Fransa yönetilemez hale gelmek mi üzere?

Saxo Bank Strateji Müdürü Christopher Dembik, yatırımcıların Fransa başkanlık seçimlerine odaklanarak hata yaptığına dikkat çekti.

Fransa yönetilemez hale gelmek üzere mi?

Asıl önemli etkenin milletvekili seçimleri olduğunu belirten ünlü analist, “Fransa’da merkeziyetçilik kısa patlamalar halinde yükselişte, ancak hiçbir zaman siyasi atmosferin anahtar bileşenlerinden biri haline gelmeyi başaramadı” dedi.

Fransa başkanlık seçimlerine çok az bir zaman kaldı. Yatırımcıların gözü Fransa’ya çevrilmişken Christopher Dembik, konuya ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.


Fransa başkanlık seçimlerinin 1981 yılından bu yana ilk kez yabancı yatırımcılar arasında bu kadar çok kaygıya neden olduğunu belirten Dembik, Fransa için ekonomi politik belirsizlik endeksinin tüm zamanların en yüksek seviyesinde olduğuna ve tahvil yayılımının 60 baz puana yükseldiğine dikkat çekti.

Dembik, “Brexit ve Trump’un 2016 yılındaki beklenmeyen başarısının ardından yatırımcılar, Ulusal Cephe Lideri Marine Le Pen’in anket sonuçlarının aksine imkansızı başarmasından korkuyor” dedi.

Fransız modern tarihinde benzeri yok!

2017 başkanlık seçimlerinin Fransız modern tarihinde eşi benzeri olmadığına işaret eden Christopher Dembik, tabloyu şöyle özetledi:

“Çok kötü olan anket sonuçları ve kendi partisinden gelen çekilme baskısı nedeniyle François Hollande, ikinci bir dönem için yarışmıyor. Sosyalist Parti ve Cumhuriyetçiler, anketlere bakıldığında ikinci tur için yeterli görülmüyor. Emmanuel Macron bünyesinde karakterize olan merkezin, başkanlığı kazanma şansı var.

Bu, geçmişte son olarak 1974 yılında Valéry Giscard d’Estaing’nin zaferinde meydana gelmişti. Bu arada, birinci turda radikal sağ ile radikal sol oylar anketlere göre yaklaşık %40 civarındayken, Sosyalist Parti ile Cumhuriyetçiler için bu oran %38. Bu oranlara bakıldığında şu an Fransa’da halkçılık ilkesinin öne çıktığını söyleyebiliriz. İki aday (oyların yaklaşık %1’ini alacağı öngörülen Halkçı Cumhuriyetçi Birlik adayı François Asselineau ve önde giden Marine Le Pen), Fransa’nın AB’den çıkmasını açıkça savunuyor.”

Fransız toplumunun “Lepenizasyonu”

Peki Fransız toplumu nereye gidiyor? Saxo Bank Analisti Christopher Dembik, Le Pen isminden yola çıkarak Fransız toplumunun geldiği “Lepenizasyonu” olarak adlandırılabilecek bu noktayı on beş yıl geriye giderek açıklıyor:

“2002 yılında o zamanlar Ulusal Cephe adayı olan Jean Marie Le Pen, Sosyalist Parti adayının önüne geçerek oyların %16.86’sını almış, başkanlık seçiminin ikinci turuna çıkmaya hak kazanarak herkesi şaşırtmıştı. O zaman başkan olma şansı yoktu ve tahmin edildiği gibi ikinci turda oyların %17,79’unu alarak başkan olamadı.

“On beş yıl sonra, kızı Marine Le Pen, ikinci turda yaklaşık %27 oranında oy seviyesiyle önde gidenler arasında ve ikinci turda oyların %44’ünü alma ihtimali var. Le Pen’in ikinci tur performansıyla alakalı en iyimser tahminlerde bile, Ulusal Cephe liderinin hala zafer için gerekli olan toplam oy sayısından iki veya üç milyon oy eksiği olduğunu görüyoruz. Bu küçük bir sorun değil. Ancak aynı zamanda, Le Pen’in son yıllarda kaydettiği gelişim de etkileyici ve Fransız toplumun “Lepenizasyonu” fenomenini doğrular nitelikte.”

Ünlü Analist Dembik, bu fenomeni ortaya çıkartan faktörleri de şöyle analiz ediyor: “Dédiabolisation (şeytanlaştırma)ya da Jean Marie Le Pen’in 2015 yılındaki ihracıyla doruğa çıkan ve sonrasında Marine Le Pen tarafından sürdürülen radikal sağ unsurların yükselişi belli yapısal değişikliklerin sonucu.

Bu değişiklikleri; kapitalizmden devletçilik ve korumacılığa geçiş, sosyalist partinin artık işçi sınıfını temsil etmiyor olduğu gerçeği, geleneksel sağ kanadın uzun süredir devam eden Ulusal Cephe ile uzlaşma ya da seçim anlaşması yapmaktan kaçınma stratejisinin sona ermesi, iş göçünün, yasa dışı göçmenliğin ve mülteci krizinin yükselişi, küreselleşme ve endüstrisizleşme nedeniyle artan eşitsizlik algısı olarak sıralayabiliriz. ”

Fransa’nın krize karşı geleneksel tepkisi

Christopher Dembik sözlerini sürecin tarihi geçmişini özetleyerek sürdürüyor: 1958’den bu yana, merkezciler için en yaygın sonuç, sağ kanat koalisyonlarına zorunlu olarak katılmaktır. Fransız tarihine daha yakından bakarsak, merkeziyetçiliğin genellikle krizlere cevap olduğunu görüyoruz.

Bu, Blaise Pascal, Michel de Montaigne ve Sillon grubuna (1894-1910) kadar uzanan siyasi bir harekettir. Bu hareket, Beşinci Cumhuriyet döneminde, 1973 petrol şokuna ve işsizliğin yükselişine siyasi bir cevap getirmeye çalıştığı 1970’lerin ortalarında en görkemli dönemindeydi.


Emmanuel Macron’un En Marche! (Yürüyelim) hareketi de bu çizgiyi takip ediyor ve Girondanlar ile Jakobenler arasında uzun zamandır devam eden bölünmenin yanı sıra, Devrimden miras kalan sol-sağ ayrışmasını sona erdirmek isteyen seçmenlere yanıt aramaya çalışıyor.

“Fransa’da merkeziyetçilik, kısa patlamalar halinde yükselişte ancak hiçbir zaman siyasi atmosferin anahtar bileşenlerinden biri haline gelmeyi başaramadı. Hareketin asıl problemi, merkeziyetçi seçmenlerin uçucu seçmenler olduğu gerçeğiyle ilgilidir.

IFOP tarafından Şubat ayı sonunda yayınlanan bir araştırmaya göre, Emmanuel Macron’un seçmenlerinin yalnızca %36’sı, Benoit Hamon’un (Sosyalist Parti) seçmenlerinin %58’i, Jean Luc Mélenchon’un (aşırı sol kanat) seçmenlerinin in %62’si, François Fillon’un (Cumhuriyetçiler) seçmenlerinin %70’i ve Marine Le Pen’in seçmenlerinin %80’i oylarından emin olduklarını söylüyorlar. Macron’un seçmenleri arasındaki yüksek hareketlilik nedeniyle ilk turda Fillon ya da hatta Hamon lehinde son dakika ilk tur sürprizi ihtimalini oldukça düşük olmasına rağmen göz ardı edemeyiz.”

Asıl önemli olan başkanlık seçimi değil

Dembik asıl önemli olanın başkanlık seçimleri değil, 11-18 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek olan milletvekili seçimleri olduğunu belirtiyor. Dembik bu konuda da şunları söylüyor:

“Fransa, Cumhuriyet’in başkanının tüm yetkilere sahip olmadığı ve birçok karşı denge gücünü elinde bulunduran bir parlamento ile uğraşması gereken bir yarı başkanlık rejimi. Aslında yabancı yatırımcılar, başkanlık seçimlerine odaklanarak hata yapıyor, asıl önemli olan, milletvekili seçimleri.”

Seçimler sonrasında iki olası sonuç olduğunu tahmin eden Dembik, bu sonuçları da analiz ediyor: İlk olasılık; Marine Le Pen başkan seçilir ama gerçek yetkileri olmaz. Fransa’nın seçim sistemi (yani, orantılı oylama değil, iki aşamalı tek bir çoğunluk oylaması), Ulusal Cephe’nin parlamentoda çoğunluk elde etmesini milletvekili seçimlerinde engeller (şu an elinde olan 2 koltuğa karşın en az 289 koltuk elde etmesi gerekir).

Bu nedenle ülke, bir ‘birlikte yaşama’ durumunda olur. Bu, 1958 yılından bu yana dördüncü ve 2000 yılındaki birlikte yaşama durumundan mümkün olduğunca kaçınmak için başkanın görev süresi ile milletvekillerinin görev süresini hizalayan anayasa referandumundan bu yana ilk.

Birlikte yaşama, Ulusal Cephe’nin, Le Pen’in Brüksel ile ‘daha iyi bir anlaşma’ müzakeresinin ardından planladığı AB üyeliği üzerine bir referandum düzenlemesini engeller. Fransa Başbakanı bu tür bir referanduma gitmek için anayasal haklara sahip olsa da bu referandum ancak bir hükümet teklifi ya da Ulusal Meclis ve Senato’nun ortak teklifi ile düzenlenebilir.

“Seçilse bile Le Pen, partisinin ekonomi ve Avrupa konusundaki programının çoğunu uygulayacak bir konum elde edemez. Gerçek yetkileri elinden alınmış bir Üçüncü Cumhuriyet başkanının rahatsız konumunda olur. Ancak, 1980’ler ve 1990’lardaki önceki birlikte yaşama dönemleri, savunma meselelerinde (başkan, silahlı kuvvetlerin başı olduğu için) ve hükümetin ona bu alanı vermesi halinde diplomatik cephede de liderliği elde edebileceğini göstermektedir. Ancak, iç politikayı etkileme konusunda çok sınırlı yetkileri olur. ”

Christopher Dembik ikinci olası sonucu da şöyle açıklıyor: İkinci olasılık; Emmanuel Macron başkan olarak seçilir ve kendi çoğunluğu ile başa çıkmakta çok zorlanır. Macron zaferi ihtimali, iki önemli soruyu gündeme getiriyor: Parlamenter çoğunluğu alma ihtimali yüksek mi? Eğer öyleyse, kendisini destekleyen uysal bir çoğunluk olacak mı yoksa sürekli muhalefetle mi karşılaşacak (Sol kanat Sosyalist Parti’de François Hollande durumunda olduğu gibi)?

En Marche hareketinin, milletvekili adaylarının birçok koltuk kazanacağı ve diğer partilerden görevli milletvekillerinin (Sosyalist Parti, UDI, Modem ve Alain Juppé destekçileri) kendisine katılacağı varsayımı üzerine bir çoğunluk elde etmeyi başarması muhtemel. Ancak, liberallerden komünistlere kadar uzanan heterojen bir çoğunlukla çalışırken zorluk çekebilir.

“Emmanuel Macron’un ilk güzel fikri, tüm adaylarına bir dizi önemli reformu oylamayı vaat etmesi oldu, ancak anayasa tarafından yasaklanmış olduğundan bundan vazgeçmek zorunda kaldı. Şimdi sadece ‘ekonomiyi modernleştirme’ gibi genel projeleri desteklemek için ahlaki bağlılığa güvenebilir. Vaatler, sadece inananları bağlar derler.

Macron konusundaki risk, başkanlığının, sağ kanat projeler için sağ kanat çoğunluğu, sol kanat projeler için sol kanat çoğunluğu bulmak için gerçekleştirilen bitmez tükenmez parlamento müzakereleri ile hareketsiz bırakılması olacaktır. Bu, reformların hızını düşürerek imtiyazlara neden olur. Sonunda, Dördüncü Cumhuriyet’in en kötü anlarından birinde olduğu gibi politik istikrarsızlığa neden olabilir.”


Bu değerlendirmeler sonrasında Dembik sözlerini şöyle noktalıyor: “Kimin başkan seçileceği çok önemli değil. Kazansalar bile, önde giden iki adayın ya bir çoğunluk olmadan yönetme ya da fazla heterojen bir çoğunlukla yönetme sorunuyla karşı karşıya olma ihtimali var. 1958 yılından bu yana ilk kez milletvekilleri, Üçüncü ve Dördüncü Cumhuriyet’in (1871-1958) deneyimlerinde gördüğümüz gibi büyük bir dönüş yapabilir, bu da olumlu bir sinyal değildir. Özetlemek gerekirse sonunda, Fransa yönetilemez hale gelebilir.

Küresel Ekonomi’de tedirginlik


Editor
Haber Merkezi ▪ İndigo Dergisi, 19 yıldır yayın hayatında olan bağımsız bir medya kuruluşudur. İlkelerinden ödün vermeden tarafsız yayıncılık anlayışı ile çalışmaktadır. Amacı; gidişatı ve tabuları sorgulayarak, kamuoyu oluşturarak farkındalık yaratmaktır. Vizyonu; okuyucularında sosyal sorumluluk bilinci geliştirerek toplumun olumlu yönde değişimine katkıda bulunmaktır. Temel değerleri; dürüst, sağduyulu, barışçıl ve sosyal sorumluluklarının bilincinde olmaktır. İndigo Dergisi, Türkiye’nin saygın İnternet yayınlarından biri olarak; iletişim özgürlüğünü halkın gerçekleri öğrenme hakkı olarak kabul etmekte; Basın Meslek İlkeleri ve Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne uymayı taahhüt eder. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni benimsemekte ve yayın içeriğinde de bu bildiriyi göz önünde bulundurmaktadır. Buradan hareketle herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin eşitliğine ve özgürlüğüne inanmaktadır. İndigo Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti çıkarlarına ters düşen; milli haysiyetimizi ve değerlerimizi karalayan, küçümseyen ya da bunlara zarar verebilecek nitelikte hiçbir yazıya yer vermez. İndigo Dergisi herhangi bir çıkar grubu, ideolojik veya politik hiçbir oluşumun parçası değildir.