçlarında sorunlar olduğunu saptadık. Yaşadığımız bölgenin demografik yapısı, doğaya ulaşılabilirlik, Türk aile yapısı, bakıcılar, aile büyüklerimizin çocuklarımızın hayatlarındaki yeri gibi faktörler sadece bir felsefeye bağlanmayı imkansızlaştırıyor. Ayrıca bu metotlar şu an ülkemizde uygulanan eğitim sisteminin tam tersi ögeler içermekte.
Yani şu an itibarı ile bu eğitim prensiplerinin ülkemizde tam olarak uygulanması oldukça zor. Sadece küçük ölçekte ve idealist okulların uygulayabileceği bir model. Yaratılmak istenen özgür ve öğrenmeyi öğretecek ortamı da elinizdeki eğitim formatını da çocuğa ve ailesine uydurmak zorundasınız.
“Aman dikkat et çamura basma” anlayışı
Burayı biraz daha açar mısınız? Ne gibi zorluklarla karşılaşılabilir mesela?
Yukarıda söz ettiğim felsefelerin ayrı ayrı avantajları olduğu gibi günümüzün realitesinde gerçekleşmesi mümkün olmayan ve bu anlamda da dezavantajlı duruma düştükleri alanlar mevcut.
Mesela Montessori son zamanların popüler eğitim felsefelerinden biri ama ülkemizin kültürüne pek uygun görünmüyor. Birkaç örnekle bu sistemin tek başına yetersizliğini anlatmak isterim: Montessori eğitimi veren bir okulda çocuklar bütün zamanlarını doğada toprak ve çamur içinde geçirirler. Okul çıkışında torununu almaya gelen bir büyüğümüz, okulun hemen dışında birikmiş su ve çamur birikintisini gördüğünde söylediği ilk söz ise” aman dikkat et çamura basma” oluyor.
Abilik ve ablalık veya “sen büyüdün artık” gibi sözlerin çok sık vurgulandığı bir toplumda 2 – 6 yaş grubu çocuklara aynı ortamı paylaştırmak da oldukça zor. Montessori bizim gibi doğadan korkan doğu toplumlarında çelişki yaratmakta. Bizler Cansın Preschool da Montessori felsefesinin uygulanabilir kısmını, aile ve yakın çevreyi eğiterek uyguluyoruz.
Doğanın bir parçası olduğunun bilincinde çocuklar
Okulunuzda çocuklara ne gibi faaliyetler yaptırıyorsunuz?
Temel motor ve bilişsel eğitim faaliyetleri dışında doğayı yani bahçemizi çok kullanıyoruz. Doğal materyallerden, toprak veya çamurdan ürettiğimiz sebzelerden ve bıldırcın kümesimizden esinlenerek yaratıcı ve eğlenceli faaliyetler yapmaktayız. Doğanın bir parçası olduğumuzu ve ondan korkmadan yaşamamız gerektiğini çocuklara hissettirmeye çalışıyoruz.
“Boğaziçi Üniversitesi haricinde bu eğitimi veren kurum çok az”
Türkiye’de bu eğitimi verecek eğitmenleri yetiştirecek kurumlar var mı?
Türkiye’de bizim uyguladığımız anlamda okul öncesi eğitim veren kurum sayısı çok az. Önceden bahsettiğim gibi büyük ölçekte uygulanması da ülkemizde oldukça zor. Çok ciddi bir altyapı, eğitim görmüş ve dünya görüşü bu felsefeye uyan uygulayıcıların olması gerekiyor. “Hava çok soğuk” ben dışarı çıkmak istemiyorum diyen bir eğitmenin kadronuzda olmaması gerekiyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin okul öncesi eğitimi haricinde bu eğimi verecek kurum yok denecek kadar az Türkiye’de. Sebebi de ülke olarak alt yapımız ve çocuk eğitimine bakışımızdaki yetersizlikler.
Özellikle okul öncesi çağında çocuğu olan ailelere ne önerirsiniz?
Ailelere ilk tavsiyem şu olacak: “biz nasıl bir aileyiz?” ve “benim çocuğum nasıl birisi?” sorularına yanıt vermek. Sonrasında yukarıda bahsettiğim felsefeyi benimseyip uygulamadaki kararlılıklarını ölçmektir. Bütün bu sorular yanıtlandıktan sonra kendilerine uyan bir okul bulmaları gerekir.