Hatun Tuğluk anneden özür niyetine

Yaşadığı evinin penceresinden bakıp ‘Beni bu mezara gömün’ diyen bir annenin cenazesini Kürt olduğu, Alevi olduğu ve/veya kızı bölücü bir örgütle, öyle veya böyle ilgili görülen bir siyasetçi olduğu için “cenazeyi gömseniz de çıkartır parçalarız” diyecek kadar gözü dönmüş bir ilkellik içinde olanlar, tam olarak “mezar soyucu” ve “ölü yiyici” sürülerdir.

Hatun Tuğluk anneden özür niyetine aysel tuğluk annesi cenaze saldırı

Hatun Tuğluk anneden özür niyetine

“Buraya Kürdü, Aleviyi, Ermeniyi gömdürmeyiz! Burası Kürt Mezarlığı değil, Alevi mezarlığı değil!” diye bağırarak, 80 yaşında bir kadının cenazesine saldıran dinci faşistler, bu ülkeyi on yıllardır bölmeye çalışanlar kadar bölücü, satmaya çalışanlar kadar vatan haini ve işbirlikçi ve de kan emiciler kadar halk düşmanıdırlar.

Bu ırkçı yobazların örneğin Cuma günleri “hayırlı cumalar” diyerek camilerde yakaracak bir Tanrıları, kutlayacakları ve kutsayacakları herhangi bir değerleri ve inançları dahi yoktur. Sözüm ona gelenekleri ve görenekleri de kendinden menkul görece ve işine geldiğinde kullandıkları yararcı davranışlardan ibaret olan bu türler; esasen tam olarak güdülen, boyunlarına tasma takılarak kullanılan sürülerdir. Ve sürülerin değerleri ve inançları olmaz.  Olduğunu sandıkları şey tabuları ve ilkellikleridir.


Bir cenazeden söz ediyoruz, ötesi var mı?

Beğen veya beğenme, sev ya da sevme, yakınlarından nefret et veya etme, dahası ölmüş olan kişi yaşıyorken sana zarar vermiş olsun ya da olmasın ne fark eder? Bir cenazeden, ölmüş bir kişiden söz ediyoruz, bunda daha ötesi var mıdır?

Esasen söz konusu olay, geldiğimiz nokta açısından ve insanlığın düzeyi açısından dehşet vericidir. Yaşlı bir kadın etnik kimliğine dayalı nedenler ile vatandaşı olduğu bir memleketin bir kentindeki bir mezarlığa defnedilemiyor. Bir kez daha anlaşılmıştır ki; bunların siyaset dediği şey, kendi kutsallarını bile kutsal olmaktan çıkarmış, berbat bir yaratık haline dönüştürmüştür onları.


Bu bağlamda bir kez daha gördük ve yaşayarak öğrendik ki kim olduğumuzu belirleyen şey; nasıl güldüğümüz, nasıl ağladığımız, nasıl üzüldüğümüz ve nasıl sevindiğimiz değil; nelere güldüğümüz, nelere ağladığımız, nelere üzüldüğümüz ve nelere sevindiğimizdir.

Son olarak en az bu kadar önemli vahim olan şudur: Yaşananlara anında müdahale ederek engellemeyen, engelleyecek denli içten ve güçlü davranmayan ve sonuçta çözümü cenazenin başka bir yere taşınmasında bulunmasını kabul eden ve içine sindiren bir devlet gerçekten bir devlet midir?

Cenazenin kaçırılır gibi uzak başka bir coğrafyaya defnedilmesini çözüm olarak görenler, “Böyle şey olu mu? Devlet ne güne duruyor?” demeyenler ve bu sırada ortalarda olmayanlar bu tutumları ile ülkenin bölünmüş olduğunu kabul etmiş olmuyorlar mı? Her koşulda, her yerde, herkese “devletin gücünü” göstermekten imtina etmeyenler bir cenazenin vasiyet edilen yere defnedilmesini sağlamaktan neden ve nasıl imtina edebilirler? Peki, bu durumda  o çok sözü edilen “devlet onuru” ve “devlet gücü” denilen şey ne olacak?


Bilinmelidir ki, cenaze olayının failleri kadar bu şekliyle sonuçlanmasına engel olmayanlar tarihe kötü bir şekilde not düşüleceklerdir.

Yeni Türkiye: Ruhunu kaybeden ülke