Macit Gökberk ile felsefe: Türkiye’den filozof çıkar mı?

“Filozof nedir?” diye sormuşlar ülkemizin değerlerinden Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’ye, “Yeni, doğru bilgi ve görüşler getiren, gerçekliği daha açık görmemizi sağlayan kişidir” yanıtını vermiş.

Macit Gökberk ile felsefe: Türkiye'den filozof çıkar mı?

Türkiye’den filozof çıkar mı?

“Bizim coğrafyamızdan filozof çıkar mı?” sorusunu biraz sorgulamak gerek! Ama öncesinde felsefe denildiğinde akıllarda nedense kimilerine göre gereksiz, işe yaramaz, kafa karıştırıcı; kimilerine göre de yıkıcı ve tehlikeli görülen yargılar belirir. Hatta birçokları felsefenin kendi yaşamıyla bir ilgisi olmadığını bile düşünür. O ezbere bir bilim dalıdır ne de olsa…

Felsefe, hayatlarımızdan o kadar uzaklaştırılmaya ve içi boşaltılmaya çalışılmıştır ki, gerçekte değerini algılayıp, keşfetmek için ancak meraklı, bilgiyi seven ve körü körüne inanmayıp sorgulayan kişiler olmayı gerektirir. Bu yüzden felsefeyi benimseyip, ona sahip çıkanların sayısı da oldukça azdır.


Bilindiği gibi, Türkiye’de düşünce geleneklerinin yeterince gelişmemesi, felsefe ve felsefecilerin konumu, geçmişten bugüne felsefeyle ilgilenenlerin ürünlerinden hareketle ilerleme gösteremeyişimiz (aydınlanamayışımız), hatta ve hatta ülkemizde bulunan değerlerden bihaber oluşumuz büyük bir handikaptır.

Macit Gökberk ve yerli filozoflar

Örneğin, Macit Gökberk, 1934’lü yıllarda felsefe bölümünün ilk hocalarından ve bölümün niteliklerinin şekillenmesinde 44 yıl emeği geçerken şu sorunlara dikkat çekmiştir:

Türkiye’deki düşünce üretiminin başlıca ve önemli sorunlarından biri, yerli düşünürler hakkında yayınların yapılmamasıdır. Macit Gökberk de dahil, şu güne kadar düşüncelerini doğrudan konu alan bir çalışmaya rastlanmış mıdır? Ya da kendine özgü görüşlere sahip düşünceleri karşılaştıranlar çıkmış mıdır? Üzerinde düşünmek gerek!

Felsefenin başlıca görevlerinden biri, çağın bilincini açığa çıkarıp, hayata kılavuzluk etmektir.

Bu sınırları aşan bir durum değildir; bilakis bir gereksinme ile doğar. Macit Gökberk‘e göre, yaşamın anlamı karanlıktır. Bugün bu karanlığı en sıradan insan bile duyuyor. Bu bunalımlı dönemlerinde bütün varlığımızı kucaklamak, sadece teorik aydınlanma değil, pratik düzenin ışığına açılan yolları göstermek, rehber olabilmek, karanlıkları aydınlığa çevirip hayatı anlamlandırmak, bugünün insanına ışığını kendi bulmasında yardımcı olmak için vardır felsefe ve felsefeci.

Macit Gökberk’e göre felsefe

1960’larda Batı Anadolu’nun Yetiştirdiği Filozoflar, adlı eserinde Gökberk, felsefeyi başlatan unsurun tutum ve yol olduğunu belirtmiştir. Thales ile ortaya çıkan, insanın dünya karşısındaki durumunu düşünce ile belirlemek ve temellendirmektir esas. İnsanın dünyasını, buradaki yerini, rolünü kendi aklıyla bulup aydınlanmasıdır. Bununla da insanoğlu hürlüğe ulaşmıştır.

Thales‘in yaptığı işte önemli olan, bu sonuca birey olarak varmasıdır; yoksa bulduğu şeyin doğru ya da yanlış olması önemli değildir. Felsefede görülen tutum da, hep temele kadar yani sonuna kadar gitmek çabasıdır.

Gökberk’e göre aynı zamanda özgün felsefe üretebilmek için, felsefe tarihinin büyük doruklarını bilmek gerekir. Felsefe tarihinde belki bir gelişme yoktur; fakat Platon, Augustinus, Descartes, Kant gibi doruklar vardır. Felsefede yapıcı, yaratıcı olan tek yol, felsefeyi oluşturmuş olan bu büyük ustalarla birlikte düşünmek, birlikte düşünebilmek için de onların nasıl düşündüğünü kavramaktır.


Gereği kadar özgürlük

Türkiye’de felsefe bağlamında, yaratıcı ulusal felsefenin sınırlarını çizmek zordur. Çünkü çağdaş felsefe bakımından özgünlük yoktur. Özgün felsefe üretebilmek için, özgün felsefeleri yaratmış olan tutumu bizde de yinelemek, yani özgün felsefeler okuluna gitmek, onların okulundan yetişmek, birikimlerine sahip olmak gerektiğidir. Türkiye’de özgün felsefe olmaması, bu geleneğin yerleşmemesinin yanı sıra Cumhuriyet döneminde felsefeci sayısının azlığı ve yeterli düşünce özgürlüğünün bulunmamasından dolayıdır. Felsefenin gerektiği gibi gelişememesinin en büyük nedeni, “gereği kadar özgürlük” olmamasıdır. Çünkü felsefe, en radikal ve en köke kadar inen soru demektir. Bunun için de mutlaka özgürlük gereklidir ve yasalar ile töreler buna elverişli olmalıdır.

Jasper, “Felsefenin, karşısında soru soramayacağı hiçbir konunun olmaması gerekir” der. Sizce yeterince soru soruyor muyuz?

Anadolu’da özgür düşünce

İlk özgür ortam II. Meşrutiyet döneminde başlamıştır. Batı’da da özgürlüğün olmadığı filozofların bunu zorladığı söylendiğinde, bizde Jön Türklerin benzer bir zorlamayı yaptıkları belirtilmiş, buna rağmen Türklerden filozof çıkmamasının nedeni olarak, bizim dünyamızın despotik olması gösterilmiştir. Bizim topraklarımız, Asurlular, Bizans ve Osmanlılar gibi klasik despotik devletler diyarıdır.

Hegel’in deyişiyle de, “Tek kişi özgür, geri kalan insanlar kuldur.”

Bizde feodalite de yoktur. Batı da Magna Carta, tek kişinin egemenliğine karşı çıkışın örneğidir. İslam medeniyetinde Farabi örneğine karşı, felsefenin bağımsız olmadığı, dinin emrinde olduğu cevabını vermiştir. Ona göre, o dönemde felsefe ne konusunu seçebiliyor, ne araştırabiliyor, ne de yöntemini belirleyebiliyordu. Gerçek manada özgürlük olmadığı için gerçek felsefe de hiçbir zaman olmamıştır.

Tanzimat’tan beri biz de dünyaya felsefi bir tavırla yaklaşma görüşü içindeyiz. Atatürk devrimleri, bu görüşü daha tutarlı, daha kestirmeden, daha hızlı bir benimseme denemesidir. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, bundan 2500 yıl önce bizim topraklarımızda tarih sahnesine çıkmış olan bu tutumun bir dile gelmesidir. Bu görüşün bütün dünya tarafından benimsenmiş olması, bütün insanlığı kavrayan tarihsel bir rastlantı değil, gerçeğin işte bu noktadan sonra ortaya çıkış şekliydi.

Atatürk dönemi ile gelen aydınlanma çağı

Felsefenin, yaşamın kılavuzu olması gerektiğini savunan Gökberk’e göre, Atatürk dönemi ile Türkiye aydınlanma çağına girmiş, bu anlamda Batılılaşmıştır. Batı’nın geçirdiği aşamayı geçirmek zorundadır. Rönesans’tan bu yana, Batı kültürüne rehberlik eden, yol gösteren dünya görüşü Aydınlanma’dır.

Aydınlanma; yaşamın kurallarını, ilkelerini, aklın ışığıyla bulmak, aklın eleştirisinden geçerek bu kuralları ve ilkeleri saptayıp, ona göre davranmak demektir. Bizde felsefenin sadece yeri değil yaşamsal bir önemi de vardır. Dinin bıraktığı boşluğu bugün sadece felsefe doldurabilir. Din ile felsefe belli soruları sormada birleşirken, sonuca varışta ilkece ayrılırlar. Dinin yanıtı, ortaklaşa hayal gücünün ürünüdür ve inanç niteliği kazanır. Felsefenin ise, düşüncede işlemekten oluşur ve eleştirmeye açıktır. Bu yüzden felsefe soyut düşüncelerin değil, hayatın mahsulleridir.

Felsefecilere düşen görev, toplumların içinden çıkamadıkları şartların, bu anlamda yazgılarının bilincini ortaya çıkarmaktır. Felsefenin önderliği , kılavuzluğu bu bilinçlerin oluşmasına yardımcı olmalıdır.

Bir kişiyi düşünür yapan, önemsediği sorunlar hakkında, kaygıları doğrultusunda kapsamlı düşünceler üretmektir.


Sorun türleri hem çoktur hem de birbirleriyle çok yakından ilişkilidir. Bir araştırma alanında var olan alanın kendi sorunlarıdır ilki, diğeri ise toplumun yaşadığı genel sorunlardır. Bu sorun türlerini açıklama denemeleri, düşünür olma sürecini gerçekleştirirler. Dolayısıyla söz konusu sorunlar hakkında ortaya koyduğu düşünceler, sorunlara bakışı çeşitlendirdiği gibi, bir bakış açısı olan aydınlanmanın da hem felsefe çevrelerinde hem de toplumda ağırlık kazanmasını sağlamıştır.

Platon’un Gözünden Filozofların Filozofu: Socrates

Descartes’ın içe dönük 7 şüphesi: Her şey sallantılıdır!


Aylin İçsel
İnsanın en büyük pratiği kendi hayatıdır, derler. Deneyimlerimizden çıktığımız yolculuğumuzda her durakta ve her yolda hayatın anlamına dair edindiğimiz her doktrin muazzam mucizelerle dolu biz insanlara münhasırdır. Benimse en büyük meramım, derin bir insan sevgisi ve anlayışı, bütün insanlara duyulan kardeşlik ruhu; insanların mutabakat içinde olmaları, dünyayı daha iyi algılayıp, daha yaşanılır bir yer olmaya muktedir, düşüncelerin özgür, barışın ve insanlığın hüküm sürdüğü, çocukların mutlu yaşadığı bir dünya inancı ve de hayalidir. Yazmaksa, olup bitenler karşısında herkesin sesi olmak, kıyılardan geçip, sokağın en işlek caddelerinden dokunmaktır hayata... Yaşamın kendisine karışmak ve keşfetmek tutkusudur. Varoluşun en derin sebebidir yazmak...