Günlerdir İstanbul özelinde yaşanan ama her yıl birçok kez, birçok yerde yağmur sonrası oluşan su baskınları, taşkınları, göletleri ve toprağa ulaşamadığı için yönünü bilmediği bir şekilde dere gibi akıp giden yağmur sularının adı “afet” oldu… Üstelik “doğal afet”.
Asıl bu doğal afet lafı ve ifadesi tam bir ikiyüzlülük v/veya cehalet örneği. Çünkü “doğal afet” lafı ve ifadesi her şeyden önce yalan ve dolandır. Doğaya saygısızlık ve haksızlıktır. Tek cümleyle insanın kendi kötülüklerini doğaya yüklemektir.
Yağmur suyunun yönünü ve yerini bulamaması sonucu birikmesi ve taşması nasıl oluyor da “doğal afet” oluyor. Ama afet olduğu kesin.
Çünkü bunun nedeni yağmur değil, insandır. Yani su baskınları ve taşkınları bildiğin “yapay afettir”. Ya da insanın aptallığının, cahilliğinin ama en çok da kötülüğünün sonuçlarındandır.
İnsan denilen tür doğaya giderek yabancılaşırken, bu yabancılaşma ile paralel ele geçirdiği yerlerde ne gerektiği gibi ve gerektiği kadar suyolları yaptı, ne su kanalları ne de yeterince su tahliye sistemleri ve ne de diğer gerekenleri.
Aslında insanoğlu geldiği ve yerleştiği yerlere hiç dokunmasa, daha iyi ve güzel olacaktı her şey. Çünkü her dokunuşunda ne ağaç bıraktı, ne toprak, ne eğim dinledi, ne doğal akış yolları. Ne su ve doğa ile barışık bir imar düşledi ve planladı ne de bunlara tevessül etti.
Geldi ve çöreklendi, müdahale etti, bozdu, değiştirdi ve aslına hiç uygun olmayacak şekillerde dönüştürdü.
Talan etti, yağmaladı ve betona gömdü.
Dolayısıyla doğal olan her şeyi afet haline getiren insandır. İnsan afetin bizzat kendisidir.
Afet bizatihi insandır.
Tabi bunlar gelişim adına, sanayileşme adına başladı, zenginleşme adına, sömürünün insan üzerinden doğaya, doğa üzerinden de insana yönelmesiyle oluşan değer ve görgü yoksunluğu ile birleşmiş sistemlerin ve yapıların ürünüdür.
Bunu fark eden, örneğin Avrupa, kendisine bir ölçüde çeki düzen vermeye, korumaya, yaşatma ve doğa ile barışık yaşamanın yollarını ararken, bizim gibi gelişmekte olan, yarı gelişmiş, sömürge ve yarı sömürge ülkelerindeki hassasiyetler farklı alanlara kaydırılmıştır. Ve tüm bunlara ilaveten kapitalist sömürge kültürü, piyasacılık ve uygarlık karşıtlığının mayalanması ile ortaya çıkan kaotik, baskıcı, oryantalist ve hatta faşizan sistemi bir arada düşündüğümüzde belki çok naif/çocukça gelecek ama sonuç olarak “ağaçlara acınmadığı ama aynı zamanda saksıya ağaç dikildiği” trajik-komik bir gerçeklik ile karşılaşırız.
Ağaçlar saksılara değil, toprağa dikilmeli
Oysa ağaçlar saksıya değil toprağa dikilecek ve daha önemlisi parklar bahçeler yok edilmeyecek, hatta yenileri eklenecek, dolayısıyla da yapay çimenler, yapay ağaçlandırmalar, yapay ve endüstriyel çiçekler ile kent dokusu bir ikiyüzlülük ile karşılaşmayacak.
Ele geçirdiğin kentlerin ağaçlarını, meydanlarını, parklarını, bahçelerini, oyun alanlarını betona gömersen yağmur sularını utanmadan “afet” olarak tanımlar, çaresizliği de “fıtrata” bağlarsın.
Bu bağlamda gerçeklerden ve görünenlerden hareketle, para kazanmak ve zengin olmak insanları yaşadıkları sistem veya rejimin karakterine göre “güçlü” yapıyor ama aynı zamanda afetin de yapıyor. Çünkü bu tür insanlar böylesi uygulamaları hayata geçirdiği memleketlerde gerçek birer “yapay afet” halini alıyorlar.
Görgüsüz, kaba, vasat ve talancı ruh o düşünceyi de besliyor. Ne yazık ki doğa da bu insanlar yüzünden hiç kimseye, özellikle de yoksullara saygı duymuyor. Önüne ne gelirse alıp götürüyor ve önündekiler de genelde “güçsüzler” ve “yoksullar” oluyor.
Asıl dertleri ve felaketleri yıllar içinde yaşayacağımız aşikardır. Çünkü insanoğlunun bilimsellikten, uygarlıktan ve toplumsallıktan uzak tutum ve tavrı ile doğayla işbirliği yerine ona karşı savaş içinde olma tutum ve tavrı devam edeceğe benzemektedir.
Oysa doğa insanoğlunun yanlışlarını, kötülüklerini, acımasızlıklarını onun yani bizim yüzümüze çarpıyor, lakin ortaçağ düşünce genetiği ile çağımızın para ve güç tapınmacılığı bunu anlamıyor, anlamayacak da.
Doğa tutarlı ve düzgündür. İnsan ne kadar doğaya benzerse o kadar tutarlı ve düzgün olur. Doğaya benzediği sürece de “iktidar oluşu” o kadar insani ve yararlı olur.