Kadınlar kategorisinde Dünya Güreş Şampiyonu olan milli sporcumuz Yasemin Adar, neden diğer erkek güreşçilerimiz kadar ses getirmedi?
Kadınların bazı sporları yapmasının “çok da gerekli ve doğru ve/ya güzel olmadığı” gibi sığ düşünce ve görüşler herkesin malumu. Hatta kadınların her alanda var olmasını savunanlarda bile böylesi fikirler söz konusu olabiliyor. İşte bu spor dallarından biri de güreş. Keza Türk kadınları boks, halter gibi güç sporlarında daha çok ön plana çıkmaya başladı.
Kadınlara neden rol biçiliyor?
Kadınların güreş sporu ve benzeri kuvvet ve bireysel mücadele sporları yapması-yapmaması konusu illa ki yapılacaksa “gerici” yaklaşımlardan ve zihniyetten arındırılarak yapılmalıdır. Ama bunun yapılması konusunun dahi dillendirilmesinin kendi başına gericilik barındıracağı bilinmelidir. Dahası böylesi bir konu üzerinde görüş ve düşünce ileri sürülmesi erkeklerin işi değildir ve olmamalıdır. Bunun biricik argümanı bilimsel açı ve toplumsal eşitlik boyutu olmalıdır.
Bazı alanlar kadınlara neden kapatılıyor?
İkincisi esasen kadınlar erkeklerin var olduğu bütün alanlarda vardır. Olmamış veya olamamış olmaları söz konusu alanların kadınlara kapatılmış olması ile ilgilidir.
Üçüncüsü kadın estetiği diye bir şey elbette vardır. Ama o estetiğe ilişkin uygun olan şeyin ne olup olmayacağına kadın karar verecektir veya vermelidir. Buna toplumsal eşitliğin bireysel karar mekanizması diyoruz.
Dördüncüsü dünya şampiyonu kadın güreşçimiz Yasemin Adar neden diğer erkek güreşçi ya da güreşçilerimiz kadar ses getirmedi veya önemsenmedi sorusu ve gerçeği; bizim toplumsal olarak çürümüşlüğümüzün ve vasatlığımızın göstergesidir. Çok daha doğru bir söylemle, on yılların ürünü olan toplumsal eşitsizliğin alt kategorilerinden birisi olan cinsiyet eşitsizliğinin bir yansımasıdır.
“Kadınlar güç sporlarında erkekleri sollayabilir”
Son yapılan bilimsel çalışmalardan birisi, British Columbia Üniversitesi’nden araştırmacıların benzer yaş ve atletik yeteneğe sahip kadınlarla erkekler üzerinde yapmış oldukları bir çalışmadır. Özetle tespit edilen bulgulara göre kadınlar, doğal kas egzersizlerinde erkeklerden daha az yorulmaktadırlar.
Independent’in haberine göre, araştırmayı yürüten isimlerden Prof. Brian Dalton, araştırma bulgularını şu ifadelerle yorumlamış: “Bir süredir izometrik testlerde (Ağırlık tutmak gibi eklemlerin hareket etmediği statik egzersizler) kadınların erkeklerden az yorulduğunu biliyorduk fakat daha dinamik ve pratik günlük hareketlerde de aynı durumun geçerli olup olmadığını öğrenmek istedik. Sonuç da büyük oranda bunu kesinleştirdi: kadınlar erkekleri geniş ölçekte sollayabilir.”
Bu durumda kadınların güreş, boks, halter ve benzeri sporları yapabileceği konusu bir yana, uzun süreli dayanıklılık koşulları ve eforları gerektiren sporları daha iyi yapabileceklerine dair bilimsel bir gerçeklik ile de karşı karşıyayız.
Bu sadece bir kültür, gelişim, uygarlık veya politika meselesi değil!
Sermayenin ve özellikle alan sermayesi dediğimiz ulusal ve uluslararası spor sermayesinin kadına uygun gördüğü ve biçtiği rollere ilişkin bir meseledir de. Eğer sermaye kadını spor ve spor dalları açısından yeni yatırım alanları açacak ve kazanç sağlayacak bir rolde istiyor ve planlıyorsa ve buna ilişkin kendine yönelik bir gelecek görüyorsa “kadınları sporda görmenin nitel ve nicel oranı artacaktır.
Oysa sosyalist toplumlarda ve sistemlerde kadın kendisine uygun görülen değil, kendisinin uygun gördüğü ölçülerde ve düzeylerde rol alır veya almalıdır.
Tüm bunlar bize şunu söylemeli ve göstermelidir: Kadınlar kadın oldukları için değil, toplumun eşit birer bireyi olabildikleri ölçüde gerçek kimliklerine kavuşabilirler. Bunun da yolu kadın mücadelesi ile değil, kadının toplumun eşit bireyi olarak har alandaki varlığının mücadelesi ile ilgilidir. Bunun da çözümü ve ön koşulu toplumsal eşitliktir. Çünkü toplumsal eşitlik aynı zamanda tüm kimliklerin eşitliği demektir. Ama kimlik mücadelesi üzerinden gidilecek bir argüman, bizi ve tüm dünyayı toplumsal eşitliğe ulaştıramayacaktır.