Farklılıkta aynılaşıyoruz

Bize hep Türkiye’nin medeniyetlerin beşiğinde kurulduğu, çok çeşitli kültürlerden etkilendiği ve bunun büyük bir zenginlik olduğu öğretildi. Ki öyle de. Peki neden içim sıkılıyor sokağa çıkınca? Bu monotonlaşmış ve neredeyse tek tipleşmiş insanlardan mı acaba?

Farklılıkta aynılaşıyoruz

Farklılıkta aynılaşıyoruz

Büyüklerim sürekli ön yargının ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatıp dururlardı. Başlarda uslu çocuk olmanın da getirdiği söz dinleme dürtüsüyle ben de ön yargı lafı geçtiğinde bile irkilir olmuştum. Çocuk işte! Belki tamamen olmasa da bayağı bir haksız o büyükler her zamanki gibi.

Ön yargı insanları yaftalayıp sonrasında da beton gibi fikirlerle onlara yaklaşmaksa eğer, tamam haklılar. Ama biri hakkında hiç fikriniz yokken de ilk izlenimlerimizden yola çıkmaktan başka ne kalıyor ki elimizde. Eğer uzmanına da soracak olursak: Stilist Kristen Kaleal, Güzel bir ilk izlenim bırakmak için ortalama 7 saniyemiz olduğunu söyler.


“Birinin elini sıkıp oturmak için gereken zaman bu kadardır. Onlara ne kadar harika ve kalifiye olduğumuzu anlatmadan ve kendiniz olma şansını yakalamadan önceki zaman bu kadardır.” Bu tarz söylemlere ya da tespitlere ne kadar inanıyorsunuz bilmiyorum fakat dünya üzerinde bu denli yer kaplayan bir sektörün de en azından dikkate değer olduğu kanısındayım.


Kültürel farklılık dedik, ilk izlenim dedik ve şimdi gelelim asıl sorumuza: Sokaklarda iç sıkıcı olan ne?

Zaten kültürel değerleriyle oldukça farklı renkleri olan bir ülkeye sahibiz ya da sahiptik. Ha bu son zamanlarda ne kadar saygı duyulan bir özellik orası tartışılır. Farklılıkları fırsata çevirmeyi becerebilen bir ülke olmadığımız aşikâr zira bunlarla gurur duyacağımız yerde farklı olanı yok etme dürtüsüyle doluyuz. Fakat bu arada yine de insanlar arasında bir farklı olma yarışı var.

Bunun tamamen içgüdüsel olduğuna inanıyorum. Farklı olmak, üstün olmak ister istemez insana çekici geliyor. İşte bu yarış devam ederken özgün fikirlerle ortaya çıkan insanları “takip eden” bir kitle var. Bu kitle ki o fikri ortaya çıktığının ertesi günü moda haline getiriyor ve siz sokakta yine birbiriyle tıpatıp “aynı” insanlar görüyorsunuz. O kadar ki, az evvel bahsettiğimiz ilk izlenimden karakter analizi yapmak artık amiyane tabirle çocuk oyuncağı haline geliyor. İnsanlara bakıp bu kişi şu toplumsal gruptadır demek bu kadar kolay olmamalı aslında. Ancak, bu “takipçi” grup her ne kadar “moda” kavramına şiddetle karşı çıkan insanları barındırıyor olsa dahi kendi içlerinde yarattıkları “mikromoda” ile yine bir güzel kısır döngünün içinde debeleniyorlar yani farklı olayım derken sonuç yine hüsran.


Bu durum bir çözüm gerektirir mi gerektirmez mi size bırakıyorum ama iç sıkıcı olduğu bir gerçek. Çözüm gerektiriyorsa da o çözüme taklitçilikten kurtulmakla ulaşırız gibime geliyor. Bu süre zarfında da insanları önyargılı oldukları için o büyüklerin bize öğütledikleri kadar fazla suçlamasak daha mı iyi olur acaba?

Farkındalık notları: Denge arayan insan


Tayfun Yıldız
1997 yılının Mart ayında İstanbul’da doğdum. İki çocuklu bir ailenin büyük çocuğuyum. Çocukluğumu İstanbul’da nadir yeşil kalan yerlerden olan Çengelköy’de geçirdim. Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesi'nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumaya hak kazandım. Avrupa Hukuk Öğrencileri Derneği'nde aktif şekilde görev almaktayım. Kendimi gezgin olarak nitelemek yanlış olmayacaktır sanırım. Şimdilik 9 ülke 15 şehirle bir başlangıç yaptığım söylenebilir. Zira hayata dair hedeflerim arasında her kıtaya gitmek var, Antarktika dahil. Gelecekte hayatıma bir avukat ve yazar olarak devam etmek istiyorum.