Baba bana Deniz’i anlatsana!

Yıl 1972, aylardan Mayıs… Düşünün ki, bir fidan son nefesini veriyor; diğer bir fidan, arkasına bakmadan “tam bağımsız” Türkiye diyor; diğer bir fidan ise idam sehpasını kendi deviriyor! Bu adamlar antiemperyalistler, bu adamlar devrimciler…

Baba bana Deniz'i anlatsana deniz gezmiş üç fidan

Baba bana Deniz’i anlatsana

Neyi anlatayım oğlum? Hangi birini, hangi acıyı; acının olmayan tarifini mi? Dökülen gözyaşlarını mı, ona yakılan ağıdı mı, yakılan türküleri mi?

1972’den itibaren geçen bu 45 yılı mı; bu 45 yılda Deniz’le yok olan Hüseyin’i mi, Yusuf’u mu?


Daha 24’ünde iki arkadaşı ile beraber kimsenin inanmadığı, onun ise gönülden inanarak tam bağımsız bir Türkiye için verdiği mücadeleyi mi?

Deniz yosunu renkli yeşilini mi, uzun boyunu mu, korkusuzluklarını mı?..

Onlar; yani Deniz, Yusuf, Hüseyin bir dava uğruna hayatlarını verdiler! Neydi bu dava? Özgür bir Türkiye, eşit haklara sahip yurttaşlık kavramlarının yaşamla buluştuğu bir Türkiye…

“Tek dişi kalmış canavar” olan ABD emperyalizmine, Türkiye üzerindeki sömürü düzenlerine son vermek için küçük yürekleri ile büyük savaş verdiler. İlkeleri ile dünya hegemonyasında “kan emici” politikası olan ABD’nin, Ortadoğu’daki enerji kaynakları için, orada kazanacağı topraklara ulaşma arzusunu kursaklarında bırakmak için ülkelerinde verdikleri mücadelenin acı sonucunu beraber yaşadılar. Sadece ABD ve Batı’nın emperyalist, “kemirici” kapitalist düzenine değil, aynı zamanda onların yerli işbirlikçilerine karşı da mücadele vermişlerdir. O yüzden “Kanlı Pazar”ı yaşadılar; o yüzden “Kızıl Komünistler” yaftalamasına maruz kaldılar; o yüzden “Moskov Uşağı” damgasını yediler. Onlar aydın Türkiye’nin aydın geleceğinin, mumu, ışığı oldular; ancak birileri de o mumu, o ışığı söndürdü…


Onlar üç fidandı…

Üçü de birden sonu olmayan, ucu bucağı görünmeyen bir yola çıktılar. Yani topraktan geldiler, toprağa geri döndüler…

1972’nin 6 Mayıs’ında üç fidan Türkiye’nin kara toprağına dikildi. O fidanlar yeşerdi, büyüdü… Yani bitecek zannedilen Denizler, Yusuflar, Hüseyinler yeni bedenlerde can bulup sayıları on binlere ulaştı.

Ben doğduğumda yıl 1972, aylardan Haziran, gün 6’dı. Yani Deniz’in toprakla buluştuğu ayın ertesindeki 6… Babam adımı Devrim koymaya hazırlandığı o günlerde Deniz asılmış ve o an kararını değiştirerek adımı Deniz koymuş. Onun alevinin sönmemesi için sadece babam değil, daha binlerce insan, o andan sonra doğan oğluna, kızına Deniz adını koymuş…

İlk defa öğreneceksin yavrum; yaşın küçük olduğu için anlatmamıştım. Senin adın neden Yusuf ya da kardeşinin ismi neden Hüseyin?..


Devrim sönmesin, Deniz kurumasın, Yusuf ve Hüseyin yaşasın diye!..

Gezmiş ve arkadaşlarını idama yollayanlar


Erdal Kişioğlu
Kişioğlu, zıt düşüncelere sahip kişilerle tartışmayı seven ve her olaya bilimsel olarak yaklaşıp, olaylara septik yaklaşmaktan kaçınmayan biridir. Olayları derinlemesine incelemeyi ve yanlışın ortaya çıkarılıp doğruya nasıl ulaşılacağı konusunda fikir üretilip bunun üzerinden felsefe yapılmasını arzulayan biridir. Etik, ahlaki ve hukuki sınırları aşmadan herkesin, her ortamda eleştirilmesi taraftarıdır. Dogmatik düşüncelerden uzak; sormayı, sorgulamayı kendisine görev edinmiş ve bunun çabası içerisindedir… Her türlü bilgi alışverişine açık; farklı görüşlerin çarpıştıkça büyüyebileceğine ve kolektif düşünsel ürünlerin ikamesinin de olabileceğine inanmakta; halk için, halk yararına olan her şeyin de yanındadır…