Pakistan’da Taliban’ın ölüm tehditlerine karşın kız çocukları için mücadele eden; eğitimde cinsiyet eşitliğini savunan ve 17 yaşında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen Malala Yousafzai’nin hikayesi…
Malala Yousafzai’nin hikayesi
Malala Yousafzai adında bir kız. Pakistan’ın kuzeybatısındaki Mingora kasabasında 1997’de doğan Malala, bir ülkenin kaderini değiştiren önemli bir isim haline gelmiştir.
Babası Ziauddin Yousafzai, yeni şeyler öğrenmeyi seven, ailenin evinin yanında bir okul yönetiyordu. Dünyada okula gitmeyen çocuk sayısının en yüksek olduğu ikinci ülke Pakistan’da bir eğitim savunucusu olarak tanınıyordu ve Taliban’ın kız çocuklarının okula gitmesini engelleme çabalarına karşı lafını sakınmayan bir muhalifti. Malala babasının öğrenme tutkusunu paylaşıyordu ve okula gitmeyi çok seviyordu.
2009 yılında Taliban’ın Swat üzerindeki askeri gücü artmıştı. Malala, takma isim altında, okulunun saldırıya uğramasından duyduğu korku ve Swat’ta artan askeri hareketliliğe dair BBC’nin Urduca servisi için bir blog yazmaya başladı. Televizyon ve müzik kanalları yasaklanmış, kadınların alışverişe çıkması engellenmiş ve Ziauddin’ın okulunun kapanacağı söylenmişti.
Malala ve babası ölüm tehditleri almalarına rağmen, eğitim hakkını savunmaya devam ediyorlardı.
Bu sırada, Malala’ya The New York Times için yapılan bir belgeselde yer verildi ve BBC blogunun yazarı olarak ifşa edildi. 2011 yılında Pakistan’ın ilk gençlik barış ödülünü kazandı ve Uluslararası Çocuk Barış Ödülüne aday gösterildi. Artan popülaritesi ve ulusal tanınırlığı sonucunda Taliban liderlerinin hedefi haline geldi.
9 Ekim 2012’de Malala ve arkadaşları okuldan eve dönerken, maskeli ve silahlı bir kişi okul servisine girdi ve Malala’yı adıyla çağırdı. Kafası, boynu ve omzundan giren tek bir kurşunla vuruldu. Saldırıda iki arkadaşı daha yaralandı. Malala ilk saldırıda hayatta kaldı ancak durumu ciddiydi. Birleşik Krallık’taki Birmingham şehrinde Ocak 2013 tarihine kadar tedavisi sürdü ve taburcu edilmedi. Bu süre zarfında ailesi de yakınına getirildi.
Taliban’ın Malala’yı öldürme teşebbüsü dünya çapında kınandı ve Pakistan’ın her yerinde protesto edildi. Saldırıyı izleyen haftalarda, 2 milyondan fazla kişi eğitim hakkı için bir dilekçe imzaladı ve meclis Pakistan’ın ilk ücretsiz ve zorunlu eğitim kanun tasarısını hızla onayladı. Malala ve babası sosyal, ekonomik, hukuki ve politik sebeplerden dolayı eğitim alamayan milyonlarca kız çocuğunun haklarının küresel savunucusu oldu.
Görüldüğü gibi Malala’nın hikayesinde eğitim ve yaşam haklarının engellenmeye çalışılmasına rağmen zorlu bir mücadele içine girdiklerini ve inandıkları bu kıyasıya mücadeleden zaferle çıktıklarının göstergesidir. Üstelik ben ne yapabilirim ki zihniyetinin ötesinde Malala, tek başına bütün çocuklar için ayrım gözetmeksizin iyi bir eğitim, bütün kadınlar için eşit haklar ve fırsatlar verilmesinin önüne açarak hala bu mücadeleyi sürdürüyor.
Eğitim sistemi toplumsal cinsiyet bakımından nasıl daha eşitlikçi olabilir?
Kadınlar çok uzun bir süre ve hala ataerkil sistem ve kurumlar içinde toplumsallaştıkları, yüzyıllar boyunca eğitimden yoksun bırakılıp, ekonomik olarak da erkeklere bağımlı kılındıkları için bu bilincin ve farkındalığın gelişmesi ancak çok sayıda zorlu engelin aşılabilmesine bağlı oldu. Toplumsallaşma süreçlerinin içinde belki de en başta içselleştirilmiş bu duyguların aşılması gerekiyordu. Çünkü binlerce yıldır süren ve kadını ikincileştiren ataerkil sistem, bütün toplumun derinlerine işlemekteydi.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ancak kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımlarıyla varlığını hissettirmektedir. Başka bir ifadeyle, kadın ve erkeklerin eşit hak, imkan ve olanaklara sahip oldukları durumdur. Böyle bir eşitliğin mevcut olması halinde, cinsiyete dayalı herhangi bir ayrımcılık söz konusu değildir.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği ne durumda?
Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının zeminini Cumhuriyet devrimleri oluşturmaktadır. Bu dönemde, kadın erkek arasında tam bir eşitlik olması gerekliliğine olan inançla gerçekleştirilen devrimlerle, bir yandan modern bir devlet yapısı oluşturulurken, öte yandan da büyük bir toplumsal değişim gerçekleştirilmiştir. Bu yıllarda yer alan reformlar, kadının yurttaşlık hakkını kazanmasının yanında toplumun yeniden yapılanmasını sağlamıştır. Cumhuriyet döneminde elde edilen kazanımlara rağmen günümüzde kadınların toplumdaki mevcut konumları irdelendiğinde, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin varlığı göstergelerde belirgin şekilde karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’nin eğitimde önde gelen hedeflerinde herkesin kaliteli bir ilköğretimi ve ortaöğretimi tamamlaması yer almaktadır. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer kamu kurumlarınca yürütülen çalışmalar ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının gerçekleştirdiği kampanyalarla, özellikle ilköğretimde okullulaşmada önemli kazanımlar elde edilmiştir. Fakat yürütülen bütün çalışmalar ve yapılan yasal düzenlemeler, özellikle kız çocuklarının, hem ilköğretimde hem de ortaöğretimde okullulaşma oranlarının Türkiye’nin bütün bölgelerinde belirlenen hedeflere ulaşmasında ve eğitimde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında yeterli olmamıştır.
Türkiye’de ilk ve ortaöğretimde cinsiyet eşitliğinin sağlanması bakımından Unesco’nun Herkes için Eğitim 2015 hedefini gerçekleştirmesi riskli görülen 24 ülkeden birisi görülmektedir.
Eğitimde cinsiyet eşitsizliği, Türkiye’de özellikle bazı kızları daha çok etkilemektedir.
Doğu illerinde ve özellikle de kırsal bölgelerinde yaşayan kızların okullulaşması daha fazla tehdit altındadır. Özellikle düşük gelirli ailelerden gelen kızların okulu terk etme olasılığı erkeklere kıyasla daha yüksektir. Kızların eğitimi konusunda mevcut yasa ve düzenlemelerin yetersiz uygulandığı ve eğitim süreçlerinin cinsiyet eşitsizliklerini pekiştirdiği Türkiye’de yine birçok çalışmanın bulgularında ortaya konulan; kadına düşük bir statü atfeden ve eğitimi gereksiz ve önemsiz gören yanlış kültürel yaklaşımlar ile kalıplaşmış cinsiyet rollerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak nüfusa geç kayıt ettirilen ve doğum kaydı zamanında yapılmayan kız çocukları, okula gitmek yerine evde işgücü olarak kullanılmakta, erken yaşlarda evlendirilmekte ve maddi sıkıntılar nedeniyle erkek çocukların eğitimi için feda edilmektedir.
“Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşırıyorsunuz. Kanatlarını kesiyorsun, sonra da uçamıyor diye yakınıyorsunuz.” (Simone de Beauvoir)
Eğitimdeki toplumsal cinsiyetçi eşitsizlikler ekonomik, sosyal, ailevi ve yapısal bileşenler içeren çok boyutlu ve karmaşık sosyolojik bir sorundur. Sürdürülebilir, adil ve kalkınmış bir toplumu inşa etmede kadının güçlendirilmesi ve kadın erkek eşitliği, bütün insanlar için politik, sosyal, ekonomik, kültürel ve çevresel güvenliği başarmanın ön koşulu olduğu düşüncesi hakim olmalı. Aynı zamanda kızların okullulaşmasını engelleyen ve zihinlerimize yerleşmiş olan toplumsal cinsiyet algılarından kurtulmamız gerekmektedir.
Eğitimdeki eşitsizlik bir yanıyla toplumsal eşitsizliği yansıtmakta, diğer yandan da eğitimsel eşitsizliğin kendisi toplumsal eşitsizliğin yapılanmasını sağlamaktadır. Özellikle kadınlar ve erkekler arasındaki eğitimsel eşitsizliğin süregelen yapısı, toplumdaki güç dağılımının yeniden üretimini sağlamaktadır. Dolayısıyla bu alanda eşitliği sağlamaya yönelik bütünlüklü politikalara ihtiyaç var. Öncelikle eğitime erişim sorunundaki toplumsal eşitsizlikleri telafi etmeye dönük olumlu politikaların geliştirilmesi, aynı zamanda müfredat, öğretim ve değerlendirme süreçleri ve okul kültürü üzerindeki cinsiyetçi kalıp yargıları destekleyen politika ve pratiklerin dönüştürülmesi gerekiyor. Kadınların eğitimden daha fazla yararlanması ve güçlenmesi ancak bu koşullar sağlandığında artabilir.
Son olarak Malala’nın çok önemli sözüyle baş başa bırakıyorum sizleri:
“Kitaplarımızı ve kalemlerimizi almamıza izin verin. Onlar bizim en güçlü silahlarımız. Bir çocuk, bir öğretmen, bir kitap, bir kalem dünyayı değiştirebilir. Eğitim tek çözüm. Önce eğitim” (Malala Yousafzay)