Küçüğüm daha çok küçüğüm

Vicdanınızı nefsinizin gölgesinde bıraktığınız sürece, yarınki nesillerimiz ne yazık ki vicdan yoksunluğunuzun iyi birer taşıyıcısı olacaktır.

Küçüğüm daha çok küçüğüm

Küçüğüm daha çok küçüğüm

Her kadın bir anne olabilir de, her anne bir ANA olabilir mi sizce?

Tohumu toprağa atarsın, toprak tohuma sahip çıkar… Güneş tohuma sahip çıkar… Rüzgar tohuma sahip çıkar… Öyle ki, yeri gelir ona su vermediğin anlarda bile yağmur tohuma sahip çıkar…


Tohum her geçen gün olgunlaşır. Ve çoğu zaman da acı çeker. Toprak dayanamaz onun acısına. Daha fazla acı çekmesin diye de aralayıverir tüm kapılarını. Tohum birden filiz olur da çıkıverir yüzeye. Sonrası mı? Belki buğday, belki de sürme… Tıpkı annelik gibi…

Biliyorum bir eleştiri niteliği taşıyacak bu yazdıklarım. Birçoğunuz kızacak. Olumsuz eleştiri yapıp da gerekçeler sunacak bana. Hatta şöyle diyecekler ‘bizler ne yapıyorsak evlatlarımız için.’

Oysa ki, onlar bir tohum misali. Ne ekersen o çıkmıyor topraktan. Buğday ekersen eğer, buğday bekleme. Sürme çıkmayacağına dair herhangi bir garanti verebilir misin?

Her şey belki de, tohumu toprağa atan ellerin hünerinde. Onu toprağa atsan, toprak kurumaz elbet ama, sevgi olmadan, merhamet olmadan, sabır olmadan, bir tohum olgunlaşıp, huzur bulabilir mi acaba?

Mesela, kendinizi bir çocuk olarak hayal edin. Sabah kalktığınız vakit, anneniz yok… Etrafınızı saran niceleri… Adımlarınız var ama gören yok. Sözleriniz var ama duyan yok. Hisleriniz var ama bilen yok… Akşama kadar beklersiniz de, anne yorgun, baba yorgun bir koltuğun kenarına kıvrılmış ‘aman sus evladım, yorgunum demekte’ Sıkıntı var ama anlatacağınız kimsenizin olmayışı.


Kendileri hayatı zor koşullarda yaşadığı için, size bir de kurnaz olmayı öncelik olarak öğretirler. ‘Bu hayatta sakın iyi niyetli olma evladım. Olursan kaybedersin. Eşyalarını kimselerle paylaşma. Paylaşırsan eğer, sahip çıkarlar.. Sakın sokağa çıkma evladım. Çıkarsan kaybolursun. Yaramazlık yapma olur mu?

Parka, oraya buraya gidelim deme. Gidecek olsak da, bizden sakın ola ki senin gibi çocuk olmamızı bekleme. Her zaman uslu ol ki, hafta sonu hediyen torpilli olsun. Öyle benden ev yemekleri de bekleme..Bak ben başka annelere benzemem. Anlayışlı bir anneyim. Fastfood, hamburger, pizza gibi şeyler yiyebilirsin. Kola dahi içebilirsin ki, iç evladım 1 bardaktan bir şey olmaz. Bak gelirken sana çikolata aldım. Senin istediğin acılı cips var ya, onlardan aldım. Birlikte yiyebiliriz canım evladım. Hem birazdan senin de sevdiğin dizi var ya, onu açacağım. Gel birlikte seyredelim.

İşte belki de çoğunuzun evinde böyle geçer evcilik oyunları.

Oysa, her insanın içinde kusursuzca inşa edilmiş bir zenginlik vardır. İş ki o zenginliği en iyi şekilde işleyip de topluma iyi bir birey kazandırmaktır. Ki, işlenmediği halde kıymetli olanın, işlendiğinde bir servete dönüşebileceğini kim bilebilir.

Çocuk dediğin de işlenmemiş bir değerdir. . Onu nasıl işlersen öyle şekil alır ki, etrafımıza şöyle bir baktığımızda göreceğiz ki, daha 3 yaşına gelmemiş çocukların bile eline oyalanması için sıkıştırılmış telefon, tabletler. Her dokunduklarında vücudunda açılan derin yaralar. Biliniyor ama görülmediği için zararı yok… Çoğu çocuğunda gözleri hasta ve dört köşeli bir gözlüğe mahkum olmuş. Sorsan, ‘aileden gelir’ derler. Oysa, gözler daha yeşermeden kurumaya mahkûm bırakılmıştır.

Örnekler… Örnekler… Örnekler…


Unutmayın! Sizler anne olarak, çocuklarınızın üzerinden rahmetinizi esirgediğiniz sürece, onlar da birer evlat olarak size karşı şefkat kapılarını her daim kapalı tutacaktır.

Faşizme evrilen aşk